Mehmed Said Halim Paşa (1864-1921)

Son dönem Osmanlı Sadrazamlarından olan Said Halim Paşa, 19 Şubat 1864 yılında Kahire’de doğdu. Ünlü Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu ve vezirlerden Hilmi Paşa’nın oğludur. İlk Mısır Hidivi (Osmanlı Devletinin Mısır valileri için kullanılan unvan) İsmail Paşa ile anlaşamayan ve Mısır’ı terk etmek zorunda kalan Halim Paşa, ailesi ile birlikte İstanbul’a gelip yerleşti.

Said Halim, İstanbul’a geldikten sonra Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca’yı öğrendi. Öğrenimine kardeşi Abbas Halim Paşa ile beraber gittiği İsviçre’de devam etti. Lozan Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’a döndü. Babaları, yurt dışında milli seciyelerinin bozulup bozulmadığını öğrenmek maksadıyla onları teste tabi tuttu ve karakterlerinin bozulmadığı hükmüne vardı.

Sultan Abdülhamid tarafından, 21 Mayıs 1888 tarihinde Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliğine atandı ve kendisine Paşalık rütbesi verildi. Bu görevinde gösterdiği başarı nedeniyle Rumeli Beylerbeyliğine yükseltildi (22 Eylül 1900).

Beylerbeyliğine terfi ettirildikten sonra Yeniköy’de kendi adını taşıyan yalısında, fikri bakımdan kendisini geliştirmek maksadıyla kitap okuyup incelemelerde bulundu. Kendisini çekemeyenler tarafından, yalısında silah ve zararlı evrak bulundurduğu iddiasıyla Saraya ihbar edildi. Bu ihbar ve Jön Türklerle ilişkisi gerekçesiyle sürülerek, İstanbul’dan uzaklaştırıldı (15 Ocak 1903).

Mısır üzerinden Avrupa’ya geçerek burada bulunan Jön Türklerle temas kurdu. Yurt dışında bulunduğu sırada İttihat ve Terakki Cemiyetinin müfettişliğine getirildi. Cemiyete maddi noktada destek ve yardımlarda bulunduğu gibi, fikri konularda da katkı sağladı. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a geri döndü. Cemiyet içinde aktif olarak çalışmalarına devam etti.

1908 yılında yapılan belediye seçimlerinde, İttihat ve Terakki listesinden Yeniköy Belediye Başkanlığına seçildi. Bir süre sonra Ayan üyeliğine ve 1909 yılında da Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye yönetim kurulu üyeliğine getirildi. Daha önce üyeliğini yaptığı Şura-yı Devlet’e başkan olarak atandı (1912). Yapılan İttihat ve Terakki kongresinde genel sekreterliğe getirilerek, cemiyetin önemli kişileri arasında yer almış oldu.

Said Halim Paşa, Mahmud Şevket Paşa kabinesinde Hariciye Nazırı olarak görev yaptı. Sadrazamın öldürülmesinden (1913) sonra vezirlik rütbesiyle Sadaret Kaymakamlığına ve bir gün sonra da Sadrazamlığa getirildi. Kurmuş olduğu kabinede Hariciye Nazırlığını da üstlendi. Aynı yıl içinde yapılan kongrede, İttihat ve Terakki’nin başkanlığına seçildi.

Sadrazamlığı sırasında yapılan antlaşma ile Edirne’nin geri alınmasında önemli katkıları oldu. Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra, hemen savaşa girilmesi taraftarı değildi. 1916 yılında yapılan kongrede ikinci defa cemiyetin başkanlığına seçildi. Önce Hariciye Nazırlığından (24 Ekim 1915) ve daha sonra Sadrazamlıktan (4 Şubat 1917) istifa etti. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra savaş sorumlusu olarak mahkemeye çıkarıldı.

Gerek hariciye nazırlığından gerekse sadaretten istifa etmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi parti içi baskıdır. Özellikle Talat Paşa’nın Sadrazam olmak istemesi, sorumsuz kişilerin devletin işlerine müdahale etmeleri ve gayr-i meşru hareketlerine son vermemelerinden dolayı istifa etmiştir. Ancak, Sadaretten ayrıldıktan sonra da parti ile bağlarını koparmamıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonrası, İttihat ve Terakki’nin diğer ileri gelenleri için olduğu gibi, Said Halim Paşa için de hazin bir dönemin başlangıcıdır. Çıkarıldığı mahkeme sonrası önce Mondros’a, oradan da Malta’ya sürgüne yollandı. Malta’da serbest kaldığı halde İstanbul’a geri dönemedi. Çünkü, geri döndüğünde İstanbul’a kabul edilmeyeceği kendisine bildirilmişti. Bunun üzerine Roma’ya yerleşti. 6 Aralık 1921 tarihinde, akşam üstü arabayla evine döndüğü sırada bir Ermeni militan tarafından alnından vurularak şehit edildi. Bilahare bu militan Ermeni terör örgütü Taşnaksütyun tarafından milli kahraman olarak ilan edilmiştir. Hayatta iken gelişine izin verilmeyen Paşa’nın cenazesi İstanbul’a getirilerek, Sultan II. Mahmud’un türbesinin de bulunduğu bahçede, babasının yanına defnedildi (29 Ocak 1922).

