Margaret Thatcher, muhafazakârlık veya neoliberalizm

Tony Blair olmasaydı Demir Leydi’nin cenazesi devlet töreniyle kalkmayacak mıydı? Marksist bir yazarımız bu imtiyazı kendisine daha yakın gördüğü Blair’e atfediyordu yazısında.

Köşesinde yıllardır dünyayı ve icraatlarını unutmuşçasına yaşayan Thatcher’ın ölümüne –kendilerini solcu zannedenler- o kadar sevindiler ki… Yarım yamalak İngilizceleriyle Londra’daki yoldaşlarının mırıldandığı şarkıları dudaklarından eksik etmiyorlar. Kendilerine göre Leydi’nin kötülüklerini mutlaka büyüklerinden duymuşlardır. Liberal ekonominin dayandığı felsefî duvarları, liberalizmi dönüştüren düşünürleri, Karl Popper’ın Platon, Hegel ve Marks’a uzanan değişim süreçlerini ve onların icracı şakirdi Soros’u tanıyanlar, Thatcher’a daha dikkatli yaklaştılar. Onun İngiltere’nin son yarım asır içindeki siyasî başarılarına, hatta Falkland fatihliğine inananlar, bu resmî merasimi hak ettiği kanaatine vardılar. Çocuklar gibi  “ölüme!” eğlenen yazarların çoğu ne Thatcher’ın icraatlarından ve ne de İngiliz solunu besleyen kaynaklardan haberdardılar.

Bediüzzaman’ın “Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal” sözünü Popper duysaydı, mutlaka sahiplenirdi. Semavî dinleri ve onların ahlâkî prensiplerini reddeden din karşıtı felsefenin en önemli sloganıdır değişim. Her doğruya kuşkulu yaklaşım prensibi her gün yeni doğruları doğuracaktı. Zira bu felsefenin sabit doğruları yoktu. Geçmiştekilerin hepsi yanlış ve bazıları hurafe olunca, aklın her gün yeniden bulduğu doğruyu geçici de olsa kabullenmek gerekirdi. Asya kıt’asında yaşayıp, kimliğine “Müslüman” bilgisi ekledikten sonra yaratılışı, dini, tarihi, ekonomi ve siyaseti bir İngiliz, bir Avrupalı gibi düşünenlerin dehşetli yanlışlığına düşenlerin “yaklaşımlarını” anlamanın zorluğunu otuz küsur senedir yaşıyorum. Biz Asyalılar veya Müslümanlar, tevhid temelindeki doğrulara inanagelmişiz. Binbeşyüz senedir gelenek ve tarihle bize ulaşan doğrularımızın, ikiyüz seneden bu yana semavî dinlere karşı çıkarken en çok İslâmiyete sataşan Avrupalı feylesoflarca nasıl sorgulandığını çok iyi biliyoruz. Bugün bile Avrupa medeniyetindeki binlerce resim ve yazı ile bu sorgulamanın, iftiraya varan sataşmaların ve hatta ortadan kaldırmak üzere silâhlanmanın seslerini işitiyoruz. Bu kadar insafsızca, önyargılı ve tarafgirane sorgulamalara rağmen günümüzde yüzlerce Avrupalı aydın “İslâmiyet’in doğrularını” kabul ediyorsa, aydınlarımızın duygularını işgal eden Avrupa’nın siyasî, ekonomik ve felsefi doğrularını yeniden teşrih etmek gerekiyor kanaatindeyiz.

