Mânâ-i harfî okulu: Risâle-i Nur Külliyatı

Image

Dünya, dersine çalışıyor

 

Kur’ân tefsiri Risâle-i Nurlar, asrı tenvir etmeye devam ediyor. Artık Anadolu’nun kasabalarından, köylerinden değil, farklı kıt’alardan, farklı ülkelerden Nurlarla ilgili haberler geliyor. İsimleri, renkleri, ülkeleri, kültürleri farklı farklı insanlar, nurlar üzerindeki incelemelerini, istifadelerini ülkeler arası kamuoyu ile paylaşıyorlar. Nurlar üzerinde ciddî bir entelektüel birikim oluşuyor. Onun için her yıl, Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur Külliyatı üzerinde birbirinden orijinal çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların meyvesi olarak da, farklı farklı ülkelerden iman kazanmış, bakışı değişmiş insan sesleri yükseliyor.

 

Diyebiliriz ki, dünya dersine çalışıyor.

 

Bilim ile din çatışma değil, çalışma alanlarıdır

 

Risâle-i Nur eserlerinin doğduğu Anadolu toprakları, yeni bir dirilişin heyecanını yaşıyor. Nurlarla süslenmiş hayatlar yaşanan mekânlara anlam katıyor. Hemen her şehrimizde, ilçemizde, köyümüzde nurlarla tanışmış bahtiyar insanlarla karşılaşılıyor. İnsanlar sadece tanımakla kalmıyor, onları anlama konusunda derinlik kazanıyorlar.

Nurlar, kendi fikir örgüsünü, kendi derinliğini bu alanı çalışma alanı olarak tercih etmiş ve yıllarını bu alanda harcamış şahsiyetlere açmaktadır. Birbirinden farklı branşlarda ihtisas yapmış imanlı insanlar, bu asrın ve gelecek asrın hadisâtına bu perspektiften bakmaktadırlar.

Belki de üniversite kavramının medar-ı iftiharı olan bu bilim adamları, hem kendi bilimsel branşlarında ve hem de kâinatı okuma konusundaki bakış açılarında, iman sahibi bir duruş ortaya koymaktadırlar. Böylece bilim ile din birbirleri için çatışma alanı değil, çalışma alanı olarak gözler önüne serilmektedir.

İman sahibi olan her bilim adamı, kendi branşının ona vermiş olduğu bilimsel disiplinlerle, kâinatı yaratıcının bir eseri olarak kabul edip, her branşı Yaratıcının farklı bir ismini okuma mektebi olarak kabul edip, yaşamaktadır.

 

Çocuk bile, ‘ikna’ olmak istiyor

 

Risâle-i Nurlar, hakikati arayanları ikna ediyor. Bir Yaratıcının varlığını, birliğini hemen her şeyde örneklendirmelerle gözler önüne seriyor. İlköğretim öğrencisinin bile, kafasına yatmayan bir meseleyi ona kabul ettirmek mümkün olmadığından Bediüzzaman, medenilere galebe çalmanın ikna ile olacağına, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile olmayacağına vurgu yapmış ve Nurları ikna temeli üzerine kurmuştur.

 

 

Nur’lar Kur’ân’ın, bu asrın, her kademeden insanına bir dersi

 

Risâle-i Nur eserlerinin, Kur’ân-ı Kerim’in bir mucize-i mâneviyesi olduğunu gösteren pek çok özelliklerinden birisi, konularının her kademeden insanın fehmine (anlayışına) uygun olarak verilmesidir.

Dünyada, her kademeden insanın okuyup da, aynı satırdan istifade ettiği eser sayısı çok değildir. Bu da bu eserlerin bir özel durum içerdiğinin apaçık bir örneğidir. Esnafın, çiftçinin, öğrencinin, eğitimcinin okumuş olduğu aynı satırlardan, herkesin kabiliyetine göre istifade ettiren bir özellik içermesi, müellifin vehbî ilmine işarettir.

Okunmasının tekrarı usandırmayan Kur’ân’dan sonra, böyle bir mazhariyet ancak yine Kur’ân’ın tefsirlerinde bulunabilecektir. Hatta okundukça kalbe haz veren, huzur veren, huşu veren; yani kut ve gıda olan kelâm olarak Kur’ân-ı Kerim, bu mucizevi hususiyetini tefsirlerine de yansıtmıştır.

