Manevî yaraları iyileştiren bir sır “Kardeşlik”

Şahs-ı maneviye dayanmak duygusunu bizzat müşahede ettiğim ve bu hisleri hakkalyakin yaşadığım güzel birkaç gün geçirdim.
İzmir’deki kardeşlerimle aynı frekans, aynı duygu ve düşünceler içinde olduğum hissi uzun zamandır unuttuğum duyguları yaşattı. Bu atmosfer arzuladığım bir ortamdı. İnsan kardeşleri içinde gerçekten nefes alıyor, terapi oluyor ve unuttuğu bazı değerleri, hakikatleri tekrar teneffüs ediyor.

Sanırım insan ruhunun bakımı, manevî değerlerle olduğu gibi samimî dost ve kardeşlerle de olabiliyor.

Düşünebiliyor musunuz, uçağınızdan iniyor ve bir saatlik bir yolculuk yapmak üzere yola çıkıyorsunuz. Şoför koltuğunda maddî manevî hayatını hizmet-i imaniyeye adamış ve pek çok talebe yetiştirmiş bir kahraman, arkada ise ahir zamanın olanca karanlığından kendini kurtarabilmiş ve bir Nur medresesine kendini vakfetmiş mübarek bir genç ve iki yanında da, yine ömrünü Kur’ân’a hizmetle geçirmiş iki tane duâ kapısı mübarek ablalar. Ellerinde bir kahvaltı tepsisi ve size uzatıp “acıkmışsınızdır gidinceye kadar bir şeyler atıştırın” diye seslenen şefkatli ve ince ruhlu sesle ilk dersinizi alıyorsunuz.

Böyle dostsuz bir zamanda, insanların menfaati uğruna birbirlerini maddî manevî yaraladığı bir asırda, sizi iyileştiren, hatta yaralarınızı saran, samimî dostlar bulmak ne çok şükredilecek bir nimettir.

Maalesef, hayat-ı içtimaiyenin kemaline, terakkisine en birinci basamak olan uhuvvet ve muhabbet hisleri ve ruhu besleyen kardeşlik manzarası bugün pek çok yerde bozulmaya başlamıştır.

Kardeşlik samimiyet, ittihat, meşveret gibi çok önemli kavramların yıprandığı, yıpratıldığı ve imtihanın da şiddetlendiği dönemlerden geçmekteyiz.

Bu kadar kardeşliğin tesisine ehemmiyet veren ve bunu ihlâs ve uhuvvet düsturları ile sistematize edip temellendiren bir Üstadın talebeleri olarak, bu hakikatler, neden sosyal yaralarımızı iyileştirmiyor?

Neden ehl-i iman böyle ihtilâfları derinleştiren, gıybet, husûmet, tarafgirlik, cehalet, cerbeze ve önyargılardan kurtulamıyor?

Evet, pek çok sebep vardır. Bir parmak, kimisinin makam sevgisini, kimisinin hırsını, kimisinin tamasını, faziletfüruşluğunu, tembelliğini, enaniyetini, ırkçılığını, inhisarcılığını, kıskançlığını… gibi muzır madenleri zaafları işletiyor.

Elbette bu durum böyle devam etmeyecektir. Bediüzzaman’ın Münâzarât adlı eserde, “Neden böyle bulanıktır, safi olmuyor?” sorusuna verdiği cevap bizim de bu meseleyle alâkalı kaygı ve sorularımızın cevabı oluyor: “Bir bulağbaşı (Pınarbaşı), çok zaman taaffün ve tesemmüm etmiş (kokuşmuş ve zehirlenmiş), içine çok pislik düşmüş, sonra da onu tasfiye (temizlemek) için o pislikler içinden çıkarılsa ve bir havuz gibi yapılırsa, acaba pınarın suyu bir zaman bulanık gelmeyecek mi? Fakat merak etmeyiniz akıbet berrak olacaktır.”

İşte bu müjdenin gerçekleşmesi için, meşverete dayalı bir sistemi işletmek, şeffaf bir yapılanmaya ehemmiyet vermek ve geçmişe dayanan husûmetleri geride bırakarak kardeşçe kucaklaşmak şarttır.

Önyargılara, gıybete, cerbezeye geçit vermemek ve hizmet gündemli bir araya gelişleri arttırmak lâzımdır.

Hasılı, güvenin yitirildiği ve ağzı olan herkesin doğru, yanlış konuştuğu ve zihinlerin negatifliklerle kirlendiği böyle bir dönemde ehl-i tahkik olmak çok önemlidir.

Müfritane irtibat ihtiyacının en fazla olduğu şu hassas dönemde, her meseleyi istişare ile çözmek, ihlâs ve uhuvvet düsturlarıyla tesanüdü muhafaza etmek, inşallah pek çok kimsenin savrulduğu ve ayakların kaydığı bu kaygan zeminde istikameti, sebat ve metaneti netice verecektir.

Yasemin Yaşar

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*