Meclis’te başörtüsü tartışması

Meclis Genel Kurulu’nda kadın milletvekillerinin pantolon giymesi teklifine, “kravat ve başörtüsü”nün eklenmesi, başörtüsü tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.

Ne var ki kadın milletvekilleri ile personelin “tayyör, ceket ve pantolon giyebilecekleri”ne dair BDP’nin önergesinde, “dinî inancın gerekli kıldığı başörtüsünü takabilir” ibâresiyle başörtüsünün bir tek “dinî gerekçe”ye bağlanması, beraberinde ciddî sakıncaları getiriyor.

Oysa “önergenin gerekçesi”nde belirtildiği gibi, söz konusu değişikliğin, “toplumsal ve sosyal adâletsizliğin giderilmesi” ve insan hakları ile özgürlükler açısından ele alınması yeterli olacaktı.
Zira “dinî inancı gereği” cümlesiyle, her ne kadar bir gerçeğin tesbiti olarak vurgulansa da, “başını örtme mecburiyeti hisseden ve böyle inanan kadınlara din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde imkân tanınması” haklı bir talebin ifâdesi olsa da, bunun daha önce olduğu gibi yeniden bir “yasal engel”e takılacağı belirtiliyor.
İnsan haklarının ve inancını yaşama hakkının en temel unsurlarından olan biri olan kılık kıyafet özgürlüğünün de diğer hak ve özgürlüklere dair konular gibi bir defa daha “laiklik” bariyerine takılarak politik polemiklere kurban edilmesi endişesine hak verdiriyor…

“DİNÎ GEREKÇE” ALEYHTE KULLANILIR…

Çünkü bu konuda Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın “dinî inancı gereği başörtüsü”nü “laiklik ilkesi”ne dayandırarak yasaklayan kararları var.
Anayasa Mahkemesi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununu değiştiren Ek 16. maddesinde, “Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” hükmünü, “din kurallarına göre düzenlendiği ve dini kaynak aldığı” gerekçesiyle iptal etmişti. (Resmî Gazete, 5.7.1989)
Yine Anayasa Mahkemesi’nin 28.10.1990 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan, “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” ibâreli Ek-17 maddenin iptali kararında da “dinî gerekçe” yer alır. 12 Eylül darbesi lideri Evren’in “Cumhurbaşkanı” sıfatıyla açtığı dâvâda, Anayasa Mahkemesi, “önemli bir düzenlemenin dine göre yapılamayacağı” gerekçesini kullanır.
Anayasa Mahkemesi aynı “gerekçe”yi Refah Partisi’nin kapatılması ile ilgili kararında da gösterir. “Dini gerekçelerle başörtüsünü/türbanı kamu alanında serbest bırakan bir düzenleme yapılamayacağını” hükme bağlar. (Resmî Gazete, 31.07.1991)
Kısacası süreç boyunca yasakçılarca, Mahkemenin iptal edemediği maddenin “gerekçesi”ndeki “dinî gerekçe” bol bol istimal ve istismar edilir…
Keza Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında kılık ve kıyafete dair hiçbir yasal hüküm bulunmamasına rağmen, Danıştay ve yasakçı üniversiteler daha sonra hep Anayasa Mahkemesi’nin bu “gerekçesi”ne sığınarak yasağı sürdürdü…
Özellikle 12 Eylül darbesi sonrasında yasak bu uyduruk “hukukî kılıf”a büründürüldü. Bu antidemokratik dönemde evvela 22.07.1981 tarihli “Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik”le başörtüsü yasağı getirildi.
Ardından yine 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan ve “darbe anayası”nda güvence altına alınan YÖK ve üniversiteler bu “gerekçe”yle yasadışı yasağı dayattılar. Anayasanın 24. maddesindeki “din ve vicdan hürriyeti” hükmüne ve 42. maddesindeki, “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” hakkına rağmen, bu “gerçekçe” ile kılık ve kıyafet yasağını koydular. Sırf inancı gereği başörtüsünden dolayı eğitim hakkı engellendi. Yüzbinlerce öğrenci eğitim hakkından mahrum edildi.
Devletin din işleriyle ilgili anayasal bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun başörtüsünün tesettürün bir parçası olarak Kur’ân ve Sünnet’in hükmüyle “dinî bir vecîbe” olduğuna dair fetva kararlarına rağmen…

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER ESASI…

Neticede “laiklik ilkesi” Anayasa’da durduğuna göre, başörtüsünün “dinî gerekçeler”e dayandırılması, sıkıntıyı beraberinde getirmekte.
Oysa bunun yerine, kılık ve kıyafetin öncelikle millet irâdesinin temsilcisi Meclis’te Anayasa’da belirtilen “genel ahlâka aykırılık” ilkesi dışında bir sınırlamaya tabi tutulmaması prensibiyle yetinilmesi daha sâlim yol olacak.
Zira daha baştan kılık kıyafetin “dinî gerekçe”yle bağlantısının kurulması, “laiklik ilkesi”ni bahane ederek “başörtüsünün laikliğe aykırılığını” ileri sürenlerin vartasına düşürebilir.
Siyasetin yapacağı, dinî referanslarda “bir dinî vecîbe” olduğu, on dört asrı aşkındır bütün İslâm âlimlerinin ittifakıyla tesettürün bir parçası olduğu belirlenen başörtüsünün dinî yönünü, farziyetini ya da şeklini tartışmak değil, milletin Meclisinden başlanarak temel hak ve özgürlüklerin yaşanmasının önünü açmaktır.
Buna dikkat edilmeli…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*