Londra eksenli Türkiye politikaları…

Tarihi galipler yazınca, mağdur milletlerin çocukları yalan yanlışla büyümüştür. Türkiye aydını, bilhassa dindar aydınları İngiltere ile alâkalı menfî duygularla dolsalar da, tarihî hakikatleri gündeme getiremezler. Aşırı İngiliz aleyhtarlığının örgüsüyle İngiltere’nin tarih boyunca İslâm coğrafyasında oynadığı fitnekâr ve dessas roller hep halktan uzak tutulmuştur.

Üzerinde güneşin batmadığı Büyük Britanya İmparatorluğunun, altın çağında iki hasım devletle uğraştığını biliyoruz: Avrupa kıt’asında Almanya, Asya’da ise Osmanlı… Böyle bir İmparatorluğun desise, fitne, zulüm ve zorbalıkla Asya’daki milyonlarca Müslümanı uzun süre esaretinde tuttuğunu biliyoruz. Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak ve İslâmiyeti dünyadan kaldırmak üzere İngilizlerin Londra’da ve diğer şehirlerinde kurduğu tarihî enstitü, üniversite ve kurumu tanımayanlar; Lawrence’den başlayarak, Mr. Hamper gibi ajanların ve günümüzde Londra ekseninde devlet idareciliği yapan birçok Asyalı politikacıların tarihçelerini araştırmalıdırlar. Dünya kamuoyu süper güç olduğundan genellikle Amerika’yı müdahaleci, sömürgeci ve oyuncu bilse de hakikatte İngiltere bu tür çalışmaların beynidir. Londra bu çerçevede hem tarihî ve hem de aktüel olarak hâlâ en önemli müze, arşiv, belge merkezlerinden birisidir. Yakın tarihteki savaşları, ihtilâlleri, krizleri ve önemli kargaşaları incelediğinizde faillerinin ayak izlerinin Londra’da kesiştiğini göreceksiniz.

Milletimiz İngiliz’i hasım bilir, fakat onların mahiyetlerini bilmez. Daha doğrusu onların bize karşı işledikleri cinayetleri, oyunları ve kötülükleri bilmeden kuru kuruya bir karşı tavra sahiptir. Meselâ Çanakkale’yi her sene anar, fakat muzaffer orduya rağmen bizi imha niyetiyle hazırlanan Sevr anlaşmasının İngilizler tarafından hazırlandığını ve bu anlaşmanın yine İngilizlerin istekleri çerçevesinde Lozan’da tadil edildiğini çok az kişi bilir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Almanya gazetelerinde yeni Cumhurbaşkanının İngilizlere daha yakın olduğunun yazıldığını da bilmez.

Ankara kriterleri

AB’nin İkinci Dünya Savaşının şeraretine karşı hakikî İsevîlerin önderliğinde kurulmuş bir barış projesi olduğunu bilmek zorundayız. İki hasım devletin Demir-Çelik anlaşması olarak temellendirdikleri bu barışı dessas İngilizler bozmasın diye, AB’de İngiltere’nin çifte standartlarını, bazı istismar ve menfaatperestliklerini diğer ülkeler sabırla karşılamışlar. Ülkeyi karapara ve yağmaların toplanma merkezi haline getiren Londra merkezli kuvvetin Euro’ya dahil olmayışı, AB’nin tek vizesi gibi görünen Schengen’e dahil olmamasının onlarca çok önemli sebepleri olmalı. Parayı çok seven haris millet veya kuruluşların, dünyanın sair ülkelerini dolandırdıklarından sığındıkları ülke olan İngiltere, işlediği cinayetlerin korkusuyla; vize, şehir emniyetleri ve ülke güvenliği noktasında en çok yatırım yapan devlettir. Global ihtilâlcilerle bir olup AB’yi çökertmeye çalışırken Salamon rolü oynayan İngiltere, tarihî misyonundan vazgeçip insanlığa tarziye vermeye bir türlü yanaşmıyor.

M. Kemal ve İsmet Paşa dönemlerinde Türkiye Devleti kuvvetli bir İngiliz taraftarıdır. II. Dünya Savaşının ortaya çıkardığı Amerika’ya yanaşan 1950 sonrasındaki demokrasilerin önünü kesen ihtilâllerimizde de hep İngiltere’nin ağırlığı hissedilir. Avrupa’nın küllerinden doğan AB’ye karşı olan İngiltere, süreci durduramayacağını bildiğinden dolayı AB’ye kerhen girmiştir. İşte bu noktada Abdullah Gül’ün AB içindeki İngiltere rolüne vurgu yapması, ister istemez bizi tarihten günümüze şu tahlile mecbur ediyor. Yani şu on senelik süreçte AB’ye dahil olmak iddiasındaki AKP’nin, tıpkı İngiltere gibi AB’ye takoz olmaya çalıştığını Sayın Gül’ün beyânatıyla bir kez daha görmüş olduk. İşi adeta tiyatro san’atıyla götürmeye çalışan hükümetimizin kurduğu AB bakanlığının mahiyet ve gündemine göz atsanız da meseleyi anlayabilirsiniz.

Kesişme noktası olarak Londra

Dünyanın başını ağrıtan, devletlerde ihtilâl çıkaran ve komşuları sınır savaşına sürükleyen politikaların yapım merkezlerinin birincisidir Londra… Şu Arap dünyasında yanan ihtilâl ateşlerinin közü mutlaka Londra’dan ithal edilmiştir. Libya örneğinde olduğu gibi. Mevcut İslâm ülkelerinin ve hatta Asya ve Amerika’daki birçok devlet idarecisinin üniversite tahsilini veya masterini Londra’da yapmış olmaları elbette tesadüfî olamaz. Londra, yetiştirdiği iki talebesini bugünlerde Şam-ı Şerif´te karşı karşıya getirmeyi başardı. Şam-ı Şerif’in manevî dinamiklerinin hâlâ koruduğu Suriye bütünlüğünü parçalamak ve pandoranın kapağını açmak üzere Gül’ü en üst seviyede madalyalara boğan İngiltere, Amerika’nın bölgeden çekilmesine çok içerliyor. ABD’nin ciddî bir tarzda AB’deki son tahripleri de tamire yönelmenin işaretlerini vermesi; Londra merkezli Neoliberaller kadar Washington merkezli Neoconları da panikletmeye başladı. Bu panikle iyice asıldıkları savaş ve tahrip plânına Gül’ün ve hükümetin dahil olmamasını temennî ediyoruz. Önümüzdeki günlerde Londra merkezli politikaların tesirlerini yeni yeni sarsıntılarla hissetmemek için duâdan başka şimdilik elimizden birşey gelmiyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*