Kuvvet yerine hak galip gelecek inşaallah

altHem de, istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesalik ve mezahibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi.

Hâlbuki, üçü de nazar-ı şeriatta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fıtrîye münafidir. Hatta o derece oluyor, bunlardan biri taassub ve safsatasını terk ederek nâsın icma ve tevatürünü tasdik ettiği gibi, birden mezheb ve mesleğini tebdil etmeye muztar kalıyor. Hâlbuki, taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki, zaman-ı saadette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.

Kezalik, görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zaman-ı hâlde filcümle, inşaallah, istikbalde bitamamihî hükümferma, kuvvete bedel, hak ve safsataya bedel, bürhan ve tab’a bedel, akıl ve hevaya bedel, hüda ve taassuba bedel, metanet ve garaza bedel, hamiyet ve müyulât-ı nefsaniyeye bedel, temayülât-ı ukùl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır –karn-ı evvel ve sâni ve sâlisteki gibi ve beşinci karna kadar filcümle olduğu gibi. Beşinci asırdan şimdiye kadar kuvvet hakkı mağlûb eylemiş idi.

Saltanat-ı efkârın icra-i hasenesindendir ki: Hakaik-ı İslâmiyet’in güneşi, evham ve hayâlât bulutlarından kurtulmuş, her yeri tenvire başlamıştır. Hatta dinsizlik bataklığında taaffün eden adamlar dahi o ziya ile istifadeye başlamıştırlar.

Hem de, meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makàsıd ve mesalik, bürhan-ı kàtı üzerine teessüs ve her kemale mümid olan hakk-ı sabit ile hakaikı rabt eylemesidir.

Bunun neticesi: Bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.

Ey ihvan-ı Müslimîn! Hâl, lisan-ı hâl ile bize beşaret veriyor ki: Sırr-ı [“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. (İsra Sûresi: 81.)”] boynunu kaldırmış, el ile istikbale işaret edip yüksek sesle ilân ediyor ki: Dehre ve tabayi-i beşere damen-i kıyamete kadar hâkim olacak, yalnız âlem-i kevnde adalet-i ezeliyenin tecellî ve timsali olan hakikat-i İslâmiyet’tir ki, asıl insaniyet-i kübra denilen şey odur. İnsaniyet-i suğra denilen mehasin-i medeniyet, onun mukaddemesidir.

Muhakemat, Sekizinci Mukaddeme, Yeni Asya Neşriyat-2017, s. 47

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*