Kutsal ‘biz’ ve düşman ‘siz’ anlayışı

Muhabbet dili her bir toplum için en mühim esaslardan biridir. Ancak bu dil toplum içinde değerler üzerine inşa edilmesi gerekirken ne yazık ki siyaset üzerinden şekillenebiliyor.

Siyaset ise hazır medeniyet ile yakından ilişkili olduğu için bilhassa meşrutiyet-i meşrua hükmetmediğinde Kur’ân’a muhalif olarak adavet dili geliştirebiliyor.

Örneğin güncel mânâda siyaset dilinin çirkinleşmesi ne hazin ki milletin dilini de etkiliyor. Her geçen gün biri çıkmasın ki yekdiğerini tekfir etmesin. Herkes eline asayı ve yetkiyi almış kafasına göre mü’min, kafasına göre kâfir addediyor. Mesela bu anlamda sarf edilen ifadelerden bazıları şunlar:

– “Bize destek vermek zorunda değilsiniz ya da bizimle aynı fikirde olmak zorunda da değilsin ama karşı çıkamazsınız çünkü bu mesele dini ve milli.” (Problemli hürriyet anlayışı!).

– “Din yalnız bizim dediğimiz gibidir ve bu şekilde öğretilmelidir. Siz de kimsiniz?” (Eğitmek yerine eğmek anlayışı).

– “Sen şimdi söyle bana bakalım. Şu meseleyi gönülden destekliyor musun? Eğer destekliyorsan eyvallah bizdensin!” (Kutsal ‘biz’ ve düşman ‘siz’ anlayışı).

Görülüyor ki bu anlayışlarda kendi fikr-i siyasinde olanlar kutsala taraftar olan olarak atfedilirken, kendisi ile aynı görüşe sahip olmayanlar düşman safına yerleştiriliyor. Bu da din ya da millet namına yapılıyor.

Ey divaneler! “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat Suresi, 10) kutsi hakikatini ya işitmediniz ya da anlamamışsınız. Yoksa bu denli sözde ileri gitmeye cesaret edemezdiniz.

‘Kendi mesleğinle muhabbet’ düsturunu ‘başkası ile uğraş’ telakki edenler, neredeyse tüm zamanlarını bu uğurda harcıyor. Bir de bunu vatan ve millet adına yaptığını ifade ediyor. Bir mü’min kardeşinin yahut bir grubun kendisine göre -ya da gerçekten- yanlış yapıyor olsa dahi ‘fenalığı için acımak’ gerçeği bu gibi durumlarda nedense sadece sözde kalıyor. Din adına slogan ile cihat yapanların ayrıştırıcı ve kırıcı eylemlerle gönülleri tek tek yıkarken de ‘din’ akıllarına gelmelidir.

Hem hakiki mânâda dinin emri olan kardeşlik esası yerine adalet ve hürriyet perdesi altında garazın, zalimane ve tarafgirane cereyanların hükmetmesi bir tenakuz değil de nedir?

Halbu ki; “Hakkın şeni (…) ittifaktır, faziletin şeni tesanüttür, teavünün şeni birbirinin imdadına yetişmektir, dinin şeni (ise) uhuvvettir, incizaptır.” (Sözler, s.: 660).

Bu esaslardan da yola çıkarak; toplumsal manada hakka karşı bir zafiyetin olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Zira ittifak bir siyasi fikir ile sınırlandırılarak cüz’ileştirilip kısırlaştırılıyor. Buna bağlı olarak ahlaki bir takım problemlerin de baş gösterdiği gerçeği ortadadır. Çünkü toplumsal anlamda bir tesanüt zafiyetinin de varlığı görülmektedir. En mühimi de dinin gereği olan uhuvvet esasının yukarıda izah etmeye çalıştığımız veçhi ile zarar verilmesi de dini inanç ve yaşamda da kendimizi sorgulamak durumda olduğumuzu ortaya çıkarmaktadır.

Dememiz şu ki; toplumsal yansımalara dikkat edilmeli. Günlük değişebilen siyasi argümanlara angaje olmuş bir dil yerine, dinin emri olan muhabbet esaslı bir dili kullanmayı tercih etmeli. Zira bir gün bile adavet etmeye değmeyen hadiselerden dolayı bir mümin kardeşimizi bir sene adavet etmeyi hangi insaf ve hangi vicdan kabul eder? Mü’min özelliği kerim olmasıdır, kucaklayıcı olmasıdır. Bundan dolayı Esma-i ilahi adedince bulunan birlik bağlarını ve kardeşlik münasebetlerini düşünmeli, böylesi eylemlerde her daim aklımıza getirmeliyiz.

Mustafa Usta

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*