Mecelle’den anayasaya

53. vefat yıldönümünde bir kez daha rahmetle andığımız Bediüzzaman Said Nursî, bir asrı aşkındır üzerinde çalışılmayı ve içinin doldurulmasını bekleyen son derece önemli tesbitlerinden birini şöyle ifade ediyor:

“Hakaik-ı meşrutiyetin (demokrasi prensiplerinin) sarahaten (açıkça) ve zımnen (örtülü olarak) ve iznen (müsaade edip onaylamak suretiyle) dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dava ettim.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 124).

Fıkıhtaki dört mezhebin içtihatlarını bu gözle tahlil eden bir çalışma bugüne kadar yapıldı mı?

Bediüzzaman bu sözüyle Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî fakihlerinin tarih boyunca ortaya koyduğu güçlü ve zengin birikimden hareketle özgün bir anayasa ve kamu hukuku geliştirilebileceğini, böylece “çağdaş hukuk”a da İslam kaynaklı ciddî katkılar sunulabileceğini vurguluyor.

Sonuç alabilmek için, üniversite çapında köklü bilim kuruluşlarında nesiller boyunca devam etmesi gereken son derece önemli bir çalışma bu.

Ama Said Nursî söylemiş ve orada kalmış…

Sonra, o istikamette hiçbir adım atılmamış.

Oysa başlatılabilmiş ve akabinde nesilden nesile devredilip geliştirilerek devam ettirilebilmiş olsaydı, bundan hem İslam âlemi, hem de bütün insanlık çok büyük istifade ve kazançlar sağlardı.

Bu çerçevede, ülkemizde ciddî gerilimlere sebep olan şer’î-laik hukuk ikilemi yaşanmaz; vahiy prensipleriyle akıl eksenli arayış ve açılımlar ortak zeminlerde buluşur; bunun getirdiği sentezler toplumun önüne yeni pencereler açabilirdi.

Bediüzzaman, “Meb’usana hitap” başlıklı bir makalesinde de milletvekillerine, meşrutiyetteki hakikatleri ve kanun-u esasîdeki (anayasadaki) hükümleri daha mükemmel ve açık şekilde şeriat-ı garradan çıkarıp düzenlemeleri için din âlimlerine başvurmaları çağrısında bulunuyor.

Ve milyonlarca dâhînin Kur’an ve Sünnetteki kat’î nasslardan çıkardığı hüküm ve içtihatlarla Tuba ağacı gibi dal budak salmış; siyaset ve maslahatın gereği olarak herhangi birinin herhangi bir meselesine tutunma yolunun açık olması ile, Kur’an’daki “Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır” (En’am Suresi, 59) sırrını tefsir eden dört mezhebi “sonsuz cevherlerle dolu tükenmez bir hazine” olarak niteliyor Said Nursî.

İçtihad Risalesi’nde geçen “Selefin içtihatlarıyla bütün zamanlara dar gelmeyen fikirleri” anlamındaki sözleri bu manayı teyid ediyor (Sözler, s.779).

Fıkıh âlimlerine anayasa hükümlerini daha mükemmel şekilde şer’î kaynaklardan çıkarmalarını tavsiye ederken, “Nasıl ki az himmetle Mecelle-i Ahkâmı tanzim ettiler” deyip, bu işin onlar için zor olmayacağını gösteren başarılı bir örnek olarak Mecelle’ye atıf yapıyor (Age, s. 30-1)

Bilindiği gibi, Ahmet Cevdet Paşanın başkanı olduğu bir heyet tarafından hazırlanan Mecelle, bilhassa Medenî Kanunun İslamî alternatifini ortaya koymayı öngören bir projenin ilk adımıydı.

Mecelle bugün dahi her fırsatta atıf yapılan ve referans gösterilen bir kaynak olarak literatürdeki yerini aldı, ama ne yazık ki arkası gelmedi.

Tıpkı, Said Nursî’nin tesbit ve çağrıları gibi.

Bu projeler hâlâ sonuçlandırılmayı bekliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*