Medresetü’z-Zehra bahçesi gibi…

0145

VIII. Risale-i Nur Kongresi gerçekleşti.

70 kişiyi bulan bilim adamı, Bediüzzaman’ın milliyet anlayışını ele alıyor ve asrın ciddî meselesine Risale-i Nurlar ölçeğinde çare aranıyor.

Cumartesi günü masa çalışmaları başlamadan önce Yeni Kapı Mevlevîhanesi’ni geziyoruz. Bu asude mekânda ulvî bir ruhun sizi karşılayıp, kucakladığını hissediyorsunuz.

Burası, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’ne bağlı Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nün bahçesi.

Risale-i Nur Kongresi’nin yapıldığı mekân hakikaten tam bir eğitim ortamı. Mekân, yapısal olarak ve taşıdığı ruh itibariyle, Bediüzzaman’ın Medresetü’z-Zehra eğitim projesinin bir bahçesini andırıyor.

Çağın getirdiği problemler ölçeğinde bakınca, Bediüzzaman Said Nursî’nin önemli projelerinden birisi olan ve aynı zamanda ırkçılığı da cehaleti de yok edecek olan Medresetü’z-Zehra Eğitim Projesi’nin ne kadar zarurî ve ihtiyaca cevap veren bir uygulama projesi olduğu daha bir anlaşılıyor.

Kendimi bir anda Medresetü’z-Zehra’nın bahçesinde hissettim. Farklı farklı odalardan milliyet anlayışının farklı boyutlarını çalışmış, müzakere etmiş ve sonrasında yorulan talebeler, eğitim kurumunun bahçesinde görüşüyorlar, konuşuyorlar ve ortak etkileşim alanı oluşturuyorlar. Böylece farklılıklar da birbirinin zenginliğinden yararlanmış, aynı esasın farklı boyutları haline gelmiş oluyor. Modern eğitim ile din eğitiminin kesişmesi veya mezci gibi bir şey. Farklı disiplinler birbirine katkı sağlıyor. Yani tıp bilimi, din bilimi ile sohbet ediyor.

Biraz da Bediüzzaman’ın, Osmanlı’dan Cumhuriyete hep peşinde olduğu eğitim projesinin, maddeten terakki etmemiş olsa bile, şubeler şeklindeki tahakkukuna şahit oluyorsunuz.

Nurlardan da dersini almış, pozitif bilimlerden de hissesini almış aydın bilim adamları ile karşılaşıyorsunuz. Doğrusu böyle bir seçkin topluluğun arasında bulunmak heyecan verici.

Bu topluluk bana Türkiye ile ilgili ve âlem-i İslâm ile ilgili yaşanan güncel meselelere dönük zerre kadar ümitsizlik taşımadı. Tam aksine bu ve benzeri topluluklara hayatî derecede ihtiyaç olduğu kendini gösteriyor.

Güzel olan şu ki, Risale-i Nurlar, ülke içerisindeki ve ülkenin dışa dönük politikalarındaki çözümlere tam bir rehberlik yapar nitelikte.

O zaman, diyebiliriz ki, Şark’ta, Risale-i Nurlar olmaksızın atılan adımların her zaman için bir tarafı eksik kalacaktır.

Bediüzzaman’a göre Şark’ı ayağa kaldıracak din olduğu için, dinin bu asra dönük Kur’ânî yorumlarını da Risale-i Nurlar ihtiva etmektedir. Dolayısıyla devlet erkânının, burada görev yapan idarecilerin, eğitim ortamlarında olan eğitimcilerin bilmesi gereken bir şey var ki o da, Risale-i Nur Şark’taki meselelerin problemleri çözme aşamasında en güçlü referanslardan birisidir.

Bu tür organizasyonların önemli bir boşluğu doldurduğuna inanıyorum. Türkiye’nin birikimleri, bürokratları ve akademisyenleri ve aydın insanları olarak bir araya gelmek, ikili görüşmeler yapabilmek ve bir cümleyi anlamak için onlarca farklı disiplinde ilim adamının yorumlarını paylaşmaları ve bir noktaya gelmeye çalışmaları tam da Türkiye’nin, İslâm dünyasının ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Cehaletle savaş böyle bir şey olsa gerektir.

Uluslar arası ilişkiler, ilahiyat, sosyoloji gibi farklı alanlarda profesör olan uzmanlarımızın tesbitleri, paylaştıkları cümleler ve çözüme dönük oluşturulan yaklaşımlar tam da Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu türden. Özellikle de bir profesör hocamızın, ‘Ben sizin konuşmalarınız ve tebliğleriniz çerçevesinde Said Nursî’yi tanımaya çalışıyorum. Bilimsel disiplin ile Said Nursî’nin söylediği şeylerde şu ana kadar bir çelişki yok” cümlesi dikkat çekici idi.

Konu seçimi olarak da tam isabet eden Risale-i Nur Enstitüsü yönetimine, hizmet eden gençlerine, kapılarını böyle bir organizasyona açarak gösterdikleri incelik ve nezaket için Medeniyetler İttifakı Enstitüsü yönetimine ve hakikaten Türkiye’nin medar-ı iftiharı anlamındaki bilim adamlarına yürekten tebriklerimi sunuyorum. Şahsım itibariyle ciddî istifade ettim.

Sekreterlik görevi yaptığım, ‘Dünya Barışı ve Milliyet’ masasında tebliğlerini paylaşan hocalarıma ve onların bu çalışmalarının dünya barışına, İslâm dünyasındaki barışa ve daha özelde ise, Türkiye’nin kendi içindeki iç barışa ciddî katkılar sağlamasını temenni ediyorum.

Özellikle, İslâm dünyasında güçlü bir rol üstlenecek olan Türkiye’nin, önce kendi içindeki hastalıklardan kurtulması, yasakçı yapılanmalardan sıyrılması, Anayasa’daki ırkçı söylemleri terk etmesi ve kendi insanlarıyla da bir güven tazeleme anlamında yakın geçmişiyle yüzleşip, gereken konular varsa etkilenmiş olan vatandaşlardan özür dileyerek büyüklüğünü göstermesi lâzımdır.

Durum onu gösteriyor ki artık herkes nefsinden başlamak üzere, ailesinde, toplumunda ve dünya ölçeğinde ne kadar ideal insan, ne kadar demokrat insan, ne kadar hoş görülü insan, ne kadar kendisiyle ve âlemle barışık insan değerlendirmek zamanıdır.

Yoksa, barış ritmine, kardeşlik ritmine, birlik ve beraberlik ritmine ayak uydurmayanları, zaman tasfiye edecektir. Evet, güneşe gözünü kapayan sadece kendine gece yapar.

İslâm’ın aydınlık sabahlarına uyanma temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*