Kurt ve kuzu

Tik tak, tik tak…

Zaman bir türlü geçmiyordu. Yelkovan koşuyor, akrep ona çabucak yetişiyordu. Yine de bir türlü ilerlemiyordu dakikalar.

Sahnedeki adama baktı. Ağır ağır, hiç acele etmeden konuşuyordu. Kaleme aldığı son kişisel gelişim kitabıyla ilgili bir söyleşi olması gerekiyordu bunun, ama hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde tek bir söz hakkı bile vermiyordu insanlara. Cehalet ile ilgili bir şeyler zırvalıyordu. Ard arda yüzlerce cümle sıralasa da, aslında sürekli aynı şeyden bahsedip duruyordu; sürü psikolojisine kapılmamak gerektiği…

Başını koltuğunun arkasına yasladı, buruk bir tebessüm yerleşti yüzüne. Bir yandan adamın anlattıklarıyla bu kadar zıt düşmesini gülünç buluyor, diğer yandan da onun için üzülüyor, hatta ona acıyordu. Sürü psikolojisine kapılmasa, böyle mi giyinirdi bu adam? Bütün salonu dolduran yuvarlak gözlüklü, boynunda yaz kış fuları eksik olmayan bu “entel” topluluk gibi görünmeyip bir farklılık yapamaz mıydı? Adamın tavırları, salondan onay almak için ne kadar yanıp tutuştuğunu belli ediyordu.

Gözleri insanların üzerinde geziniyor, dedikleri karşısında başını yukarı aşağı sallayan biri gördü mü, daha da kabararak konuşmaya devam ediyordu. Sözleri de onun gibiydi. Gittikçe kabarıyor, dev bir balon halini alıyorlardı. İçi hava dolu bir balon… Keşke biri çıkıp da o balonu patlatabilse, diye geçirdi içinden.

Kendini sorgulamaya başladı bu sefer. O patlatamaz mıydı bu balonu? Gerçekler gün gibi ortadaydı işte, hayır, yapamazdı. Yaparsa konferans salonunun bütün gözleri ona çevrilecek, sonra da hepsi onun bu saygısız ve entelektüel olmayan tavırları yüzünden ondan uzaklaşacaktı. Buna cesareti yoktu.

İçinde bulunduğu üst seviye, kültürlü, okumuş insan topluluğu için adamın anlattıklarının aksine, tek bir cümleyle anlatılabilecek bir durum vardı: “Sürüden ayrılanı kurt kapar.” Koyun postlarının altında, salyalarını akıtarak pusuda bekleyen acımasız kurtların her an saldırıya geçebileceği bu camiada, aslında herkes gerçeğin farkındaydı. Sürüden ayrılamayacaklarını, kendi rotalarını çizecek güçte olmadıklarını biliyorlardı. Hepsinin bildiği, ama hiçbirinin yüksek sesle dile getiremediği bu gerçekten kaçmanın tek yolu, diğerlerine ayak uydurmaktı. Her zamanki gibi, rollerini en iyi şekilde oynuyorlardı. Yok yok, bu oyun, entel arkadaşlarıyla düzenli olarak gittikleri tiyatrolardan farklıydı, hayatın içinden, gerçekçi. Herkes, “mış gibi yapma” san’atının güzide başrolleri, bu piyesin en iyi oyuncularıydı adeta.

O da neydi öyle, tik tak sesleri melemelere mi dönüşüyordu? Evet, o da herkes gibi bir koyundu. Belki de sürüsünden ayrılmaya korkan titrek bacaklı, minicik bir kuzuydu hatta.

“Hadi, acele etmezsek adamdan imza alamayacağız yahu.”

Hemen doğruldu. Acaba uyukladığını fark etmiş miydi? Aceleyle rolüne bürünüp ilerleyen topluluğun arasına karıştı. Söyleşinin ne kadar da yararlı ve dinlenesi (!) olduğuyla ilgili bir şeyler geveliyor, her söyleneni de onaylamayı ihmal etmiyordu. Meleyerek ilerleyen koyunların ardında kimse kalmamıştı.

Yine ayrılmamıştı sürüden, oysa içindeki kurt çoktan kapmıştı onu.

Meryem Uyaner

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*