Kurbanlık duygular

Image
Önceki yazımızı su, zemzem ve gözyaşıyla ıslatmıştık. Kana geçit vermemiştik. Şimdi ise tam ferahlık ve gönül hoşnutluğu içinde, göğsümüzü gere gere “kan” diyoruz, “canlar Sana kurban” diyoruz. Çünkü biz “millet-i İbrahimî”yiz, ümmet-i Muhammed’iz (asm). O zat (asm) ki, Hz. İsmail’i ve bahtiyar pederi Abdullah’ı kastederek, “Ben iki kurbanlığın neslinden geliyorum” demişti. Bundandır ki, sevgili Efendimize “İbn’üz Zebihayn- iki kurbanlığın oğlu” denilmiştir.

Kesilen hayvanlar, buraklık mertebesine ulaşarak, sahiplerine Sıratta bineklik yapacaklardır.

İnsana gelince; Allah rızası için, din ve vatan uğruna can veren insan şehit olur ki, Kur’ân onlar için “ölü demeyiniz” diyor. (Tevafuka bakınız ki, bu son satırı yazarken, ajanslar Irak’ta Yavuz Efendioğlu’nun şehadetini haber veriyordu.) Allah yolunda, mücahade anında akan ve akıtılan kan ise zaten pâktır, kutsîdir.

Biz, su gibi aziz, zemzem gibi pâk ve gözyaşı gibi halisâne akarsak, kanlar durur ve durulur. Buradaki kastımız, beşerin zalim eliyle, zulmen akıtılan, ya da kaderin fetvasıyla, istenilmeden, acıyla ve ıztırapla akan ve akıtılan kandır. Gerçi zalimlerin zulmüne maruz kalan mazlûmların hakları zayi olmaz, onlar da mertebe kazanırlar. Hatta deprem, sel, yangın, trafik kazaları ve ağır hastalık gibi musîbetlerle hayatlarına hatime çektirilen salih kulların manevî mertebeler kazandığına dair çok kutsî rivayetler vardır. Zihnî bir refleksle hemen hatırladığım N. Mustafa Polat, Dr. Sadullah Nutku, Ali Uçar, Bayram Yüksel, Erol Kuralkan, Tahir Küçük ve eşi, şu yakında ruhunu Rahman’a teslim eden âlim-i mürşid İbrahim Canan ve daha nice kahraman ve salih kullar, trafik canavarının elinden terhis tezkerelerini aldılar.

Kan dökme içgüdüsü insanın fıtratında vardır. Rabbimiz Zülcelâl Hazretleri, meleklere hitaben, mü’min kullarındaki bu içgüdüyü, kurban reçetesiyle en güzel şekilde tedavi edeceğini buyurmuştur. Kurban kesmeyen toplumlar, bu içgüdülerini savaşta, barışta ve eğlencelerinde aşırı kan dökerek, gayr-ı meşrû yollarla tatmin ederler. Bir de basit dünya menfaatleri uğruna kan dökülür ki, halkımız bunu “Ne şehittir, ne gazi. Hiç yoluna gitti Niyazi” yakıştırmasıyla kritize eder.

* * *

Sılaya, sıladaki bayramlara, dost ve sevdiklerimize hasretlik yakıcılığında, uzaklarda “duygusuzluk ve ilhamsızlık” çölünde yol alırken, kurbanlık duyguların ruhumu sarması öyle bir hadisedir ki, içimden “Böyle duygulara kurban olayım” diyesim geliyor. Bu duygularla ruhumda, hayalimde, tasavvurumda, zihnimde, fikrimde, hülâsa topyekûn manevî varlığımda taht kuran Kâbe-i Muazzama’ya, Hacer-ül Esved’e, Safa ve Merve’ye, Mescid-i Haram’ a, Mescid-i Nebevî’ye, Mescid-i Kıbleteyn’e, Mescid-i Aksa’ya, Ravza-i Mutahhara’ya, Cebel-i Nur’a, Uhud’a, hülâsa Ahirzaman Nebîsinin ayak bastığı her yere, oralarda ve dünyanın her yerinde Allah için kesilen kurbanlara kurban olasım geliyor. Ve sadece Allah’a kurban olmalı ki, bütün bu güzellikleri O bize ihsan etmiştir.

