Medyaya sansür mü?

“Vatana ihanet” ve “medyaya sansür” tartışmaları tam gaz gidiyor. Bakalım bu tartışmanın sonu nereye varacak?

Geçmişe baktığımızda Türkiye’de sansür, genellikle “Türklüğe hakaret sayılan” veya “siyasî aşırılığı ifade eden” yazılı ve sözlü beyanları sınırlayan yasalardan kaynaklanmaktaydı. (Haber5)

Sınır Tanımayan Gazeteciler’in 2013 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre, Türkiye bir önceki yıla göre 6 sıra gerilemiş 179 ülke arasında 154’üncü sırada yer almış. (Dünya Basın Özgürlüğü endeksi, Ağustos 2013)

Sınır Tanımayan Gazeteciler bunun sebebinin “baskıcı kanunlar, geniş ve muğlak yasal düzenlemeler ve paranoyak bir yargı” olarak açıklamakta ve çözüm olarak, terörle mücadele yasasının ve diğer kanun maddelerinin tamamen gözden geçirilmesi gerektiğini vurgulamakta.

Geçmişte Sultan 2. Mahmud, ilk Türk gazetesi olan Takvim-i Vekayi’den beklentilerini şu şekilde dile getirmişti:

“Bu gazete, kutsal şeriata ve devlet düzenine dokunmama şartıyla, benim iktidarıma çok yardımcı olacaktır.”

Gazetenin yayını, 1831’de padişah emriyle başlayan gazete, 1860 yılına kadar sürdü. Hatta aynı yıl tamamıyla Resmî Gazete’ye dönüştü.

Ancak bir “dizgi yanlışı” sebebiyle Resmî gazete kapatıldı. 1891’de tekrar yayınlanmaya başladı. Gariptir, bir yıl sonra yine aynı sebepten kapatılmasına karar verilmiş. (Basın Sansür Tarihi, Ahmet Çakır, 2001)

Ardından Tercüman-ı Ahval gazetesi… Agâh Efendi tarafından yayına hazırlanan gazetede devleti ve yöneticilerini eleştiren yazılar yayınlandı.

Ziya Bey’in eğitim ile ilgili bir yazısı dolayısıyla gazete 1861 Mayıs ayında iki hafta kapatılmış. (a.g.e)

Aslında Osmanlı Devleti’nde zamanın şartlarına bakıldığında, kitaplar, gazeteler, telgraf çoğunlukla yönetici sınıfın hizmetindeydi.

Bu zaviyeden bakıldığında, Agâh Efendi’nin, Meclis-i Maarif’e izin konusunda verdiği dilekçesinde şöyle yazar:

“Çeşitli bilgilere dair konular iç ve dış olaylara dair havadislerin uygun olanlarını yayınlamak için birkaç günde bir Türkçe olarak bir gazete neşretmek istiyorum. Devletimizin ve yabancı devlet uyruklularının bazılarının Arapça, Türkçe ve diğer dillerde, nizamlara uygun olarak yaptıkları yayınlar gibi her türlü masrafı ve hasılatı kendime ait olmak üzere devlet ve milletimin siyasetini ve özel menfaatlerini korumak şartıyla söz konusu gazetenin yayınlanması için bana da resmî ruhsat verilmesi hususunda yüksek müsaadelerinizin esirgenmemesi…” diyerek diğer “ceridelerden” farklı bir tutum sergilemiş ve kamuoyu oluşturmuştu. (Hüseyin Çelik, İletişim Yay. 1998)

Tercüman-ı Ahval, 40 kadar gazetenin içinde “teşvikler” sayesinde ilk kez  devletin ana unsurlarından bir kişinin, bir gazete çıkarmasını sağlamış ve Türklere “gazetecilik” kapısını açmış… Hatta Başyazar Şinasi, “Madem ki vergi veriyorum, devlet işlerinde söz söylemek hakkımdır!” (a.g.e.) gerçeğini ilk defa ortaya atarak, toplumun kendisine de, idarecilerine de, bu “tabiî” hakkı hatırlatması yapabileceği uyarısını yapmış… Zamanla bu eleştiriler, yerini yalnızlaşmaya terk etti ve gazete sessiz sedasız kapandı.

Gazetemiz ile ilgili bir hatırlatma yapalım: Yeni Asya 12 Eylül’den sonra ihtilâle ve uygulamalarına karşı çıktığı için 470 gün kapatılmış, yine 28 Şubat sonrası 1 ay mahkeme kararıyla kapatılarak yayınına ara vermek zorunda kalmıştı.

Dedik ya, bu hamur çok su götürür. Sansürle ilgili o kadar çok doküman var ki, hangi birini konu olarak seçseniz, bu sütuna sığmaz.
Sansür denince aklımıza gelen ilk anekdotları size aktaralım derken, tarihten de bir bukle sunalım istedim. İlgilisine…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*