Kürt Açılımı ve Marksistler

Şark veya “Kürt” meselesine bakış açılarımızın çeşitliliği nisbetinde hadiseler farklı renklere bürünüyor. Medyamızda en yoğun bir şekilde yazılan bu konunun maalesef yanlış bir şekilde formatlandığına şahit oluyoruz. Problemlere çözüm üretecek “devletimizin” Avrupa ve Amerika’daki sosyal enstitülerin tezlerini esas kabul etmesi, hadiseyi iyice içinden çıkılmaz hale getirdi.

Barışı ortadan kaldıracak bütün ırkçılıkların pimlerinin Fransız İhtilâliyle çekildiğini bildiğimiz halde günümüzdeki terör örgütleriyle vatandaşı birbirinden ayırt etmemede inat eden görüşe, halka yol gösterecek muharrirlerin yönelmesi, belki de millet olarak bizi harakiriye götürüyor.

Devlet-i Aliye’ye düşman Avrupa emperyalistlerinin ırkçılık fitnesiyle bize verdikleri en büyük zararın 1920’lere kadar devam ettiğinde tarihçiler müttefik. Yani 1920’lerden sonra milliyetçilik ateşi bütün dünyada söndüğü gibi İslâm coğrafyasında da kısmen sükûnet bulur. İkinci Dünya Savaşında İslâm coğrafyasına yaptıkları mezalimi “kan şeklinde” kusan Avrupa, genel olarak emperyal emellerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonraki zaman diliminde bu bayrağın “yeni Bolşevik” de diyebileceğimiz Marksistlerin eline geçtiğini görmek istemeyenler, Avrupa cinsel devriminden başlamak üzere İkinci Frankfurt Okulunun Avrupa’daki çalışmalarını inceleyebilirler. Bu kızıl hareketin misyonunu, icraatlarını ve maksadını unutanlarımız veya hiç öğrenmemiş olanlarımız, 1967’den başlayarak 1972’ye gelen zamanın gazete arşivlerine müracaat etsinler. İkinci Dünya Savaşından sonra emperyalist devletlerin zulüm, ahlâksızlık, dinsizlik, talan, terör ve kaos bayrağını eline geçiren Komünizm’in 1980’den sonra isim ve forma değiştirmesi, avamı kandırabilir. Fikirlerin ve cereyanların mahiyetlerini cehaletlerinden bilemeyenler ve bilmediği halde “münevverlik” taslayanlara fazla bir şey söylemeyeceğiz. Fakat 1970’li yıllarda fevkalâde hızlı birer Marksist iken günümüzde neocon dediğimiz Troçkistlerle ve neoliberal denilen Freudistlerle omuz omuza yürüyen dünün komünistlerinin üzerindeki örtüyü bilinçli bir şekilde kaldırmayanların vatana ve millete ihanet ettiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bu hükümeti âlem-i İslâm’ın başına musallat eden neoconların finanse ettikleri gazetelerden halka nasihat verenler, ırkçılıkla Kürt kartını ellerinde tutanların Marksist olduklarını maharetle saklıyorlar. Bin seneden beri et ve tırnak suretinde yaşamış Anadolu’daki halkların arasına Kürtçülük fitnesini atarak Marksizm’in hedefi olan savaş ve kaosu devam ettirmek isteyenlerin, Marksist, dinsiz, ahlâksız ve hedefsiz teröristler olduğunu hükümetimiz bu güne kadar söyleseydi meselenin en zor tarafı çözülmüş olurdu.

YANLIŞ TEŞHİS..

Bağdat Paktı’na karşı Barzani’yi ilk tedhiş hareketine gönderenlerin 1960 ihtilâlinden sonra Türkiye’de kuluçkaya yatırdıkları Marksist yumurtaların neticeleri 1952’den itibaren ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu tezgâhtaki Marksist-Kemalist işbirliğini merak edenler hâlâ yaşayan o günkü Marksist yazarlara müracaat edebilecekleri gibi âhirete gidenlerin terekesine de bakabilirler. Mutlaka satır aralarında bu mutlu işbirliklerini yazmışlardır. 1970’li yıllarda Ankara’nın Kurtuluş semtinden hiçbir sağcıyı geçirmeyen Marksist gençlerin arasında Apo ve arkadaşlarının da bulunduğunu 30 sene sonra öğrenecektik. İran’da, K. Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’de ”Kürtlük” dâvâ eden bütün terör örgütlerinin Marksizm’den başka bir slogan, usûl ve gerilla tarzı savaşı ve ihanet yöntemi bilmemelerine rağmen, hükümetimizin bu azılı teröristlerden ülkenin her bucağına ulaşacak şekilde bir siyasî örgüt kurmasına yardım etmesi, AKP’nin “doğu meselesinden” ne kadar uzak ve bigane olduğunu elbette gösteriyor.

