Kuşku medeniyetinin bedbaht çocukları

Ren Nehrinin sahillerine sincapların ektiği ceviz ağaçlarının altından topladığım cevizleri evimin önünde oynayan çocuklara dağıtmak istemiştim. Sarışın üç kız çocuğu aldı, ama ikisi küçücük başlarını sağa sola salladı. Sebebini sorunca; annelerinin kimseden birşey almamalarını tembih ettiğini söylediler… Nihayet cevizdi…

Komşu çocuklarıydılar… Fakat herkese ve her şeye ‘kuşku’ ile yaklaşmasını tavsiye etmişti anneleri. Aynı hal oturduğumuz apartmanda da geçerliydi. Yirmi küsur senelik komşular birbirlerinden -çok olmasa da- iyilik gördükleri halde, diyaloglar çoğu temkinli, mesafeli ve kuşkuludur Avrupa’da… Bilhassa kuzeyde…

Kesin doğruları ve değişmez gerçekleri olmayan bir medeniyette ‘septizmin’ (şüphecilik) bir felsefî akım olarak ortaya çıkması tabiatlarının gereği sayılmalıydı. Hatta Endülüs’ün ‘doğrularından’ aldıkları ilmî temellerin üzerine şüphe harcıyla medeniyetlerini inşa edenlerin bugün içine düştükleri “kuşku” kaosu herşeyi ve herkesi derinden derine tahrip ediyor. Medeniyetin her gün bir yenisini ilâve ettiği “teknolojik gelişmeler” Avrupa’nın bedbaht çocuklarını mutlu edemiyor. Yani kuşku ile “hakikî sevgi” birbirine zıt olunca, birisinin varlığı ötekinin kaybolmasını netice veriyor.

Vahye inanmayan Avrupa medeniyetinin kuşku hastalığına düşüşünü normal karşılıyoruz. Burada tehlikeli olan husus bu hastalığın aynı medeniyetin bir kısım saldırgan dinsiz çocuklarınca diğer coğrafyalara “yükselen değer” olarak propaganda edilmesidir. İlim yuvaları olarak bilinen üniversitelerde kuşkunun her sahada “besmele” gibi telâkkî edilmesi, bilimi de kuşku bataklığına sürüyor. Kuşkunun “doğru” yerine “yalan” ile komşu olmaya razı olduğu bir zamanda, yalanı doğruluğun atmosferinde ifade eğitiminin verildiğini çoğumuz görüyor veya işitiyoruz. Siyasette, ticarette, diplomasi ve memuriyette kuşkunun telkiniyle rahatça yalan söyleyen milyonları kontrol etmek için yine milyonlarca vazifeliye doğacak ihtiyacı düşündüğümüzde, hal-i pürmelalimizi daha iyi görüyoruz.

Doğrusu kuşku kuşağımızın insanını bedbaht ediyor ve tedavi edilmezse gelecektekilerin de durumu tehlikede… Hayat yükümüzü öyle ağırlaştırıyor ki, beş kuruşa karşılayabileceğimiz bir temel ihtiyacımızı ancak beş liraya satın alabiliyoruz. Günde beş saat çalışarak elde edebileceğimiz nafaka için bazen on beş saat çalışmaya mecbur kalıyoruz. Şu söylediklerimizi müşahhaslaştırarak düşündüğünüzde, birer iddia olmadığını, her gün soluyarak yaşadığımız hakikatlerden bahsettiğimizi gözlerinizle göreceksiniz.

Kuşkunun kaynağının “Allah’ı inkâr” olduğunu söylediğimizde, agresif ateizm ile öyle veya böyle münasebet içinde olanlar belki de dudak bükeceklerdir. Yaratıcısının varlığından şüphe edenler, O’nun dünyayı mükemmel bir seyahat gemisi olarak inşa ettiğine, bütün ihtiyaçlarımızı mevsimlere göre üzerinde sergilediğine, orada ancak imanla mutlu olunabileceğine ve nihayet o geminin bir gün ebedülabad sahillerine ulaşarak yolcularını indireceğine de inanmayacaklardır. Yani öldükten sonra, bu dünyada yaptıklarından sorgulanmak üzere tekrar diriltileceklerini de kabullenmeyeceklerdir. Dikkat ettiğimizde iman ile emniyet etmenin bir kökten türediğini görürüz. Çok ilginçtir ki, Allah’ın güzel isimlerinden bir tanesi de El-Emin’dir. Âciz, fakir, kusurlu, eksik, korkak ve muhtaç olan insanın sığınacağı yegâne sığınak değil mi El-Emin…