Bu durumu, Risâle-i Nur eserlerinde Bediüzzaman, şöyle ifade etmektedir: “Ben, imanın gözüyle ve Kur’ân’ın tâlimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın dersiyle ve ism-i Hakimin göstermesiyle görüyorum ki…”; “Ey Arz ve Semavatın Hâlık-ı Zülcelali! Senin Kur’ân-ı Hakiminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamın dersiyle iman ettim ve bildim ki…”; “Kur’ân’ın dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselamın talimiyle anladım ki…” “Senin, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselamının talimiyle ve Kur’ân-ı Hakiminin irşadıyla anladım ki…:” (Şuâlar, Üçüncü Şua, s.45)

Asra yol gösteren âyetlerin tefsirinin yapıldığı Risâle-i Nur eserleri, hem yoğun bir çalışmanın (kesbî) hem de İlâhî bir ikramın, vehbî bir ilmin sonucu olduğu apaçıktır. ‘Kur’ân’ın tâlimi ve nuru, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâmın dersi,…talimi..” gibi ifadeler, onun birer ilim hazinesi olduğuna dikkatleri çekiyor.

Tabii asra yol gösteren böyle bir tefsir sahibi, haliyle kendisi de bir cevher olsa gerektir. Bunlarla birlikte düşünülmesi gereken bir başka yaklaşım da, yine müellifin ifadesiyle, Risâle-i Nur’ların Kur’ân’ın malı olduğudur. Risâle-i Nur’ların, Kur’ân’ın bir mucize-i mâneviyesi olması, Kur’ân’ın pek çok mucizevî yönünün akislerini taşımasından anlaşılmaktadır.

 

Mânâ-i harfî ile okuma okulu; Risâle-i Nur Külliyatı

 

Risâle-i Nur eserleriyle tanışıp da, hayatında çok ciddî değişiklikler, çok ciddî bakış açıları, çok ciddi dönüşümler yaşamamış insan yoktur.

Nur’lar, öncelikle muhatabı olan insana îmanî bir bakış kazandırmaktadır. Kur’ân’dan gelen bir üslûp ile her bir mahlûkun Yaratıcı ile bağlarını kurmaktadır. Varlık âlemine teşrif etmiş hiçbir mahlûkun, Yaratıcısız düşünülemeyeceğine dikkatleri çekmektedir. Ve bunu söylerken de, insanları aklen, kalben tasdike sevk etmektedir. En âmî bir insanda bile, Allah’ın varlığını, birliğini anlayabilecek özleri onların fehimlerine uygun izah etmektedir. Yani ‘Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, bir harf kâtipsiz olmaz…’ derken, bu yaklaşım tarzı ve örneklendirme, herkesçe anlaşılabilen, oldukça inandırıcı ve aklî, mantıkîdir. Yani köyde yaşayan bir insana, Allah’ın varlığını, birliğini köydeki muhtardan örneklendirme yapmak oldukça manidardır. Sonrasında da, ‘bir köyde iki muhtar, bir şehirde iki vali olsa…’ diyerek de Allah’ın bir olması gerektiğine deliller sunması, insanların me’lufları olan şeylerle onları irşat etme noktasında ayrı bir üslûp güzelliğidir.

Tabiî kâinat ölçeğinde verilen örneklendirmede ise, kâinatın da sahipsiz olamayacağına ve Sahibi olunca da, Bir olacağına pek çok işaretler vardır.

Nurlar, imanlı bir bakışın hayatın bütününde ve her noktasında olması gerektiğine dikkatleri çeker. Bir tıp profesörünün insanı araştırma konusu yaparken, bir harika sanat eserinin farkında olması gerektiğini ifade eder. Her meslek sahibinin, kendi mesleğinde Yaratıcının izlerini bulmasının gerekliliğine ve bunun da ibadet olacağına nazarları çevirir. Bitkiyi, hayvanı, böceği, yeryüzünü, gökyüzünü, hücreyi hâsılı yaratılmış her bir şeyi, araştırma konusu yapanların, imanlı bir şuurla çalıştıklarında, kebâirden uzak ve namazlı halleriyle, meşrû çalışmalarının ibadet hükmüne geçeceğini müjdeler.

