Meçhule gidiş

Ülkemizde artık herkesin endişeyle baktığı bir meçhule gidiş var. Ekonomide, eğitimde, iç ve dış politikalarda, sınırlarımızda, terör belasında, barışta, hukukta, demokraside, diyanette, ahlâkta.. Hülâsa her alana sirayet eden bir meçhuliyet!.

Türkiye’yi AB’de görmek isteyen Avrupa ülkeleri de, bu gidişattan endişeli.

Bazı alanlardaki iyiye, ileriye gidiş olarak gözlemlenen ve ümit veren gelişmelere bile artık tereddütlü bakılıyor. Zira devletin yapısı sorgulanır ve tartışılır hale getirildi. Kol kola beraber yürüyüşün adı, birdenbire “paralel yapı” oluverdi. Hükümet, hedefindeki devasa problemleri çözmekle meşgul olmak yerine, dönüp kendi iç bünyesiyle meşgul olmaya başladı. Bu işlerin perde arkasının başka olduğunu, her iki kanada “rol” biçen başka zinde güçlerin varlığını tahmin edebilmek için illa da bir başka “paralel yapı” olmaya gerek yok. Benim gibi bîhaberler bile bunun ipuçlarını görebiliyorlar ve sinyallerini alabiliyorlar…

Denilebilir ki, mevcut sıkıntıların bir sebebi de, iktidarın alternatifsizliği ve muhalefetin zayıflığıdır. Muhalefet yapılırken de, yasal-anayasal çerçeve her zaman korunmalı, ahlâki olan tercih edilmeli. Alternatif üretilmeli, sadece iktidarın icraatlarını tenkidle yetinilmemeli. Kasetlerden, dedikodulardan ve menfiliklerden medet umulmamalı.

İktidarın da, demokratik muhalefete tahammüllü olması gerekir. İktidarda kalma hakkının sadece kendisine ait olduğunu düşünme, her şeyi ona göre dizayn etme, darbe sonrası icazetli ve vesayetli partilerin refleksidir. Bu refleksi en bariz ve açıktan gösteren ANAP olmuştu. Fakat, 1987 referandumunda siyasî yasakların kalkmasıyla ortaya çıkan güçlü muhalefet ve iktidar alternatifleri karşısında daha fazla mesafe alamadılar.

Barış için, çözüm için atılan adımların hangi hesaplar içinde nasıl başladığı ve nereye varacağı hususunda da maalesef netlik yok. Doğuda ve Güneydoğuda sokak olaylarına destek veren bir partinin,  politikalarını “özerklik” talebine bina etmesi endişe verici. Siyasî iradenin, sürekli güven ortamı oluşturması lazım. Dostluk, arkadaşlık, komşuluk, kardeşlik ve beraberlik unsurlarının daha da güçlendirilmesi zaruri iken, daha da ayrıştıcı bir dilin kullanılır olması, izah edilir gibi değil.

Bediüzzaman’ın, “Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi, bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lazım ve zaruridir” dediği esaslara bakalım:

1-Hürmet, 2-Merhamet, 3-Haramdan çekinmek, 4-Emniyet, 5-Serseriliği bırakıp itaat etmektir.

“Risale-i Nur hayat-i içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsi bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, …” (Bkz. Şualar, s. 307)

Mevcut politikalar, karşılıklı sataşmalar; bu esasları güçlendirmek yerine, bilakis zayıflatıyor. Endişeyle izlenen gidişatta, denilebilir ki, asıl usulsüzlük ve yolsuzluk, mevcut siyasetin usulünde ve üslubunda görülüyor.

FAİLİ MEÇHUL OLAYLAR

Türkiye’de faili meçhul olayların, siyasî ve sosyal boyutunu istihbarat birimlerine havale ettikten sonra, yaklaşık yirmi yıldan beridir “faili meçhul suçlar” söylemlerinin ve nakaratlarının kulaklarımızı tırmaladığını söyleyebiliriz.

Gerçi faili meçhul suikastler ve cinayetler artık maziye gömülse de, faillerinin nerelere gömülü (!) oldukları hâla açıklanamadı. Bugün daha ziyade faili bilinmeyen, yahut bilinse de bildirilmeyen gayr-i meşru, usulsüz, yolsuz olaylardan söz ediliyor. Bütün bunlar, ülkenin topyekûn gidişatını meçhule büründürüyor..

Bu söylemler o kadar uzadı ve uzadıkça faili meçhullerin akibetleri o kadar karardı ki, karamsarlıklara yol açtı. Ümitsiz vak’alar haline geldi. Ümitlerini yitiren mağdurlar da, akibeti meçhul hallere büründüler. Yanlı yargılamalar, hukuka olan güveni sarsıyor. Zulme maruz kalan mağdurları kahra giriftar ediyor..

Bu durum bize, Bediüzzaman’ın müdafaasında geçen ibretli bir hikâyeyi hatırlatıyor:

“Bir zaman, bir padişahın müptelâ olduğu bir hastalığın ilâcı, bir çocuğun kanı imiş. O çocuğun pederi, çocuğu, hâkimin fetvasıyla bir para mukabilinde padişaha vermiş. Çocuk, mecliste ağlamak ve şekvâ yerine gülmüş. Sormuşlar: ‘Neden istimdad etmiyorsun, şikâyet etmiyorsun, gülüyorsun?’ Demiş ki:

“İnsan, musibete giriftar olduğu vakit, evvel pederine, sonra hâkime, sonra padişaha şekva eder. Benim pederim, beni kesilmek için satıyor. İşte, hâkim de ölmekliğime karar veriyor. İşte, padişah benim kanımı istiyor. Bu antika ve pek garip ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı, ancak gülmekle mukabele edilir.”

Allah (c.c.) akibetimizi hayreylesin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*