KÜRESELLEŞME -imkânlar ve tehditler-

Dünya kamuoyu birkaç gündür Wikileaks’in sızdırdığı, ABD’nin diplomatik sırlarını konuşuyor.

Bu bilgileri kimin, nasıl, neden sızdırdığı; bu eylemin kimin işine yarayacağı, kimin zararına olacağı; ihtivâ ettiği bilgilerin doğruluğu; bundan böyle diplomasiyi ve ülkeler arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği gibi hususlar tartışıladursun, bizim bu vesileyle altını çizmek istediğimiz başka bir husus var.

 

O da şu; iletişim devrimi ve ulaşım imkânlarının artmasıyla küreselleşen dünya, hızla “camküre”ye dönüşüyor.

Bir yandan şeffaflaşıyor, diğer yandan kırılganlaşıyor.

***

Küreselleşme, hayatın hemen her alanıyla ilgili dikkate alınması gereken, bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. İktisadi, siyasî, kültürel, teknolojik ve sosyolojik konulardaki çalışmalar, bugünü anlamak için küreselleşmenin sunduğu imkânlardan yararlanmak zorundadır.

Üstadımız Said Nursî, bir asır önce bu olguya dikkat çekiyor ve şöyle diyor: “Şimdi tekemmül-ü vesâit-i nakliye [ulaşım vasıtalarının gelişmesi] ile, âlem bir şehr-i vahid [tek şehir] hükmüne geçtiği gibi, matbuât ve telgraf gibi vesait-i muhabere ve müdavele [iletişim ve ulaşım vasıtaları] ile, ehl-i dünya, bir meclisin ehli hükmündedir.”1

Burada bir durum tesbiti söz konusudur. Sosyolojik bir olgudan söz edilmektedir. Tarihsel kökleri ne olursa olsun bugün yaşanan bir gerçeklik vardır. İletişim araçlarının akıl almaz gelişmeler göstermesi böyle bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Öncelikle telgraf bulunmuş, bu icad ile geniş coğrafyaların iletişim önündeki engel olma özelliği, ortadan kalkmıştır. Giddens’ın ifadesiyle, On dokuzuncu yüzyılın ortasında Massachusetts’li bir portre ressamı olan Samuel Morse, elektrikli telgrafla ilk mesajı göndermiş ve bu şekilde dünya tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.2 Bugün ise, televizyon, telefon, internet ve diğer telekomünikasyon araçları, gündelik hayatları alt üst etmiş; inkâr edilemez boyutlarda değiştirmiştir.

İnternet çağı iki imkân çıkardı karşımıza. Birincisi, bilginin serbest dolaşımı ve kolay ulaşılabilir olması. İkincisi, bu ortamda oluşturulan her türlü bilginin-–kişisel, kurumsal, entelektüel, diplomatik vs.—kayıt altına alınması, depolanması. Bu durum bilgilerin kullanımıyla ilgili soruları ve endişeleri de beraberinde getirdi.

Şüphesiz bilginin depolanması, serbest dolaşımı ve kolay ulaşılabilir olması insanlığın hayrına iken; bu bilgilerin kötü niyetli kişi, kurum ve devletler tarafında gayr-i ahlâkî olarak kullanılması da mümkündür. Bediüzzaman’ın, Sünûhat adlı eserinde yaptığı değerlendirme, bu imkân ve tehditleri anlamak bakımından önemli malzemeler sunuyor.

Küreselleşmenin İmkânları

Bediüzzaman, Avrupa’nın kaynak olduğu hallerde, gelen cereyanın iki tür olabileceğini belirtir. Bunlar müsbet ve menfîdir. Menfî olanı başkasını aynen gösteren taklitçiliktir. Bu tür yaklaşımlarda bütün pratikler Avrupa hesabınadır. Kendi benliğiyle uygunluk söz konusu değildir. Bu durumda irade kullanımı mümkün olmadığı için niyetin iyi olması bile yararlı sonucu ortaya çıkarmaz. Böyle durumlarda Müslümanlar, Batıya “âlet-i lâya’kıl” olur. Batının elinde akılsız malzeme olmanın ötesine gidemezler. Müsbet olanı ise, “dahilden muvafık şeklini giyer.” Bu durumda Batıdan alınanlar, İslâm’ın temel ilkeleriyle çatışan pratikler değildir. Meselâ teknoloji gibi… Küreselleşmenin araçları denilebilecek, telefon, telgraf, bilgisayar, televizyon ve internetin Batı icadı olması onları yararsız malzeme yapmaz. Bu seçenekte Batı, Müslümanlar için, “âlet-i lâyeş’ur” olur. Yani Batıdan gelenin İslâm toplumlarını dönüştürecek bir şuuru yoktur. Oradan alınanlar İslâm toplumlarını etkileme yeteneğinden mahrumdur. Çünkü bunlar zaten İslâm’ın men ettiği şeyler değildir.3 O halde, Batıdan gelenler analiz edilmelidir. Küreselleşmenin nimetleri niteliğindeki teknoloji alınırken ahlâksızlık, inançsızlık ve hegemonyacı tutumlara karşı uyanık olunmalıdır.