 

 

Varlığı anlamlı kılan kazanım; anlam okuryazarlığı

 

Nur’lar, her şeyin Allah’a giden yolunu göstermektedir. Tefekkür yoluyla, âlemi ve âlemdekileri Yaratıcısı hesabıyla düşünmek, tam bir mânâ ve tam bir anlam okur yazarlığıdır. Çünkü her bir yaratılmış mahlûk, yaratıcı olmaksızın düşünülemez. Hatta insanı, anne karnından dünyaya, dünyadan kabre, kabirden de ahiret âlemlerine alıp gezdiren bir tarzla, tam bir okul görevi ifa etmektedir.

Bu okulda okuyan ve onunla hayata bakan bir insanın ilk kazancı, hayata ve hayattaki her şeye iman nazarıyla bakmaktır. Onun için, mezuniyeti olmayan bu okulda okuyan her insan, dünyevî kazancı, makamı, titri, etki ve yetki alanı ne olursa olsun, bir şeyi öğreniyor: Kur’ân ve Resûl-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm, bu kâinatın anlamlı iki nurudur. Bu âlemde yapılan bütün çalışmalar, bütün gelişmeler Rabbimizin isimlerini terennümden başka bir şey değildir.

 

 

Asr-ı Saadetin, asr-ı kıyamet modeli; mânâ-i harfi okulu

 

Risâle-i Nur Külliyatı, nev-i şahsına münhasır bir eğitim tarzını da beraberinde getirmiştir. Ülkesi, şehri, kampüsü olmayan; kamusal alanı, alayiş ve nümayişi, açılış ve kapanışı, eğiticileri, binaları, hademeleri, yönetmelikleri, yazışmaları, kayıtları, not sistemleri, sınıfta kalma-geçmeleri, adamına göre muameleleri bulunmayan bir muhteşem okulun adı olmuştur. Şartları ne olursa olsun, herkese kapısı açık olan, bilgiyle muhatap olan herkese, bu bilginin hikmetini, hakikatini öğreten bir okulun adıdır. Din ilimleri ile fen ilimlerinin, bir kuşun iki kanadı gibi düşünülmesi gerektiğini belirterek, külliyat içerisinde bunun modellemesini yapmıştır. Onun için dünyevî bilgisi olup, imanı olmayan ya da imanı olup dünyevî bilgisi olmayan insanı yarım olarak nitelendirmiştir.

Bu okulun çok dikkat çekici bir özelliği de, bu okulda, modern bilimler anlamındaki profesörler de, bütün farklı farklı branşlardaki eğitim alanlar da, hatta okuma yazması olmayan ama sadece sohbetleri dinleyerek istifade eden ve imanını arttıranlar da; ihlâsı, samimiyeti, sadakati nisbetinde her biri birer öğrencidirler. Mezuniyeti olmayan bir okuldur bu.

Dünyanın pek çok üniversitelerinde bu hazineden istifade eden kahraman akademisyenler mevcut. Hatta pek çoğunda nurlar ders kitabı olarak okutuluyor. Dünya her geçen gün nurunu tamamlıyor.

Üniversite boyutu bu okulun sadece bir yönüdür. Üç kişilik ailede başlayabilen, üç yüz kişilik, üç bin kişilik işyerinde uygulanabilen ve ortak hissedişleri, yani imanlı bir toplum modeli oluşturabilen bir uygulamanın adıdır.

Nihayete ermek başa dönmek demektir. Asr-ı Saadet başlangıçtı, asr-ı kıyamet ise sondur. Saadet asrına gün geçtikçe yakınlık artıyor. Dairesel döngü tamamlanıyor. Aslında bu yaklaşım bir insan ömrü için de geçerli, yani günahsız başlayan bir dünya hayatını günahlardan arınmış olarak bitirmektir. Yine Cennette başlayan süreci yine Cennette bitirmektir.

Bu sistem, henüz adı konmamış bir uygulamanın adıdır. Böyle bir eğitim modelini insanlık, sadece Asr-ı Saadette gördü. Onun için kıyamete doğru, insanlık ailesi yeni bir asr-ı saadete yakın bir fecr-i sadıkı görüyor. Mânâ-i harfî modeli. Her bir varlıkta O’nu müşahede etmek.

Bu okulun verdiği dersleri hakkıyla alabilmek ve hayatına uygulayan bir talebe olabilmek temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*