Kürt sorunu daha fazla demokrasiyle çözülür

Son yüzyılın büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî, insanlığın temel meseleleri hakkında Kur’ânî çözümler önermiştir. Bu çerçevede yaşadığı topraklarda görülen sorunlar hakkında da çözüm teklifleri ileri sürmüştür.
Bediüzzaman, İstanbul’a ilk gelişinde (1907) gazetelere yazdığı yazılardan vefatından önce yazdığı son mektubuna kadar, bu topraklarda yaşanan sorunları tesbit etmiş, onların çözüm yolları hakkında fikirler ileri sürmüştür.

 Onun bu görüşleri, zamanın siyasîleri tarafından yeterince dikkate alınmadığı için diğer pek çok sorun gibi Kürt sorunu da bugünkü noktaya gelmiştir.
Bediüzzaman, Kürtlerin yaşadığı sorunları yüzeysel tedbirlerle çözümlenebilecek gündelik sorunlar olarak değil; sosyal, kültürel, ekonomik ve eğitimle ilgili boyutları olan çok yönlü bir konu olarak ele almıştır. Bediüzzaman’a göre bütün bu sorunların zemini teşkil eden üç düşman cehalet, zaruret ve ihtilâftır; bu düşmanlara karşı mücadele etmenin yolu da san’at, marifet ve ittifaktan geçmektedir.
Bediüzzaman, Kürtlerin temel sorunlarından birisinin istibdat olduğunu söylemiştir. Bulaşıcı hastalık gibi hayatın her alanını saran bu sorunun, demokratikleşme çabaları ile çözümlenebileceğini savunmuştur. Bu konuda çağdaşı olan siyasîleri ikaz ederek, otoriter pratiklerden kaçınmaları, millete tahakküm eden değil, hizmet eden yöneticilerden olmalarını tavsiye etmiştir. Bediüzzaman, Cumhuriyet döneminde bir ulus devlet inşâ etme sürecinde, uygulanan baskı ve zulümlere itiraz ederek cumhuriyeti baskı rejimi, laikliği dinsizlik, medeniyeti ahlâksızlık ve hukuku keyfî muamele şeklinde görenleri eleştirmiştir. Ulus devlet mantığı çerçevesinde, ülkede tek millet, tek dil, tek din ve tek ideoloji üretme çabalarına karşı boyun eğmeyerek hayatı pahasına hürriyeti ve demokratikleşmeyi savunmaktan geri durmamıştır.
Bediüzzaman, bütün insanların temel hak ve hürriyetlerinin kutsal olduğunu ve tartışılamayacağını iddia etmiştir. Kürtlerin sorunlarını da bu çerçevede ele alarak çözüm yolları aramıştır. Bu dönemde Türkiye sınırları içinde yaşayan herkes Türk diye tanımlanmıştır. Bu kişilerin kendi kimliklerini açıkça ortaya koymalarına ve kendi dillerini konuşmalarına karşı çıkılmış ve bu durum kanunlar marifetiyle korunmuştur. İnsanların doğuştan sahip oldukları temel hak ve hürriyetler tartışma konusu yapılmıştır. Osmanlının son dönemlerinden itibaren başlayan dil yasakları, Cumhuriyet döneminde daha da artarak, Türkçe dışında konuşan toplumlar üzerinde bir baskı aracına dönüşmüştür. Ayrıca Kürt kimliği görmezden gelinmiş, ülke sınırları içinde yaşayan farklı etnik kimlikler yok sayılmıştır. Bu uygulamalarda Kürtlerin devlete karşı soğumalarına ve radikal çözüm yolları aramalarına sebep olmuştur. Son zamanlarda Türkçe dışındaki dillere getirilen yasakların yavaş yavaş kaldırılması, özellikle TRT Şeş’in yayın hayatına başlaması devletle millet arasındaki bu gerginliğin kısmen de olsa azalmasına sebep olduğu açıktır.
Bediüzzaman, zamanın zalimane bir düsturu dediği “Vatanın selâmeti için kişilerin hukuku nazara alınmaz” düsturunun Cumhuriyet döneminde uygulandığını ve vatan için, millet için denilerek pek çok zulümler yapıldığını belirtir. Özellikle Şeyh Said ve Dersim vak’alarından sonra, binlerce masum insanın adlî bir muhakemeye tabi tutulmaksızın suçsuz yere katledilmesine şiddetle karşı çıkmıştır. Bu uygulamalara maruz kalan insanlar zaman içinde devlete küserek, kendilerini şiddetin içerisinde bulmuşlardır. Devlet geçmişte zulmettiği bu insanlara karşı empatik bir tutum içine girerek onları anlamalı ve onlardan samimî bir şekilde özür dilemekten çekinmemelidir.