İbrahimî dinlere sırtını dönmüş Avrupa medeniyeti “kuşkuyu” bir değer olarak kabul etse de Kur’ân medeniyetinin de “kuşku”yu kullandığını görüyoruz. Fennî hakikatlere ulaşmada bazen bir metottur şüphecilik. Fakat burada akıl ve mantığı doyuracak, teskin edecek ve emniyete bürüyecek o kadar doğrular var ki… Kuşku belli bir süreç için kullanılır. Bu arada İslâm Peygamberinin (asm) henüz yirmilerinde iken “Muhammedü’l Emin” lâkabıyla anılması, şüpheciliğin fıtrî olmadığını göstermez mi? Kırk yaşından sonra insanları emniyet ve selâmete çağırır. Onun bulunduğu belde, oturduğu şehir, yöneldiği kıble ve hükmettiği coğrafyalar, dünyanın en emniyetli mekânlarıdır. Onun bayrağını yüz sene gibi kısacık bir zamanda Ganj Irmağından Atlas sahillerine ulaştıran en önemli faktörün insanlığa sunduğu barış ve emniyet olduğundan hiç kimsenin şüphesi olamaz. Risaletinden önce kuvvetlinin zayıfı boğazladığı Arap yarımadasında onun sağladığı emniyetle birlikte insanlar tek başlarına Şam-ı Şerif’ten Yemen sahillerine seyahat edecek duruma gelmişlerdir. Fas, Marakeş ve Kurtuba’dan Şark’a, Orta Asya ve Hind’e emniyet ve barış içinde seyahat eden Avrupalı gezginlerin eserleri, tek başlarına kuşku medeniyetinin çocuklarına bir ufuk olabilir…

Kuşkunun esas alındığı dinsiz Avrupa medeniyetinin meyveleri de yukarıdaki iddiamızı tasdik ediyor. Endülüs’ten bu yana Kurân’dan aldığı fenlerle terakkî yoluna giren Avrupa’nın geçmişine baktığımızda herşeyden önce savaş, gözyaşı, sömürge ve yağma göze çarpıyor. Kuşku ile imansızlığa yuvarlanınca bu medeniyet hem Avrupa’nın, hem Rusya’nın ve hem de İngilizin bin senelik sermaye, tarih ve insaniyetini tar u mar ediyor. Troçki ile Lenin kuşkunun isyana dönüştüğü meyveler olduğu gibi, o günkü dinsizliğin tohumları, günümüz Avrupa’sının zeminini ayrık otları gibi işgal edince, insanî değerlerin yetişmesi iyice zorlaştı. İnsaniyetin zayıfladığı coğrafyalarda “barışın yerini anarşi ve terör” alıyor artık. Dinsiz felsefenin tesiriyle zakkumlaşan kuşkunun çocukları, dünyayı İslâm ve Kur’ân’a karşı şüpheye çağırıyor ve büründükleri psikolojiyi Müslümanlara da mal etmeye çalışıyorlar.

Doğrusu kuşku medeniyeti günümüzde belli bir coğrafyayı temsil ediyor artık. Dünya küçüldükçe kuşkular yayılıyor, insanların arasındaki emniyet bağları çürük iplerce dökülünce de korku yayılıyor etrafa… Sokakta oynayan çocuktan Wikileaks sızıntılarına kadar… Herkesi ve herşeyi tahrip ediyor kuşku ve şüpheler. Ama ilânihaye kuşku ve şüpheyle yaşanır mı?

Not: Diğer yazılarımızda olduğu gibi, buradaki kastımız sefih, din karşıtı ve savaş taraftarı İkinci Avrupa’dır. Mesih’in Avrupa’sı ayrıca değerlendirilmeli…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*