Mahzun bir gün: 14 Mayıs 1950

TÜRKİYE garip bir memleket. Bazen çok vefakâr, bazen de inanılmaz bir şekilde vefasız. 14 Mayıs, ülkemizde demokrasiye yeniden geçişin 61. sene-i devriyesi.

Merak ediyorum, bugünün anlam ve ehemmiyetini bilen, bugünde demokratikleşme yönünden neler olduğunu hatırlayan kaç kişi var? Oysa bugünde Türk demokrasisi yeniden tedavüle girdi.Ülkemizde ilk demokrasi denemesi 1876 yılında yapıldı.

Bu yılda yapılan anayasa ile ilk kez iki meclisli Meclis-i Umumi’nin Hey’et-i Meb’usan kanadının üyelerinin tamamını halkın seçtiği bir yasama meclisi öngörüldü. Sadece anayasada öngörülmekle de kalınmadı, 1877 yılı başında yapılan seçimlerle teşekkül eden Meclis-i Meb’usan, tam 56 içtima yaptı. 28 Haziran 1876 günü Sultan Abdülhamit tarafından fesholunan Meclis-i Meb’usan için aynı yıl içinde tekrar seçim yapıldı. Bu seçimle yeniden oluşturulan Meclis-i Meb’usan ile Hey’et-i Ayan’dan teşekkül eden Meclis-i Umumi, 13 Aralık 1877 günü tekrar toplandı. Toplam 29 içtima yapan bu Meclis’in de ömrü çok uzun olmadı; 14 Şubat 1878 günü Sultan Abdülhamit tarafından tekrar süresiz olarak tatil edildi. İşte pek yaygın bir şekilde bilinmemekle birlikte ülkemizde ilk demokrasi denemesi bu şekilde yaşanmış oldu. Bu meclislerde çeşitli ülke meseleleri, günümüzde bile cesaret edilemeyecek boyutta tartışılmıştır.
Ülkemizdeki ikinci demokrasi denemesi, İkinci Meşrutiyet’in ilanını takiben yaşandı. 1908 senesinde hürriyet ve meşrutiyetin ilanını takiben çok sayıda siyasi parti kuruldu. Aynı yıl içinde genel seçimler yapıldı ve tekrar üyelerini halkın seçmiş olduğu yasama meclisi faaliyetlerine başlamış oldu. 1908-1913 yılları arasında, muhalefetin zayıf da olsa var olduğu bir dönem yaşandı. Dolayısıyla bu dönemi, ikinci demokrasi dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Tabii ki bu dönemi, günümüz anlamında ileri demokrasi uygulaması olarak değerlendirmek mümkün değil ise de, yine de o dönemin şartlarında bir demokrasi dönemi olarak nitelemek mümkündür. Hatta bu yıllarda tatbik edilen parlamenter hükümet sistemi ve yasama tecrübelerinin daha sonraki dönemler için besleyici yönde bir işlev gördüğünü de söylemek mümkündür. Maalesef zayıf da olsa işletilmeye çalışılan bu demokrasi tecrübesi de çok uzun sürmedi. 1913 yılından itibaren İttihat ve Terakki’nin baskıcı tek parti idaresi dönemi başladı ve bu yönetim 1918 yılına kadar sürdü.
Ülkemizde üçüncü demokrasi denemesi, 23 Nisan 1920’de ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasından itibaren başladı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 3 Haziran 1925 tarihli İcra Vekilleri Heyeti kararı ile kapatılmasına kadar devam etti. Bu dönemde, özellikle ilk Meclis, ülkenin hemen bütün kesimlerinin temsil imkânı bulduğu, hemen her meselenin, günümüzde bile cesaret edilemeyecek cürette ve boyutta tartışıldığı bir meclis olmuştur. Aşırı baskıcı uygulamalara kaynaklık teşkil eden Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılıp uygulanmaya başlaması ve İstiklal Mahkemeleri kurularak âdil yargılamanın rafa kaldırılması ile birlikte tekrar demokrasi uygulaması sona erdirilmiştir.
Çok partili meclis ve demokrasi
