“Medeniyet´´ ve “Deniyet´´ Arasındaki “Mim´´ Farkı

Pek çok canlı türü ve özellikle de insan, topluluklar şeklinde yaşama özellikleri ile dünyaya gönderilmiştir. Kültür ortamında koloniler oluşturan bakteriler de bile ibret verici bir tablo gözlenir. İki bakteri türü bir sınırda karşılaştıklarında artık yayılmayı durdurur ve o sınırın ötesine geçmezler. Bu, sanki canlılık mertebelerinin en alt düzeyinde gözlenen bir sosyalleşme halidir. Canlılık mertebeleri yükseldikçe ve en üst mertebede şuur denen işleyişle birleşince sosyalleşme hem daha mükemmel, hem de çok daha zor ve girift hale gelmektedir.

Bu durumda alan belirleme ve sınırlarını çizme pek çok meyillerin, arzuların ve kuvvelerin birleşiminden ortaya çıkan bir fonksiyon halini almaktadır.

İnsanların birbirine tahammül edememesi ya da hayatı yalnızca kendi keyfine münhasır olarak algılayıp başkalarına hayat hakkı tanımaması, varlığı ben-merkezli algılamanın bir uzantısı olmalıdır. Ben-merkezlilik fıtratı sosyal bir hayat tarzından çok vahşete, hayatı yalnızca kendi arzuları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan orman kültürüne daha yakın olmalıdır. Herkesin kendi değer yargıları, içinde bulunduğu kültür ortamı, yetiştiği çevre, yaşı, beslenme şekli, yaşadığı iklim gibi pek çok faktörden etkilenen farklı bir fıtrat ve bu fıtratın uzantısında farklı bir hayat görüşü ve tarzı olabilir. Medenilik eğer şehirlilik ise bunun temel şartı diğer insanlarla bir arada yaşamayı bilmek ya da öğrenmektir. Bunu başaramamış, başaramayan ya da bu yolda bir gayret içinde olmayan insanlar; modern tarzda giyinmekle, Batılı gibi davranmakla, kıravat takmakla, ütülü pantolon giyinmekle, sinek kaydı traşlarla ve simokinlerle medeni olamazlar. Vahşetin ve bedeviliğin en temel özelliği sosyalleşememiş olmak, yani tek başına yaşamak ve kendi dışındakilere hayat hakkı tanımamaktır. Vahşi ve bedevi ruhlu mahluklar sosyal ortamlara kazara girdiklerinde çevresindekileri kendilerine benzetmeye, kendi doğrularını dayatmaya ve bunlara boyun eğmeyenleri cezalandırıp yıldırmaya ya da yok etmeye çalışırlar. Kendilerince şekillendirmeye çalıştıkları dünyada en değerli insanlar onlardır ve onların dışında hiç kimsenin hayat hakkı yoktur. Kısacası bunlar modern görünümlü, sırtlan misal tebessümü bir makyaj gibi yüzlerine geçirmiş, alımlı giysiler içinde önümüze çıkan, hatta zaman zaman dini motifler içeren bir görüntü ile bile karşımıza çıkabilecek olan canavarlardır. Benliklerinin esiri olmuş, diğer insanların hakimi olduklarını zanneden ve merhum Akif’in “tek dişi kalmış canavar” tarifini müşahhaslaştıran tiplerdir.

Medeni, yani bir arada yaşayan insanların zaman zaman menfaat çatışmaları içine girmeleri kaçınılmaz olsa gerektir. Böyle zamanlarda ne şekilde hareket edileceğini hukuk belirlemelidir. Hukukun ise asırlardır yerleşmiş ve insanlığın ortak malı olan hükümleri oluşmuştur. “Evrensel tabi hukuk” şeklinde ifade edilen boyutu ile hukuk yer, zaman, kültür gibi farklar nazara alınmaksızın herkes için eşit şartlarda işler. Bu noktada kanuna uygunluk ile hukuka uygunluk birbirinden çok farklı şeyler olmalıdır. Kanun ikame edebilecek her güç kanunu istediği şekilde değiştirebilir, en katı zulümleri bile kanuna uygun hale getirebilir. Ancak bu uygulamanın hukuki olduğu anlamına gelmez. Bu hukukiliği tesis etmek ve insanlık adına ortak bir dil geliştirmek maksadı ile çeşitli organizasyonlar kurulmakta ve gerçek hukuku bütün insanlığın ortak yapmak, dünyanın geneline yaymak için çaba sarfetmeleri beklenmektedir. Dünya genelinde hukukun muhafazası ve zarar görmemesi yerleşmiş kabullerin ve hukuk normlarının siyasi ve ekonomik endişelerden uzak ve duyguların değil kolektif aklın verileri doğrultusunda hareket etmeyi gerekli kılmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bu kolektif aklın verilerinin bir araya getirilmiş şekli olarak kabul edilmelidir. Her ne maksatla olursa olsun bu verilere zarar veren ya da eğip bükmeye çalışan yaklaşımlar hukuka, insanlığın mutlu geleceğine ve tüm dünya insanlarına zarar verecektir. Sistemlerin ve prensiplerin şahıslardan ve devletler gibi tüzel kişiliklerden bağımsız olarak işletilmediği durumlarda hukuk yara alacak ve kaba kuvvet hakim olacaktır. Bu kuvvetin ne zaman kimin eline geçeceği ise bilinmez.

Son günlerde yaşanan bir takım olaylardan sonra medeniyet adı altında şatafatlı binalar içinde alımlı kıyafetlerle yaşayan, yüzlerinde riyakar ve küçümseyici tebessüm, kendinden başkasına ve kendi doğrularının dışındakilere hayat hakkı tanımayan hal-i hazırın medenilerini bir düşünelim. Medine’nin, mutedilliğin, emniyetin, adaletin, sükunetin, hoşgörünün, düzenin, kısacası yerleşik insanın ve üst düzey insanlığın yerine, gayr-i ihtiyari olarak üstadın iç-dışa, dış-içe çevrilse ortaya çıkacağını tarif ettiği yılanlar, domuzlar, ayılar… göz önüne geliyor. İşte medeniyet ve deniyet arasındaki mim farkı tam bu noktada yer alıyor olmalı. Aslolan şehirlerde yaşıyor olmak değil, şehrin ve toplu halde bulunmanın gereği olan tahammül, esneklik ve başkalarının hayat hakkı ve mutluluk hakkı gibi alanlarına tecavüz etmeyen uyum kabiliyetidir. Bu anlamda zaman zaman çok üstün özelliklerle donatılmış insanlar bakterilerden bile daha alt hayat mertebelerine inerek her açıdan alçalıyorlar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*