Laiklik mi, Pratik Dinsizlik mi?

Sloganların bakışları körelttiği ülkelerde yaşamak kadar ısırıcı bir şey olabilir mi? Hür ortamların tahrip edildiği, bilgi kaynaklarının karartıldığı, düşünerek konuşanların susturulduğu, hırsızın bekçi ve zulmün adalet külahıyla dolaştığı diyarlarda…

Laikliğin bizde kutsandığını; ülkemiz ile hür dünya ülkelerini mukayese ettiğimizde daha iyi anlıyoruz. Her köşede uzun kulaklarıyla dinledikleri “laikliğin aleyhindeki” konuşmaları, kutsal değerlerin aleyhinde yapılmışçasına “değerlendirme merkezlerine” aktaranların ibadet iştiyakıyla koşuşturmaları sizin de dikkatinizi çekiyordur. Laiklik burada mahiyeti meçhul kutsal bir slogandır. Temel insan haklarının, hürriyetlerin, insanî değerlerin ve millî kimliğimizin üzerini kapatan simsiyah bir şal olarak algılanır. Bu ortamda tepkinizi—şayet varsa—yalnızca yutkunmakla izhar edebilirsiniz. Bu kutsanmış sloganı en yüksek tepeden ilk mektebe kadar, bizi papağan yerine koyarak ezberletenler, mutlaka “Avrupalı” olduklarını iddia edeceklerdir, fakat daha ziyade “Dinsizlik mabedlerinin” ritüellerini çağrıştıran uygulamalara baktığımızda bu prensiplerin Avrupa değerleriyle çeliştiğini görürsünüz. Cemiyetteki tatbikatın üzerindeki sloganların siyah örtüsünü kaldırıp, hakiki manzarayı Avrupalılara gösterdiğinizde “Aaa… Pratik Dinsizlik?” hayretiyle karşılaşırsınız.

Bu elbette yalnızca Türkiye’nin meselesi değildir. Zamanımızın amansız global hastalığı… Bir köye dönüşen dünyamızın hemen hemen her sokağında bu resimlerle karşılaşmanız mümkündür. Yalnız bizdeki uygulamalarda; dinî hayat, dinî alan ve dinî unsurlar da bu çarpık laiklik anlayışının işgaline uğradığından; Allah’a ve ahirete inananların “kamusal alanda” nefes almamalarına hâssaten özen gösteriliyor. Rey dilenciliğiyle devlet idaresine gelmiş bazı politikacıların: “Devlet müslümanların ibadetine karışıyor mu?” sorusu da yandaki iğrenç sloganın bir unsuru olarak değerlendirilebilinir.

Üniversite hastanesinde sekerât-ı mevtteki Müslümana, son vazife ve vecibe olan “dinî telkini” yasaklayan bir anlayışın kuyruğuna Avrupa’da ancak teneke bağlarlar. Avrupa ve Amerika hastanelerinin yetkilileri, gurbette hayata veda etmekte olan Müslümanlar için şehirde vazifeli ararlarken; Türkiye hastanelerinin idarecileri, bunu laikliğe aykırı görürler. Batı Üniversitelerinin çoğunda kadrolu papaz ve imam olduğunu bilmeyenlere arzetmek gerekiyor. İlköğretimden üniversiteye kadar, mescitlere savaş açarak inananların ibadetlerini engelleyenlerin bu garib icraatını ancak “pratik dinsizlik” tabiri tanımlayabilir.

Meselenin elem verici ciheti de; Müslümanların bu duruma tepkisiz kalışlarıdır. Dinî cemaat temsilcilerinin vazifesi yalnızca aczlerini izhardan ibaret olmamalı kanaatindeyiz. Hatta bazen-el-iyazübillah—gizli bir tarafgirlik duygusuyla, söz konusu tatbikatı bazıları müsamaha ile karşılıyorlar. Parlamentonun hali bu hususta içler acısı. Üçte iki siyasî iradeye sahip çoğunluk, sanki yüzde doksan dokuzu Müslüman olan Türkiye’yi temsil etmiyormuşçasına tepkisiz yaşıyor.

Siyasi ve pratik dinsizliğin en saldırgan ülkesi Fransa’da bile Hıristiyanlığın bir hayat alanı vardır. Anaokulundan üniversiteye, hastanelerden gençleri topluma kazandırma merkezlerine kadar… Papazlar, ellerinde İncillerle oradan oraya koşuyorlar. TV ve medyası vardır dinî cemaatlerin. Pratik dinsizliğin süzgeçleriyle karşılaşmazlar. Daha doğrusu hayatta, inananlara tercih imkânı verilmiştir. Karma eğitim mecburiyeti, tesettür yasağı ve dinî eğitim yasağı gibi çağın gerisinde kalmış maskaralıklar burada yoktur.

Ya bizde… Kemalizm tornasından çıkmış tüm müesseselerdeki yanlış laiklik anlayışının saldırgan tasarrufuyla İslâm ve Müslümanlar adeta yok farzediliyorlar. Evvelâ şu hususu vurgulamak istiyoruz: Bin seneden beri Kur’ân’a bayraktarlık yapmış bu millete bunları reva görenler Müslüman ve Türk değillerdir. Türkiye’de her türlü insanî hakkı gasp etmede kullanılan idarenin de laiklik öncelikli demokrasi olmadığını anlatmaya devam edeceğiz. Hem laikliğin tanımının ana umdelerde aynı, fakat detay ve pratikte çok farklı olduğuna örnek, Portekiz ve Avusturya gibi dindar Hıristiyan devletlerdir. Demokrasilerini coğrafya, tarih ve kültürlerinin renk ve desenleriyle süslemişlerdir. Dinî hayatın yer yer zirveye çıktığı bu ülkelerde hiç kimse “laiklik” kaygısı çekmez. Demokrasilerini çizgileriyle millileştirmişler… Peki biz ne yapıyoruz? Millete cebren dikte ettiğiniz pratik dinsizliğe laiklik ve 19. yüzyıldan kalma ırkçılığa da “millilik” demiyor muyuz? İnsani hayatın teminatı olan laikliği ve tüm kültür unsurlarımızı kucaklayan “milli demokrasiyi” idarecilerimiz düşünüyorlar mı acaba?..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*