Devletin denetimi altında asılları PKK olan insanlardan siyasî bir örgüt kurulurken Başbakanımız BDP’yi çözümün bir parçası olarak görüyordu. Partinin finansal kaynaklarını bildiği halde… Ayrıca Avrupa ve Amerika Marksistlerinin (neocon ve neoliberal) Avrupa fonları adı altından bölgedeki bölücü STK’lara gönderdiği paraların dağıtımını da organize etti. Daha doğrusu Türkiye başta olmak üzere bölgedeki devletleri hedef tahtasına koymuş zındıkanın enstitülerinde elde ettiklerini bizimkiler esas kabul ettiler. Yeni Amerikan Yüzyılı, Hudson veya Brooking. Fark eder mi ki… Bu bölgedeki fitne, nifak, çatışma ve kaosu tezgâhlayan enstitülerin bazı elemanlarının Türkiye medyasında halkımıza yol göstermekte olduğunu da unutmamalıyız.

DOĞUDA LİBERAL BATIDA NASYONALİST

AKP politikasını tarif etmeye çalışıyoruz. Bazılarımız, her tarafta bezi var zannederler. Bunu da doğuda Kürt açılımını seslendirirken batıda Türk Bayrağının hilâlini fon yaparak” kurban olam ayına yıldızına” panolarıyla şehirleri süsleyen bir politikayı delil olarak gösterirler. Özal’a özendiği zamanları vardır Başbakanımızın. Fakat ANAP döneminde, Avrupa ve Amerika’daki sosyal ve siyasal enstitüler devletimizin dem ve damarlarına bu denli karışamıyorlardı. Enstitülerin paket programları, görünmez ekrana yansıtılmıyordu. Hrant’ı vuranların büründükleri nasyonalist formaları hükümet diktiği gibi, Brooking Enstitüsünün hazırladığı “özerklik projelerini” de aynı hükümet servise hazırlıyordu, depremden önce… Hızlı Marksist, neocon, neoliberal, turuncucu, siyasal İslâmcı, tarikatçı, mason, cemaatçi, liberal ve hatta demokrat sol ile iş tutmaya çalışan hükümetin Kürt meselesini bölgesel özerklik ve hürriyetlerle iyileştirmeye çalışması, AKP kurmaylarının hadiselere millî perspektifler penceresinden değil de, Amerikalı enstitülerin dehlizlerinden bakmakta olduğunu ortaya koymuştur. Burada bir hakikati daha çıplakça vurgulayabiliriz. Nasyonal Kemalizm ile neoliberal sivilliği arasında kalmış AKP’nin hareket alanı bitmiştir. Ayağındaki Kemalizm demiri onu insanî hak ve hürriyetlere yaklaştırmadığı gibi turuncucuların doğudaki liberal baskıları da çözümsüzlük ve gerginliği en üst dereceye çıkarıyor. Bu ise ülkeye “bölünme” sancıları yaşatıyor.

AKP, KÜRTLERİ BAŞSIZ BIRAKTI

Kürtlerin sahipsizliği elbette yeni değil. Bizi şu yazıda İkinci Dünya Savaşından sonraki dönem ilgilendiriyor. Marksistlerin 1960’lı ve 70’li yıllarındaki sınıf mücadelesini hatırlarsınız. Demokratların Kemalistlerin pençesinden kurtardığı o bölgenin temsilcilerine Marksistlerle Kemalistler “ağa düşmanlığı”, “feodalite”, “köykent” ve “Kürt düşmanlığı” projeleriyle hücum etmişlerdi. 12 Eylül cinayetiyle birlikte bölgede ipleri ele geçirince de, bu defa vahşi zulümlerle, terörle ve ellerindeki medyayla Kürt ileri gelenleri devre dışı bırakılmaya başlandı. Bu programı 28 Şubat’tan sonra devralan AKP ise “değersizleştirme” yöntemine başvurdu. Demokrat ve Adalet partileri dönemindeki temsilcileri Marksistlerle birlikte tamamen yönetim sayfasından sildiler. Bu karşılıklı işlemden sonra bölgede ayrılıkçı BDP adına dine ve geleneğe düşman Marksistler, AKP adına ise menfaat zebunu ve rantçı açıkgözlüler siyasetçi ve temsilci olarak ortaya çıktılar. Bu noktadan sonra tek başına hürriyet ve demokrasinin bölgede faydalı olacağına inanmıyoruz. Zira turuncucuların dış müdahalesiyle burada doğru bir demokratikleşmeye müsaade edilmiyor. Marksizm’in panzehiri olan İslâmiyet, burada devreye girmedikçe Türkiye hiçbir barış projesinde başarıya ulaşamayacaktır. Fakat gelgör ki İslâm kardeşliğine karşı Kemalizm ile Marksizm  ortak cephe kurarak milli birlik ve beraberliğimize hücum ediyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*