İşte daha kalıcı ve sürekli olan dördüncü demokrasi uygulamasına 14 Mayıs 1950 günü geçilmiş ve bu uygulama tam 10 yıl sürmüştür. 14 Mayıs günü halkın iradesi tecelli ederek tek parti yönetimi kansız ve şiddetsiz bir şekilde el değiştirdi. İlk kez ülkemize bugünde şaibesiz, hilesiz, alavere-dalaveresiz seçim oldu. İlk kez halkın oyları gerçek manada bugünde belirleyici bir şekilde etkili oldu. Tabii ki bu 10 yıllık dönemde de ileri demokrasi uygulaması hayata geçirilemedi. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki, dünyanın hiçbir ülkesinde demokrasiye geçişin ilk yılları ileri demokrasi değildir; oralarda da demokrasi açısından önemli eksiklikler yaşanmıştır. Demokrasi oralarda da zamanla gelişti ve ilerledi. Nasıl bir insanın çocukluk ve gençlik aşamalarının, kemal yaş olan ileri yaşlara nazaran eksiklikleri mevcut ise, demokrasiler için de aynı şey söz konusudur.
Türkiye için hayati derecede sorunlu olan husus, 1950-1960 arası dönemde demokrasi zemininde yaşanan eksikliklerden ziyade, bu dönemi takip eden yıllarda çoğunlukçu demokrasiden çoğulcu demokrasiye geçilememesi, demokrasiye tahammül edilemeyerek 27 Mayıs askeri darbesi ile demokrasinin katledilmiş olmasıdır. Bütün bu aksaklıklara rağmen, 1950-1960 arası dönem, Türk demokrasisi için son derece önemlidir. Halk ilk defa etkin bir unsur olduğunu bu dönemde fark etmiştir. 1924 Anayasası’nın askıya alınan demokratik hükümleri, bu tarihten itibaren fiilen de işler hale gelmiştir. Cumhuriyet, bu tarihten itibaren demokrasi ile taçlanmıştır. Milli irade bugünden itibaren gerçek manada belirleyici olmuştur.
Şunu çok net bir şekilde ifade etmek isterim, bir devlet şekli olarak Cumhuriyet, insanlar için, insan hakları ve milli irade ya da halkın iradesinin üstünlüğü bağlamında hiçbir pozitif anlam ifade etmez. En despotik yönetimlerden en demokratik yönetimlere varıncaya kadar çeşitli Cumhuriyet pratikleri mevcuttur. Nitekim 29 Ekim 1923 günü ilan edilen otoriter baskıcı Cumhuriyet, 14 Mayıs 1950 günü demokratik bir kimliğe bürünmüştür. Cumhuriyet’in ilan edildiği her 29 Mayıs günü ülke genelinde kutlamalar yapılmaktadır. Fakat demokrasinin yeniden canlandığı 14 Mayıs gününü çoğu insan hatırlamamaktadır bile. Kısaca ifade etmek gerekirse bunun adı vefasızlıktır. Bugünde sadece hiç kimsenin haberdar olmadığı bir şekilde Demokrat Parti tarafından silik bir etkinlik düzenlenmektedir. Bu etkinlikten, tekrar söylüyorum, hiçbir kimsenin haberi olmamaktadır; bazı DP’li yöneticiler ve çevreler bir araya gelerek eski günleri yâd etmektedir. Bir de Liberal Düşünce Topluluğu tarafından bazı etkinlikler yapılmaktadır. Bugüne denk gelecek şekilde sempozyumlar, kongreler düzenlenmekte, yine son 9 yıldır, bugünde Türkiye’de özgürlüğün değerinin anlaşılmasına ve tesis edilmesine katkıda bulunmuş bir kişiye Hürriyet Onur Ödülü verilmektedir. Ülkemizde bugünü konu alan daha da başka bir şeyler yapılmamaktadır. Merak ediyorum, Türkiye halkı için demokrasi Cumhuriyet’ten çok mu az önemlidir? Şayet öyle ise ülkemizde demokrasinin ilerlememesinin bir sebebi de bu olsa gerek.

Yard. Doç. Dr. Adnan Küçük
Zaman, 14.5.2011

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*