Said Halim Paşa, Osmanlı Devleti’nin en bunalımlı döneminde Sadrazamlık gibi çok ağır vazifeleri ihtiva eden bir makamda bulundu. II. Abdülhamid’i istibdat uygulamakla suçlayıp çok daha ağır bir istibdadı uygulayan bir cemiyetin ve partinin mensubu idi. Cereyan eden hadiselerde olumlu veya olumsuz etkisinin ve sorumluluğunun olmaması hiç bir zaman iddia edilemez. Ancak, her ne şekilde olursa olsun Birinci Dünya Savaşı ve mağlubiyetinin bütün suçunu, iktidarı elinde bulunduran partiye yüklemek insaf ölçülerine sığmaz. İktidarları boyunca, kendilerinden kaynaklanan hatalarını ve yanlış politikalarını eleştirmek, muhaliflerinin en tabii hakkıdır. Savaşın kaybedilmesi, parti ileri gelenlerinin yurtdışına kaçmaları veya çıkarılmalarından sonra, top yekun bir saldırıya geçip düşmanları dahi sevindirecek, insafsız eleştirilerde bulunmak asla vatanperverlikle bağdaşmaz.

Bu hazin dönemi yaşayan ve fiilen bazı hadiselerin içinde bulunan Bediüzzaman Hazretleri, yapılan muhalefete karşı çok önemli ikazlarda bulunmuştur. İttihat ve Terakki’nin yanlışlarını eleştirmekten çekinmeyen Bediüzzaman, haksız eleştirilere de karşı çıkmıştır. “İttihada şedit muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?” şeklindeki suale; “Düşmanın onlara şiddet-i hücumundan…” diye karşılık verir. İttihatçılara hücum o kadar artmıştır ki, onların iyi hasletleri olan azim, sebat ve İslam düşmanlarına karşı vermiş oldukları mücadeleleri dahi bu hücumlardan nasibini almıştır. Bediüzzaman; “Bence yol ikidir; mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.” demek suretiyle, muhalefetin hassas noktasına işaret etmiştir. Çünkü, muhalefet, düşmanın işine yarayacak bir hal almış vaziyettedir (Sünuhat, s. 67-68).

Said Halim Paşa, yaşadığı dönemde İslami konuların savunucusu olup, İslamcılık düşüncesinin önde gelenlerinden birisi olarak kabul edilir. Yazmış olduğu eser ve makalelerinde fikirlerini ortaya koydu.

“İslam’da Teşkilat-ı Siyasiyye” adlı eserinde, İslam’ın siyasi ve sosyal olaylara bakışı üzerinde durdu. İslam müesseseleri ile Batının siyasi ve sosyal müesseselerinin karşılaştırmasını yaparak, birbirlerinden farklı olduklarını ortaya koymaya çalıştı. Devlet başkanının halk tarafından seçilmesi, meclisin güzide insanlardan teşekkül ettirilmesi ve halk tarafından oluşturulan bu meclisin hükümeti denetleme yetkisinin olması gerektiği gibi fikirleri savundu. Ona göre devlet başkanı hem İslam kanunlarına hem de halka karşı sorumludur.

Bir çok yazılarının bir arada toplandığı ve “Buhranlarımız” adlı eserinde; Meşrutiyet, taklitçilik, fikri buhran, taassup, gerilememizin sebepleri üzerinde yazmış olduğu fikirleri bir arada bulunmaktadır. Sebilürreşad mecmuasında yayınlanan makalelerinde, İslamlaşmak tabirinin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durdu. Müslümanlık, inanç, ahlak, cemiyet, siyaset gibi olguların bir bütün teşkil ettiğini izah etmeye çalıştı. Gerilemeden kurtulmanın çaresi olarak; İslami esasları en güzel bir şekilde öğrenmeye, teferruatlı bir şekilde öğrenilen bu esasların faziletli bir şekilde tatbik edilmesinin gerekliliğine dikkat çekti.

Said Halim Paşa, Batı tarafından isnat edilen taassubun; Müslümanlara karşı yapılan haksızlık ve zulümlerin sonucu olduğunu yazar. Taassubu, Müslümanlara karşı yapılan zalimane tutuma karşı takınılan haklı bir kine bağlar. Batı taklitçiliğini de eleştirerek, Batı taklitçiliği neticesinde alınacak siyasi ve sosyal müesseselerin felaketimize sebep olacağını belirtir. Meşrutiyeti savunan Paşa, körü körüne taklitçilik yerine, milletin kendi ihtiyaçlarından kaynaklanan sosyal ve siyasi düzenlemelerin yapılması gerektiği inancındadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*