Kürtler devletin baskısı yanında bir de sosyal kurumların baskısı altında ezilmişlerdir. Bölgedeki ağa ve şeyhlerin baskısı kişi hak ve hürriyetlerinin kullanılması önünde önemli bir engel oluşturmuştur. Yüzyıllardan bu yana devam eden bu müesseseler, bugün bile etkisini hâlâ sürdürmektedir. Bölge insanı kendisini temsil edecek insanları özgür olarak seçememekte ve kendi hayatını düzenleyen kuralları ağaların etkisi altında belirlemektedir. Ankara’ya gönderilen vekiller genellikle öteden beri var olan sosyal asabiyetlerin temsilcileri olmaktadır.
Kürtlerin yaralı olduğu konulardan birisi de eğitim meselesidir. Bugün okuma yazma oranının en az olduğu yerlerin Kürtlerin meskûn bulunduğu alanlarda olması dikkat çekici bir durumdur. Cumhuriyetin başından bu yana Kürtleri eğitim konusunda geride bırakan iki önemli engelden söz etmek mümkündür. Bunlardan birisi inançla ilgili olarak devletçe getirilen bazı kısıtlama ve yasaklar, diğeri ise dildir. Çocuğunu okula gönderen ebeveynler resmî ideoloji ile şekillenen eğitim kurumlarına çocuğunu inançlarına uygun kıyafetlerle gönderemeyince okuldan soğumaktadır. Ayrıca çocuk gittiği okulda ana dilini kullanamamanın verdiği dezavantajları yaşamak zorunda kalmaktadır. Hâlbuki Bediüzzaman’ın ifadesi ile kişinin ana diliyle eğitim yapması, taş üzerine yazı yazılması gibidir; daha kalıcıdır. Bu çerçevede alınacak tedbirlerle Kürtlerin okulla barıştırılması gerekmektedir. Öğretmen atamalarına da özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Doğu’ya atanan öğretmenlerin Kürtçe bilmemesi çocuklar ile öğretmenler arasında iletişim sıkıntısı ortaya çıkardığından, eğitimin kalitesini düşürmektedir.
Bediüzzaman bölge için bir eğitim projesi de teklif etmiştir. Medresetüzzehra dediği bu projenin iki önemli boyutu bulunmaktadır. Bunlardan birisi din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması, diğeri ise bölgede yaşayan kavimlerin kardeşlik ve birliğini tesis eden bir fonksiyon icrâ etmesidir. Din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulması taassup ve şüpheden (inkârcılık) uzak bir eğitim sisteminin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. Ayrıca, bu müessese ile halkın eğitime sıcak bakması, Türkler, Kürtler, Araplar ve Farslar arasında birlik ve kardeşliğin sağlanabilmesi imkânını ortaya çıkaracaktır.
Cumhuriyet dönemindeki baskıcı yaklaşımlar dolayısıyla Kürtlerin kültürel kimlikleriyle ilgili yeterince araştırma yapılamamıştır. Bugün yapılması gerekenlerden biri de budur. Bediüzzaman, meselâ, Meşrûtiyet yıllarında, Kürtçenin sarf nahvini yazan Halil Hayali Efendi’nin çalışmalarını tavsiye ederek bu yolda yapılması gereken çalışmalara dikkat çekmiştir. Bu anlamda Kültür Bakanlığı Kürtçe’nin daha doğru konuşulabilmesine imkân vermesi için Kürtçe’de yazılan klâsikleri yeniden yayına hazırlayarak halkın istifadesine sunabilmelidir. Bu çerçevede Kürtçe’nin öğretildiği Kürtçe kursları arttırılabilmeli ve kültürel çalışmalar hızlandırılabilmelidir. Üniversitelerde açılmaya başlayan Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri Kürtçe’nin doğru öğrenilmesine imkân vermesi ve bu alandaki tabuların yıkılması açısından önemli bir gelişmedir.