Böylesi duygulardır ki, şu fakiri, üç yıl öncesine, arefenin, Arafat Vakfesinin Cuma gününe denk geldiği Hacc-ül Ekber’e ve bir hacının o zamandan kalma not defterine götürdü. O not defterini neden saklı tuttuğunu, neden zamanında yayına sunmadığını ise, “Meselenin azametinden, nurunun haşmetinden, şavkının şiddetinden gözlerim kamaştı, nutkum tutuldu, kalemim sustu, perde kapandı, defterim görünmez oldu” şeklinde özetleyerek, not defterini şu fakirin inisiyatifine havale etti.

Kim bilir, belki bir makale de ondan çıkarırız.

* * *

Ve yine bu kurbanlık duygulardır ki; nutku tutuk, ilhamı kesik ve fikri sönük , hem manevî, hem maddî hastalıkların cenderesindeyken, ateşli titremelerle yatağa düşüren maddî hastalıklarına sabır içinde şükredip, manevî hastalıklardan kurtuluş niyazını her an Rabb-ı Rahimine arz eden şu fakirde “derin bir muhasebe” hissini uyandırdı. Kurbanlık bu duygular; manevî bünyemde var olan ve her insana imtihan için verilen menfi ve zararlı duyguları, ıslak deriden mamul bir torba içine doldurup, kurbanlık koyun gibi yere yatırıp hakikat bıçağıyla kesmek üzereyken, bıçak dile geldi:

-Dur! Hemen kesemezsin. Zira birincisi henüz zamanı gelmedi, tevriye günündesin. İkincisi bu menfi duyguların mecralarını değiştirirsen, onlar da lâzım. Meselâ, hakikat Üstadının dediği gibi, “adavet (düşmanlık) etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et, onun ref’ine (kaldırılmasına) çalış.”

-Kırk yıldır bu hakikatı okuyorum, kalbimdeki mü’min kardeşime olan adaveti hâlâ kaldıramadıysam, bırak da keseyim. Tamam, kurban gününe kalsın. O gün; haset, zulüm, ihanet, isyan ve harama meyil gibi duyguları mutlak keserim, hakikata ve Hakka kurban ederim. Lâkin mecrası değişebilecek olanların, bu Kurban Bayramından itibaren mecrasını değiştirebilirsem kesmem diyorsam da, aslında mecrasını değiştirmek suretiyle onların da mü’min kardeşlerime müteveccih vechelerini kesmiş oluyorum. Meselâ bu dâvâ bünyesinde, genç bir mü’min kardeşim, hissiyatına kapılıp nefsime hakaret etmişse (bunun illâ da şahsımla alâkalı olması lâzım gelmez, zira biz tek vücuduz), “nefsim bu hakarete müstahaktır” deyip o genç mü’min kardeşimi, dâvâ arkadaşımı bağrıma basıyorsam, o zaman ben bir fena hissimi hakikata feda edip, Hakka kurban etmiş olurum. Ne âlâ!

* * *

Bu kurbanlık duygulardır ki, sahibini, altı yıl öncesine götürüp, bir Kurban Bayramının son gününde toprağa düşen bir yaprağa canlılık verip, onunla manen kucaklaştı. O Celal (Cebrail) Yaprak ki, Azrail’le buluşmasına dakikalar kala, “Bu Gece” başlıklı şiirini şöyle tamamlıyordu:

Pişmanlık, nedamet sardı ruhumu..

Nurlara bağladım son umudumu..

Sekerat anında bir yudum su(yu)mu,

İçerek gözümü yumdum bu gece…

Bayram öncesinde Kâbe yollarına düşen hüccaca, on bir kıt’alık bir şiirini verir ki, Ravza-i Mutahhara’da okusunlar diye.. Orada iken Celal’in vefat haberini alan hemşehri grubu, o şiiri orada okuyarak, gözyaşı dökerler. İşte o sade ve samimî şiirin son kıt’ası:

Günahlara tevbe eyle,

Helâlleş hak sahibiyle,

Muhammed’e (asm) selâm söyle

Düş Kâbe’nin yollarına…

Cenâb-ı Hak onu ve cümle ümmeti Muhammed’i, Habib-i Ekrem’inin şefaatine nail eylesin, insanlığa saadet ve kurtuluş versin. Amin.

Kurban Bayramınız mübarek olsun.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*