Manevî bahar

Kur’ân’da da, onun ahirzaman insanlığına yönelik mesajlarını açıklayan Risale-i Nur’da da bahara çok vurgu yapılır. Kur’ân’ın dört temel esasından biri olan haşir gerçeğinin ispatı için dikkatlerimizin bahardaki uyanışa çekilmesi, bunun örneklerinden biri:

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine. Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor?”
Bilindiği gibi, Rum Sûresinin 50. âyetinde yapılan bu çağrı, Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’ne ilham kaynağı oldu. Bir bahar günü Barla dağlarında ve Eğridir gölü kıyılarında gezerken tekrar tekrar bu âyeti okuyan Said Nursî, ardından haşrin ispat edildiği Onuncu Söz’ü telif etti.

Sonrasında bu eserin, tam da okullarda çocuklara haşri inkâr telkinleriyle ilgili yoğun hazırlıkların yapıldığı bir dönemde yazıldığı ortaya çıktı.

Risale-i Nur’daki diğer bütün bahislerin de, Kur’ân başta olmak üzere İslâmî değerlere yönelik taarruzlara karşı yazıldığı bir başka gerçek.

Bahar bahsine devam edecek olursak:
Bediüzzaman’ın Münazarat’ta istikbal nesillerine seslenirken “Ben acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacak” sözleriyle dile getirdiği mânâları yaşamakta olduğumuz nurlu bir süreçten geçmekteyiz.

Bu bağlamda saff-ı evvel talebelerden, Denizli şehidi İslâmköylü Hafız Ali’nin Barla Lâhikası’nda yer alan mektubundaki sözleri çok ilginç:
“Baharda zeminin yüzünde sanat-ı Rabbaniye ile her tarafta sündüsmisal (ipekli kumaş gibi) çiçeklerin açılmalarını, cüz’î şuuru olan kimse, bir kàdir-i mutlak olan Zat-ı Zülcelâlden başkasına veremez. Öyle de risaleler umumiyetle Kur’ân ömrünün asırlar, senelerinden ondördüncü asır nevruz-u sultanî misillü bir baharı taşıyorlar.”

Manidar mektubunu “Var ol ey sevgili Üstad! Sen bu Kur’ânî elmaslar ile, o koca baharın mübeşşirisin (müjdecisisin)” diye bağlıyor Hafız Ali (s. 390). Yani, yukarıda Münazarat’tan aktardığımız cümledeki derin mânâ ve müjde ile irtibatlandırıyor.

Alabildiğine çetin ve zorlu bir kışın ortasında iken “Çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin ihzar etmek (hazırlamak) lâzım gelir” (Mektubat, s. 628) diyerek, kaderin kendisine ve talebelerine yüklediği tarihî hizmet ve misyonu vurgulayan bir Üstadın verdiği müjde bu.

O müjdenin yeri geldikçe her vesileyle aktardığımız bir başka veciz ifadesi de şu satırlarda:
“Risale-i Nur’un Medresetüzzehra’sı Anadolu çapında ve âlem-i İslâm ölçüsünde genişleyeceğini, Risale-i Nur’daki hakikatin yüksekliğinden ve dikkat ve tefekkürle okuyan mü’minlerin ve ehl-i ilmin arasında vücuda gelen sarsılmaz kardeşlikten anlıyoruz. Medresetüzzehra’nın bu muazzam faaliyeti, zemin yüzünde bahar mevsiminde olan İlâhî ve muazzam neşir gibi sessiz, gürültüsüz, şâşaasız, gösterişsiz ve mütevazi, fakat muazzam bir şekilde cereyan etmektedir.”

“Ankara Üniversitesi Nur talebeleri namına Abdullah” imzalı mektubun devamı da şöyle:
“Fıtraten acul (aceleci) olan insanoğlu, âlemde hakim olan kanun-u İlâhîyi düşünmeyerek, her meselenin istediği vakitte hallolunmasını istiyor, küçük dairelerdeki vazifelerini atlayıp, büyük dairelere sapıyor. Tohumları atılmış ve sümbül vaktine gelmiş olan Risale-i Nur’un yetiştirdiği hakikî imanlı zatlar, inşaallah yakın zamanda âlem-i İslâma nümune-i imtisal olup nur-u hidayeti göstereceklerdir.” (Tarihçe, s. 987-8)

“Arap baharı” sloganı altında şiddetli fırtına ve kasırgaların estiği bir süreçte, Risale-i Nur odaklı manevî inkişaflar, aynen bu mektupta ifade edildiği gibi, sessiz, gürültüsüz, şâşaasız, gösterişsiz, mütevazi, ama muazzam bir şekilde devam ediyor. Hem de dünyanın her tarafında.

O fırtına ve kasırgalar da inşaallah, netice itibarıyla manevî istidat çekirdeklerini inkişaf ettirerek gerçek anlamda baharların önünü açacak.

Huzur arayışı içindeki insanlığa sonsuz bahar iklimlerinden ebedî saadet esintileri getirerek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*