Kürt Kültürel kimliğinin iadesi nev’înden önemli bir konu da, yer isimleri meselesidir. İnsanların yüzyıllardan beri hayatlarıyla bütünleşen yaşadıkları yerlerin isimleri, Cumhuriyet döneminde otoriter kaygılarla değiştirilerek yerlerine Türkçe isimler verilmiştir. Bu uygulama sadece Kürtlerle sınırlı da kalmamış, Rumca, Gürcüce, Ermenice ve sair dillerle ilgili yer adları da değiştirilmiştir. Bu alanda başlayan olumlu gelişme sürdürülmelidir. İnsanların hayat ve hatıralarıyla ürettikleri yer isimleri yeniden iade edilerek, tarih ve kültürden kopuk yeni isimlerin soğukluğundan kurtarılmalıdır.
Bugün bölgenin önemli sorunlarından birisi de silâhsızlanma meselesidir. Bölgede alınacak tedbirler ne kadar kapsamlı olursa olsun silâhsızlanma gerçekleşmeden bir anlamı olmayacağı açıktır. Bediüzzaman II. Abdülhamid döneminde oluşturulan Hamidiye Alaylarının sosyal sorunlara sebep olduğunu belirtmiştir. Toplumda zaten eşkiyalık ve düşmanlık egemen bir yaşama biçimi olarak kendisini gösterirken, insanların bir kısmının eline silâh vermenin anlamı yoktur. Osmanlı dönemindeki Hamidiye Alayları uygulaması aşiret yapılanmasını güçlendirerek Cumhuriyete devretmesine sebep olmuştur. Bugün uygulanmakta olan koruculuk sistemi de sonuçları itibariyle Hamidiye Alaylarına benzemektedir. Eline silâh alan eğitimsiz insanların ne yapacağını kontrol etmek zordur. Bu nedenle sık sık korucuların sebep olduğu çatışmalara dair bilgiler alırız. Bütün bu sebeplerden dolayı koruculuk sistemi hemen kaldırılmalıdır. Bugün sayıları yüz bine yaklaşan korucuları çeşitli devlet kademelerinde istihdam ederek onların mağduriyetinden doğacak yeni sorunların ortaya çıkması önlenmelidir.
Devletin Kürtlerle barışmasının ön şartlarından birisi de sorunun psikolojik boyutudur. Türkiye’nin dört yanında evlere gelen cenazeler günden güne ayrışmayı beslemektedir. Ayrıca Kürtlerin hafızalarından henüz silinmeyen kötü hatıralar vardır. Bu psikolojik travmayı yok edebilmek için bir yandan silâhsızlanmanın yolları aranırken, diğer yandan da hafızalardaki kötü hatıraları unutturacak uygulamalara ağırlık verilmelidir.

•Türkiye’nin, her türlü farklılıkları tanıyan, çoğulculuğu bir zenginlik olarak gören, resmî ideolojiden arındırılmış, anayasal vatandaşlığı esas alan, yeni, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı vardır.

Devlet, başta Kürtler olmak üzere mağdur edilmiş bütün toplumsal kesimlerden özür dilemeli; mağduriyetlerini giderici hukukî düzenlemeler yapılmalıdır.

Eğitim demokratik hâle getirilmeli; eğitim müfredatı her türlü ayrımcı ifadeden temizlenmeli ve bu bağlamda “andımız” türü metin ve ritüeller eğitim sisteminden tamamen çıkarılmalıdır. Bütün olarak eğitim ve öğretim sistemi Türkiye’nin çok kimlikli toplumsal yapısını yansıtmalıdır.

Anadilde eğitim tercihi temel bir haktır; bu hakkın önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.

Eğitimde ve toplumsal pratiklerde köktenci sekülerist yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve toplumun dinî duyarlılıkları ve talepleri dikkate alınmalıdır.

Bediüzzaman’ın bir akademiya projesi olan Medresetüzzehra, hayata geçirilmelidir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*