Mazlûmun feryadı

 

Olayların gürültüsü içinde kaynadı gitti. Tam seçim atmosferine adım atarken, yine bir takım şer güçlerin planladığı, Allah’a şükür ki, can zâyiâtı olmadan kurtulduğumuz kötü bir senaryo sahneye kondu. Hemen inançlı kesimin sırtına yüklenebilecek bir cinâyet teşebbüsü, lütf-i İlâhî ile ucuz atlatıldı. Ressam Bedri Baykam’a ve asistanına yapılan bıçaklı saldırıdan bahsettiğimi anlamışsınızdır…

 

Bizim anlayış ve inancımıza göre, herkesin canı, malı, nâmûsu, haysiyeti, fikri vesâir kendisini ilgilendiren hususlarda hukuk çerçevesindeki davranışları kutsaldır; dokunulamaz. Bu şahıs ister en yakınımız olsun, ister en uzağımız; farketmez! Dost veya düşman olması, ayrı fikir ve inanca, ayrı yaşayış tarzına sahip olması sonucu değiştirmez.
Saldırıya uğrayan şahıslarla on konuda ayrı düşünsek, doksan hususta müşterekliğimiz vardır: yalnızca insan olmak, haklarına saygı göstermek için yeter de artar bir sebeptir. Bir kişinin hiçbir fikir veya davranışını beğenmesek bile, onun hayat hakkına tecâvüze hakkımız yoktur. Hayır, eksik oldu: yalnız hayat hakkına değil; kanâat, düşünce, davranış, ifâde haklarına… Bir insan, ancak hukuk kuralları çerçevesinde sorumlu tutulabilir. Ancak, âdil mahkemeler eliyle kişiye veya topluma karşı işlediği suçlardan dolayı yargılanabilir ve cezâlandırılabilir.
Her zaman ve zemînde maalesef bu şekildeki saldırılar, sû-i kastlar, cinâyetler işlenmektedir. İnsanı bu haksızlıklardan ziyâde üzen konu ise, yaralandığı zaman Bedri Baykam’ın çâresiz çırpınışı karşısında toplumumuzun gösterdiği duyarsızlıktı… Adamcağız can derdi ile bas bas bağırırken, kameraman ve diğer basın mensupları “haberi kurtarma” peşinde idiler. Kimi arabasına binip kaçtı, kimi görmezden, duymazdan geldi. Aman Allahım! İnsanlık adına ne utandırıcı bir levha idi…
Üzülerek belirtmek gerek ki, bir takım olayları yaşayan, gören, duyan halkımız resmî görevlilerin incitici muameleleri ile karşılaşmak ihtimâli ile de olsa, böyle hâdiseler karşısında uzakta durmayı tercîh edebiliyorlar. Bir kazada yaralanmış kişiyi arabası ile hastaneye götüren yardımseverlerin başına gelenler, polis ve adliyenin şüpheli işleminden paçayı zor kurtaranlar az mıdır?
Yaralıyı arabasına alan kişi, onun araçta ölmesi ihtimâli karşısında vicdânı ile mevzûâtın katı pençesi arasında bir tercîh yapmak zorunda kalmaktadır. Ve yine üzülerek belirtmek gerektir ki, yüzde doksan vicdân mağlûp olmaktadır. İnsanlık ölmeden önce îtimat öldürülmüştür. Kimsenin kimseye güveni kalmamıştır. Bürokrasi de kolaycılığı tercîh ederek, herkesi baştan suçlu saymakta ve kişinin mâsûm olduğunu ispatlaması için elinden gelen kolaylığı (!) sağlamaktadır.
Bâzı kere, yolda kazaya uğramış süsü verilen soyguncular; hasta veya yaralı numarası ile bindiği otomobili gasp eden zâlimler ilk planda akla gelivermektedir. Hani, eski bir hikâye vardır; bir zâtın çok sevdiği ve o çevrede benzeri bulunmayan atına göz diken hırsız, atlının geçeceği yola uzanıp baygın numarası yapmış. Atlı, adama yardım etmek için atından inip, güç–belâ atının üstüne yüklemiş. Atı yedip giderken, hırsız dizgini kaptığı gibi atı kaçırmış. Adam arkasından seslenmiş: “Atı çaldın çalmasına da, itimadı öldürdün. Bundan sonra kimse yolda yardıma muhtaç olanlara yardım etmeyecek!” Demek, o çağların hırsızları da insaflı imiş. Bu söz üzerine hırsız geri dönüp, özür dileyerek atı iâde etmiş ve: ”Aman itimat ölmesin, ben başka bir at çalarım” demiş.
Baykam’ın yaralanması olayında, onu arabasına almaktan kaçınanların da belki böyle bir düşünceden dolayı vicdânlarının sesini dinleyemediklerine inanmak istiyorum. Böyle bir durumda şahsını, aracını, çıkarını düşünenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyoruz, maalesef… İnsanları bu hâle kimlerin ve nasıl getirdiklerini hatırlatmakla yetineceğim yalnızca; yoksa işin temeline inmek ve bütün sebeplerini incelemek için ciltlerle yazı yazmak lâzım olduğunu, sizler de takdîr edersiniz.
Bu milletin bütün iyi özelliklerini ortadan kaldırmak için çok uzun yıllar çalıştılar. Başarılı da oldular. Utanarak îtirâf edelim: Yıkıcılar yapıcılardan çok… Taş kendilerine dokunduğunda bağırıp çağıranlar, kendi elleriyle yonttukları bu taş kalpli insanların yüreklerini, ne yazık ki, yumuşatamazlar.
Her zâlimin karşısında, her zulme uğrayanın yanında olmak zor değil! Her yer ve zamanda, her türlü zulme uğrayanlara, mânen ortak oluyor ve Allâhu Teâlâ’dan yardım diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*