Matematikle her şeyi izah mümkün mü?

Pisagor’un hayallerini süsleyen ideal, varlık âlemini matematiğin net kuralları ile izah edebilmek olmalıydı. Bu sebeple tarih boyunca pek çok dönemde matematik bütün bilimlerin anası ve varlığın izah edilebileceği gizemli bir alan olarak kabul edilmiştir. Her şeyin temelinde müzik, matematik ve mistik düşüncenin var olduğu düşünülen Pisagorcu düşüncede müziğinde alt yapısının matematik ile şekillendiğine inanılmaktadır.

Her şeyin aslının sayı olduğu inancı ile varlığın ideal izahının matematik ile yapılabileceği düşüncesi hakimdir. Bu anlamda sonraki dönemlerde de bilimi etkileyen önemli bir arayış fiziki nesnelerin matematiğin dili ile ortaya konulabilmesi arayışı olmuştur.

Akıl maddî âlemin anlaşılıp bir anlam içerisinde değerlendirilebilmesi için en önemli araçlardan biri olmalı. Ancak bu melekenin işleyiş alanı ve sahip olduğu veriler açısından birikimi ortaya koyduğu sonuçlar açısından büyük önem arz ediyor. Mantık kuralları aklın üzerinde gideceği yol oluşturma açısından önemli bir alt yapı oluşturma ve insanın maddî âlemle ilişkilerini belirleme açısından önemli bir yere oturuyor. İnsanın mülk boyutu ile olan ilişkileri esas olarak matematik ve mantığın belirlediği bir alana oturtulabilir. Varlık âleminin işleyiş kuralları çerçevesinde doğru ilişkiler ancak bu çerçeveye oturtulabilir. Zaten mülkün katılığı ve işleyen kuralların pek esnek olmaması çoğunlukla bu duruma zorlamaktadır. Matematik kurallarının işlediği akıl ve mantık alanında bu kurallara uymama bir anlamda fıtri şeriat kurallarına itaat etmeme anlamına geldiği için, çoğunlukla maddî çarkların işleyişi içinde ezilme sonucunu doğuracaktır. Aklın ve matematiğin alanında bilim kuralları işlemekte, çünkü bilimin ana yapısını bu alanın incelenmesi sonucu ortaya çıkan kurallar oluşturmaktadır. Maddî planın şekillendirilmesinde akıl ve bilim gerçekten çok önemli yol gösterici unsurlar ve esas alınması, dikkat edilmesi gereken belirleyicilerdir. Bu unsurlar maddî varlığın işleyişini okudukları için onlara uyulmaması yine varlığın işleyişi ile cezalandırılacaktır. Böyle bir itaatsizlik başarısızlık, geri kalmışlık, refah seviyesinin düşüklüğü, hayatın kalite düzeyinin azalması gibi sonuçları doğuracaktır.

Hayatımızın ve şu ana kadar yaşanmış insanlık tecrübesinin önümüze koyduğu çok önemli bir tecrübe de varlığın yalnızca maddeden ibaret olmadığı ve işleyişin tamamını aklın işleyiş kurallarına sığdırabilmenin ve matematiğin verileri ile izah edebilmenin mümkün olmadığıdır. Âlemlerin Yaratıcısı’nın özelliklerinde, yani sıfatlarında çoğunlukla matematiğe ya da doğru yorumlanmış bilime aykırı bir taraf olmamalıdır. Çünkü matematik ve bilim O’nun maddî âlemde işleyen ve adet haline dönüştürdüğü uygulamaların bir sonucu olup kaynağını O’ndan almaktadır. Ancak bunlar O’nun özelliklerinin ve sıfatlarının sadece belirli bir açıdan görünüşünü, sadece maddî planda algılanan şeklini ifade etmektedir. Orada yansıyanlar O’nun özelliklerinin tamamı olamazlar ve O’nun sahip oldukları maddî âleme ve aklın alanına tamamen sığmayacak kadar geniş ve maddenin kuşatamayacağı şekilde sınırsızdırlar. İnsan ise O’nu anlamaya, O’nu hissetmeye, O’nu sezmeye namzet olarak yaratılmış bir varlıktır. O yüzden idrakini, sezgilerini ve algılarını maddi alemle sınırlamamalı, sadece kendi aklının sığlığına indirgememelidir. Varlığın genelinde hissedilen külli akıl ve eşya içinde gözlenip eşyanın ötesine geçen özellikler de fark edilebilmeli, numuneler ve gölgeler âlemi asıllar ve menbalar olarak algılanmamalıdır. Âlemimizde yaşananlar sadece gerçeğin ip uçlarıdır, kendisi değildir. Gerçeği yalnızca maddî âlemde aramak ve yalnızca aklıyla aramak idrakin sığlığına ve hayallerin, sezgilerin, güçlü intikallerin âlemlerimizde oluşturduğu zenginlikten uzak kalmaya ve mânâların yalnızca algıların darlığında kalmasına yol açacaktır.

Matematik özellikle maddî varlık alanının işleyiş kurallarını anlama ve bağlantıları kurma anlamında önemli bir araç olarak önümüze çıkmaktadır. Ancak özellikle soyut gerçeklikler alanında matematik kurallarının netliğinde izahlar pek çok zaman mümkün olmamaktadır. Bu durumda ortaya konması gereken yaklaşım varlığın herhangi bir bilimin kuralları çerçevesi içine sığdırılmaya çalışılmaması, bilimlerin sadece anlamlandırmak için araç olarak kullanılmasıdır. Âlemlerin Rabbi işleyişlerinde bizim aklımıza ve bilimin kurallarına uymak zorunda değildir. Böyle olduğunu da varlığın genel işleyişinde farklı vesilelerle ortaya koymaktadır. Varlığı kuşatan külli akıl her zaman ferdi akıllarla ve akılların ürünü olan bilim ile uyuşmayabilir. Burada problem özellikleri farazi ve tebei olan idraklerdedir. Asıl büyük problem ise külli aklın işleyişlerini kendi dar aklının işleyişlerine sığdırmaya ve o sığlık içinde izaha kalkışmaktır. Benliğin tezahürü olan böyle bir hal ferdin âleminde pek çok hakikatlerin gizlenmesine ve algıların darlığına hapsolmuş bir âlemde yaşamaya yol açacaktır. Akıl, kalp, vicdan, kader, cüz’i irade gibi kavramları, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) mucizelerini, Hazret-i Meryem’in bilinen kurallar dışında hamile kalışını, Hazret-i İsa’nın semaya çekilişini aklın ve bilimin ışığında anlayabilmek ya da izah edebilmek her ferd için mümkün olmayabilir. Ancak insanî akıl ile izah edilememeleri var olmadıkları, mümkün olmadıkları anlamına gelmez. Her şey insanın aklına ve algılarına ya da kabullerine uygun olmayabilir. İnsan belirleyici değil, gözlemci konumundadır. O halde önüne çıkan mânâları gözlemeli, doğruluğu açısından sorgulamalı, ancak hiç bir şeyin her an bir atomdan bütün kâinatı halk eden kudrete ağır gelmeyeceğini unutmamalıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*