LİBERAL EKONOMİ VE THATCHER

Liberal kelimesi bana merhum Erbakan’ın mizahî üslübunu hatırlatır. AKP kurmaylarının, bir zamanlar saflarında birer akıncı olarak koşturdukları MSP’ye göre AP, yani demokratlar liberaldiler. Renksiz ve liberal kelimelerini tahkir ve techil için kullanırdı merhum. Yukarıda da arz ettiğimiz üzere Avrupalıların zihnindeki siyasî ve felsefî tabirlerle, bize ezberletilen manalar arasında büyük farklılıklar vardır. İkinci Dünya Savaşı öncesinin şartlarından İngiltere’ye kaçan Musevî asıllı Avrupa feylesoflarının şaha kaldırdığı solcu İşçi Partisinin devleti bitap düşüren sosyalist politikalarından ülkeyi ekonomik programlarıyla kurtaran Margaret Thatcher, solun seslendirdiği tezlere karşı serbest piyasa ekonomisini öne çıkarmıştı. Hantal, eli kolu bağlanmış, icrayı kilitleyen sendika vesayetini ve sosyal devleti yatalak hale getirmiş politikaları ortadan kaldırdığı için elbette ki solcular karşı çıkacaklardı. Avrupa şartlarında ve İngiliz siyasetindeki bu başarının Türkiye’de uygulanabilirliği tartışılmadan, ihtilâl hükümetlerince ülkemize tatbiki, Anadolu’yu yer altı ve yer üstü varlıklarıyla “satılık” hale getirdi. İngiltere’nin tarihi, kültürü ve gelenekleri bizim milletimize fazla birşey anlatmıyordu. Bir taraftan ihtilâl, diğer yandan cehalet sarmalındaki Türkiye’yi 1983’ten 2013’e kadar yavaş yavaş tüketenler, ne Marks’ı, ne Freud’u, ne Karl Popper’ı ve ne de Frederich A. Von Hayek’i tanımamışlardı. Liberal Leydi; İngiltere kilisesine, Avrupa geleneğine ve İngiliz değerlerine olan bağlılığından dolayı bu millî merasime mazhar olmuştu. Gelenekçi, değişimci ve serbest piyasacı İngilizleri kızdıracak veya üzecek bir özelleşmeye gitseydi, elbette ki bu ilgiyi göremezdi.

THATCHER KOMÜNİSTLERİN TAHTINA OTURUNCA…

Başarıyı şartlar beraberinde getirmişti. Dünya Sovyetler’in dağılış şokunu yaşarken, Demir Leydi muhafazakârlık tahtına çıkmıştı. Bu yeni dönemi kendisine göre doğru okurken, solun şaşkınlığından istifade ile eski Marksistleri yanına çekmeyi başarmıştı Thatcher… Popper ve Hayek gibi Freud’un hemşehrilerini ve talebelerini yanında buldu. Solun Londra’daki bu ölümcül hali, çok ilginçtir, komünistleri kısa zamanda dönüştürecekti. Özde Marksist olup tarz olarak Troçki’yi takip edenler bundan böyle “neokonservatif,” serbest piyasa, özgürlükler ve sivil yapılanmayı müdafaa edenler de “neoliberal” kimliklerini alacaklardı. İki asırlık tarihi olan İşçi Partisi de “yeni muhafazakâr veya yeni liberal” gömleklere bürüneceklerdi. Aslında Popper’ın açık toplumcu, Hayek’in serbest piyasacı liberal ekonomist olmaları Marksizme bir ihanetti. Ama Popper her yeni ortaya çıkan görüşe “eskisinden daha doğru” diyerek kendini savunabilir.

Bediüzzaman “Menfaat üzerinde dönen siyaset canavardır” diyor. Hele Avrupa siyaseti ve bilhassa Londra söz konusu olduğunda menfaatten başka birşey düşünülür mü ki…Kendisinden “dünya finans merkezi” diye bahsettiren Londra’da mevzilenmiş neoliberallerin kontrolündeki “çekirge sürüleri” ile “köpek balıklarını” da resme dahil ettiğimizde Margaret Thatcher’ın siyaseti ve bilhassa kaynağı Marksizm ve materyalizm olan mevcut siyasî ve ekonomik anlayışları ne denli etkilediği kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Avrupa’da olup bitenleri onların çerçevesinde normal karşılarken, AKP’nin neoliberallerin liberal ekonomi veya serbest piyasa altında eline tutuşturduğu programları on küsur yıldır aynen takip etmesini hâlâ anlayamıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*