Kurtarıcı üçlü zirve

Kudüs özelinde yaşanan son gelişmeler, insanlığı daha da özelde, Müslümanlar ile İsevileri uyandıracağa benziyor.

Yahudi toplumunun tarih boyunca sergilediği haris tutum, yine kendilerine hasarete dönüşecek gibi. Çünkü ‘Kim, hırsla isterse, kaybeder.’ bir kaidedir.

Bediüzzaman’ın, Hutbe-i Şamiye’deki tahliliyle, insanlık, tarih boyunca yaşanan savaşların ve fenlerin ikazıyla uyanmış. Hayatın veriliş maksadını anlamış, faniliğini idrak etmiş. Dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarını karşılamak ve dahili ve harici düşmanlardan emin olmak için bir dayanak noktasına ihtiyaç olduğunu hissetmiş. Hatta beşerin bu şiddetli ihtiyacını, dinsizliğin zuhuruyla, küre-i arzın kıt’aları ve devletleri de birer insan gibi hissetmeye başlamışlar.

Yine Bediüzzaman, bu asırda, beşeri kurtaracak, kim uygularsa müjdelere nail edecek üçlü formülü de, ‘hakikati araştırma meyli, insaf ve insanlık sevgisi’ olarak ortaya koymuş. Bir de beşer din-i hakkı da taharriye başlamış, her şeyi sorgular olmuş. Böyle intibaha gelmiş bir insanlık belki geçici bir süre yanıltılabilir, ama uzun vadede bunun devam etmesi mümkün değildir.

Allah’ın, dinini tamamlamak ve yaymak için dünyevî araçlara, liderlere ve topluluklara ihtiyacı yoktur. Bu araçlara ve dine ihtiyacı olan insanlardır.

Allah, varlık şaşkını, makam sarhoşu, günahkâr bir şöhret budalası eliyle de dinine pekâla hizmet ettirebilir. Bu O’na zor gelmez. Belki mümkündür ki, ‘beş yüz senedir yattığınız yeter’ denilen, uyuyan Müslümanları bir meczup eliyle de uyandırmayı tercih, takdir edebilir. Yani uyuyan birisini, bir sineğin uyandırması ve onu büyük bir tehlikeden koruması gibi, bu koca sinek de Müslümanların ve İsevilerin uyanmasına vesile olabilir.

Nitekim İseviler ile Müslümanların dünyadaki saadeti, insanlık değerleri etrafında birlik ve beraberliklerine, ittifaklarına bağlıdır. ‘İslâmiyet’in hakaikı hem manen hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadı var’ diyen Bediüzzaman, belki de bu ‘kabil’ ve ‘mükemmel bir istidadı var’ keşfini yapacak olanların İsevilerle Müslümanların ittifakı olabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. Gelen müjde cümlelerinden bunu anlamak mümkündür: “İstikbalin kıt’alarında hakikî ve manevî hakim olacak ve beşerî, dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek, yalnız ve yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevilerin hakikî dinidir ki, Kur’ân’a tabi olur, ittifak eder.” (ESDE, s. 334)

İslâmiyete dair, istikbale dönük verilen müjdelerin Müslümanların ‘ef’alle izhar’ şartına bağlanması, adetullaha da uygundur. ‘Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalatını ef’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tabileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.’ Bu müjdeye, bu şartı yerine getirecek başka başka topluluklar da liyakat kesbedip, nail olabilirler.

Nitekim ‘hakikati arama meyli, insaf ve insanlık sevgisi’ bugün hangi topluluklarda varsa, bu neticeye onlar daha yakınlar demektir.

Bediüzzaman’ın, bu asırda insanın acz ve fakrından dolayı en ehemmiyetli ihtiyacı olan; hadsiz düşmanlara karşı koyma ve hadsiz ihtiyaçlarının karşılama işinin de ancak, ‘Yalnız ve yalnız Sani-i âlemi tanımak ve iman etmek ve ahirete inanmak ve tasdik etmekten başka uyanmış beşerin çaresi yok.’ diyerek, çareyi göstermesi dikkat çekicidir.

Sulh-u umuminin temini bu temel insanlık değerlerinin hayata geçirilmesin ile mümkün olacaktır. Ve aklın gereği olan bu Kur’ânî adımları kim atarsa, elbette kazananlar da onlar olacaktır. Hissesiz kalmamak duâlarıyla…

Sebahattin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*