Bu açıdan bakılınca küreselleşmenin araçları, Nebevî tebliğe hizmet eden nimetler olarak değerlendirilebilir. Hz. Peygamber (asm), tebliğinin karakteri gereği, yerküre üzerinde yaşayan önemli insan topluluklarına, mesajını ulaştırabilmek için elçiler göndermişti. Bizans kayserine (Heraklius), Habeşistan necaşisine (Ashame), İran kisrasına (Hüsrev Perviz), Mısır firavununa (Mukavkıs), Yemame reisine (Hevze b. Ali) ve Gassani melikine (Münzir b. Haris b. Ebi Şemir) gönderilen elçiler Allah Resulünün mesajını iletmişlerdi. Bu olay, Müslümanların küreselleşmeden yararlanmaları gerektiğini gösteren somut bir örnektir.

Hz. Peygamber’in (asm) elçiler göndermesini bugüne taşırsak, küreselleşmenin araçlarının İslâmî tebliğ açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Müslümanlar iyiliği yaymak ve kötülükleri engellemek için, tarihî bir fırsat yakalamışlardır. İslâmî değerlerin günümüz formlarıyla sunulması hâlinde kitlelerin bu evrensel değerlere sahip çıkacakları muhakkaktır. Hz. Peygamber’in (asm) coğrafyanın olabildiğince kısıtlayıcı rolüne rağmen oluşturmaya çalıştığı küresel değerleri yaygınlaştırmak, bugün daha kolay görünmektedir.

Küreselleşmenin Tehditleri

George Orwell, yarım asır önce yazdığı “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” adlı romanında, insanların iletişim araçlarının yardımıyla köleleştirilip, temel hak ve hürriyetlerinden mahrum edileceğini işliyordu.4 Küreselleşmenin insânî değerlere saldırısını hissedenler Orwell’i hatırlayarak onun—biraz abartılı da olsa—öngörülerine işaret ediyorlar. Gerçekten Orwell haklı mıydı? İnsanlık küresel çarklar arasında esir olabilir miydi/olmuş muydu? Bu bağlamdaki bakış açıları küreselleşmenin görülemeyen boyutlarını hissedebilmek için bir uyanıklık verebilir.

Küreselleşmeye Orwell’in uyardığı noktalardan bakmamız, kavramı sadece “yaygınlaşma” anlamıyla sınırlı tutmadığımızı gösterir. Tehdit bağlamındaki anlamı, “asimilasyon”, “hegemonya”, “fakir ve zenginler arasındaki uçurumun büyümesi” ve “Amerikanlaşma” gibi noktalara işaret eder.

Küreselleşmenin tehditlerini tek bir anahtar kelimeye indirgense, “hegemonya” kelimesi kullanılabilir. Yani bir devlet, topluluk ya da kişinin, başka bir devlet, topluluk ya da kişi üzerinde denetim kurması, üstünlük sağlaması ve baskıyla istediklerini yaptırmaları anlamına gelir. Burada karşımıza çıkan ilk problem, “hegemonya etme”, “denetim kurma”, “üstünlük sağlama” eyleminin özne ve nesnesinin ne olduğudur. Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler arasında önemli bir fark yoktur. Özne, Batılı hâkim devletler; nesne ise, Lâtin Amerika, Asya ve Afrika’daki gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerdir.

Küreselleştirici gücü ararken kavramın tarihî köklerinden yararlanabiliriz. Chomsky’nin çalışmalarında, bu kavramın kökü, sömürgecilik tarihi içerisinde aranır. Colombus’un 1492’de Amerika yeni kıtasını bulmasıyla, bu süreç başlamıştır. Avrupalılar gittikleri yerlerde kültürel, siyasal ve ekonomik denetim kurabilmek için sömürge bölgelerini yakıp yıkmışlardır. Colombus’un seyahatini takip eden 150 yıl içerisinde, sadece Amerika’da 100 milyonun üzerinde insan katledilmiştir.5

Bu kavramsal çerçeveye sahip bir küreselleştirici özneyi olumlu görmek mümkün değildir. Bediüzzaman da, eserlerinde dinden bağımsız felsefenin İslâm toplumları için açtığı yaralara çok yerde değinir. Mesnevî-i Nuriye’de, “köy” simgesini kullandığı yerde de özne olarak “medeniyet-i sefihe” ibaresini kullanır: “Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefiheyle gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve kezâ, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır.” Buradaki “medeniyet-i sefihe” kelimesi Batı medeniyetinin vahye istinad etmeyen bozuk kısmına işaret eder. Risâle’deki “iki Avrupa” tasnifindeki “İkinci Avrupa” tanımlaması da bu bağlamda ele alınabilir. Burada “İkinci Avrupa”, “sakîm ve dalâletli bir felsefe” ve “sefih ve muzır bir medeniyet” gibi özellikleriyle Batının, çekinilmesi ve uyanık olunması gereken özelliklere sahip olduğu nazara verilmektedir.

***

Her türlü bilimsel gelişmeyi, teknolojik icadı Allah’ın bir nimeti, insanlığa ihsanı olarak görmek ve o çerçevede istimâl etmek gerekiyor. Özellikle hem hayra, hem şerre kullanılma özelliği taşıyan bilginin/âletin kullanma kılavuzu ise elbette ahlâk ve vicdan ölçüleri olmalıdır.

DİPNOTLAR:

1- Muhakemat, s. 38.

2- Anthony Giddens, Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Alfa, İstanbul 2000, s. 23.

3- Bediüzzaman Said Nursî, Eski Said Dönemi Eserleri, Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2009, s. 497.

4- George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Can Yay., İstanbul 2001.

5- Noam Chomsky, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ütopya, İstanbul 2001, s. 18.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*