Mandela’dan Said Nursî’ye

23 sene öncesine kadar ırkçı beyaz azınlığın utanç verici bir ırk ayrımcılığı üzerine bina ettiği insanlık dışı bir rejimle yönetilen Güney Afrika’da, bu zulmün simgeleşen mağdurlarından iken, 1990 yılı başında gerek dünyadan gelen yoğun baskılar, gerekse iç dinamiklerdeki değişmeler sonucu serbest bırakılan ve daha sonra ülkesinin devlet başkanlığına yükselen zenci lider Nelson Mandela’nın vefatı, bütün dünyada derin bir üzüntüyle karşılandı.

İnsan hakları mücadelesi verdiği için tam 27 yıl boyunca ırkçı rejimin zindanlarında tutulan Mandela’nın en çok üzerinde durulan örnek özelliklerinden biri, özgürlüğüne kavuştuktan sonra bir intikam arayışına girmemesi, tam tersine bu eğilimde olanları da engellemesiydi.

“İntikam sevdasına kapılırsak iç savaş çıkar ve bundan hepimiz zarar görürüz” diyordu.

Bu yapıcı tavrı, ırkçı rejimin haksız uygulamaları yüzünden Güney Afrika toplumunda oluşan derin tahribatın tamirine, yaraların sarılmasına, zencilerle beyazlar arasında uyumlu bir beraberlik ortamının tesisine büyük katkılar sağladı.

Mandela’nın, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi ideallere ulaşabilmek için barışçı mücadele metodlarının izlenmesi gerektiğini ifade eden bu örnek duruşu, tıpkı onun gibi çeyrek asır boyunca Türkiye’deki tek parti rejiminin gadrine uğratıldığı halde müsbet hareket prensibinden asla şaşmayan Bediüzzaman’ın tavrıyla örtüşüyor.

Said Nursî de laikçilik ve ırkçılık üzerine bina edilen despot bir rejim tarafından zindanlarda, sürgünlerde amansız bir tecrit, takip ve tazyik altında tutulmuş; talebeleriyle birlikte dehşetli zulümlere hedef olmuştu. Ama bunları müsbet iman hizmeti ve mücadelesi ile aşmayı başardı.

Sonrasında da o zulümlerin sorumlularına karşı intikamcı bir tavır sergilemedi, azılıları Allah’a havale ederken, çoğuna hakkını helal etti.

Onun bu yapıcı yaklaşımı sayesinde Türkiye dehşetli bir dikta rejimini, kimsenin burnunu bile kanatmadan barışçı bir geçişle atlatabildi.

Mandela, verdiği özgürlük mücadelesinde, ülkesindeki Müslüman önderlerden Şeyh Yusuf’u örnek aldığını şu ifadelerle dile getirmişti:

“Şeyh Yusuf Cape Town’a 300 yıl önce Hollandalılar tarafından, Malay Takımadalarında beyazların kölesi olmaya razı olmadığı için sürülmüştü. Ben onu ülkemizin özgürlük savaşının büyükbabası olarak görüyorum. Robin İsland zindanlarında uzun ve yalnız geçen günlerimin yegâne cesaret ve ilham kaynağı, Şeyh Yusuf gibi büyük bir Müslümanın verdiği mücadele olmuştur.” (Ahmet Uçar, Güney Afrika’da Osmanlılar, Tez Yayınları, İstanbul: 2000, s. 49)

Mandela, insan hakları, eşitlik ve demokrasi mücadelesindeki samimiyetini, 1992’de Türkiye’nin kendisine vermek istediği “Atatürk Barış Ödülü”nü reddetmek suretiyle de gösterdi.

Böylece, “Bana hücum edenleri tahrik eden, M. Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır” diyen Bediüzzaman’la (Said Nursî ve M. Kemal, s. 24) yolu bir defa daha kesişmiş oldu.

Bütün hürriyet sevdalılarının başı sağ olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*