Mağdurun yanında olmak ibadettir

altHaksızlığa uğramış, işlemediği bir suçtan dolayı zarar görmüş kimselere mağdur diyoruz. Mağduriyet, bir insanın başına gelebilecek en kötü musîbetlerden birisidir.

Haksızlığa uğramışsınız, haksız yere bir suçla itham olunuyorsunuz ve derdinizi kimseye anlatamıyorsunuz. Sadece bir şüphe üzerine sizi tutuyorlar, haklarınızdan mahrum ediyorlar, belki de ceza veriyorlar.

Halbuki bizim dinimizin dört esasından birisi adalettir. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır, haksızlık vardır, kötü muamele vardır. İşte, hiçbir delile dayanmayan, sadece şüphe ve zan üzerine insanların mağdur edilmesi, hukuksuzluğu ve adaletsizliği netice vereceğinden, haksızlıktır, zulümdür. Bir Müslüman ise, haksızlık karşısında susmaz, görmezlikten gelemez. Bir toplumda herkes, biri birinin hukukundan sorumludur. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyerek, mazlûmun ve mağdurun yanından geçip gidemez. O mazlûmun hali, toplumun kanayan bir yarasıdır.

Ne diyor Mehmed Âkif: “Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim…”

Zan üzerine insanların mağdur edilmesi hususunda, hem Âyet-i Kerimelerde, hem Hadis-i Şeriflerde önemli ikazlar vardır. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor: “Sui zandan sakının çünkü sui zan, sözlerin en yalanıdır”. (Buhari) Sui zan bu şekilde yasaklandığı gibi, hüsn-ü zan da teşvik ediliyor: “Mü’minler hakkında hüsn-ü zan, güzel ibadetten sayılır.” (Ebu Davud)

Cenâb-ı Hak da, Hucurat Sûresi 12. Âyetinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizin arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”

Biz de Yeni Asya olarak, yukarıdaki ifade ve ikazları dikkate alarak, her zaman mağdurların ve mazlûmların yanında yer aldık. Üstadımızın işaret ettiği adaleti mahza’yı esas tuttuk. Bir kimsenin işlediği bir suçtan, anne babasının ve yakınlarının sorumlu olamayacağını, bir kişinin hatasıyla ailesinin mağdur edilemeyeceğini savunduk. Hatta, Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’ân’dan çıkardığı hükümlere göre, bir kimsenin bir kötü huyundan dolayı onlarca güzel hasletleri varsa, onların da göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade ettik.

Mağdur insan, eli kolu bağlı insandır. Ne kadar bağırsa, feryat etse, sesini kimseye duyuramaz. Bilhassa onlara sui zanla bakan ve ön yargı ile yaklaşanlara karşı, tam bir çaresizlik içindedir. Kendilerini dinleyen, mağduriyetlerini dile getiren bir insan buldukları zaman, onlar için büyük bir teselli olur. Belki bizim onların mağduriyetlerini giderecek bir imkânımız yoktur. Fakat, kendilerini anladığımızı, yanlarında olduğumuzu hissetmeleri, onları ümitsizlikten kurtarır. “İnsanlık ölmemiş, bizi anlayan, feryadımıza kulak veren, sesimize tercüman olan birileri var” diye, düşünmelerini sağlar.

Biz de, yarın hakikî adaletin tecelli edeceği mizanın başına vardığımız zaman, “Yarabbi, elimizle düzeltemediğimiz haksızlığa dilimizle, kalemimizle karşı koymaya çalıştık. Sen bizi bundan dolayı mesul tutma” diye yalvarmaya yüzümüz olur diye ümid ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*