Mehmet Kutlular: Hocaefendi yanlış yaptı

Yeni Asya Grubu’nun lideri olan Mehmet Kutlular, cemaate ait Yeni Asya gazetesinin de başında bulunuyor. Nur cemaatinde daha çok Süleyman Demirel’e olan yakınlığı sebebiyle eleştirilen Kutlular, 12 Eylül Anayasası’na ‘hayır’ dediği için de takdir ediliyor. Demirel’in kendilerini kullandığı eleştirilerini kabul etmeyen Kutlular, tarihi olayların tam tersi bir durumu gösterdiğini belirtiyor. İşte Kutlular’ın sorularımıza verdiği cevaplar.

Nur hareketinin geldiği noktayı nasıl buluyorsunuz?

– Risale-i Nur hizmeti istediği noktaya vardı diyemeyiz, ama çok da güzel yol aldığını söyleyebiliriz. Nur hareketinin hak etttiği yere gelmesini, “Üstad Hazretleri’nin hak ettiği ve lâyık olduğu yere oturabilmesi; düşünce ve fikirlerinin daha geniş kitlelere ulaştırılabilmesi” şeklinde anlıyorum. Çünkü Said-i Nursi sıradan bir âlim değildir. Özelliği olan bir insan. İslâm dünyası, Türkiye, ve insanlık âlemi için ortaya bir reçete koydu. Kur’an’ın evrensel mesajını, bu asırda bütün insanlığa, en güzel şekilde anlattı, hastalıkları tespit edip ilaçları vererek “hastalıktan kurtulursunuz” dedi. Ama Türkiye ve dünya şartları bu noktada ciddi bir çalışmayı önlemiştir. Bu anlamda bu hizmeti engelleyenlerin başında devletimiz geliyor. Çünkü evhamlı bir kafası var. Her şeye şüpheyle, evhamla yaklaşıyor ve her şeyi tehdit unsuru olarak görebiliyor.

Peki bu noktada ne yapılması lazım?

– Risale-i Nur’un hedeflenen noktada olması için akademik çalışmaların yapılması gerekiyor. Akademisyenler, Bediüzzaman’ın düşünceleri üzerinde çalıştıkları zaman aforoz ediliyor. Şerif Mardin, uluslararası bir akademisyen olmasına rağmen aforoz edildi. Dolayısıyla biz, ancak dikkatleri Üstad Hazretleri’ne çekmekle meşgulüz. Ciddi anlamda bir akademik çalışmaya yönelemiyoruz. Bunu üniversiteler yapacak. O zaman Üstad, layık olduğu ve hak ettiği yere gelecektir. Bu noktalarda yavaş işliyoruz. Risaleler yayılmıyor değil. Ama bir halkın okuması var, bir ilim adamlarının, bir de akademisyenlerin okuması var. Din âlimlerimiz de yaklaşamıyor; çoğu ya ilâhiyat fakültelerinde, ya da devletin bir memuru olarak çalışıyor. Şerif Mardin’e nasıl ters bakılabildiyse, bunlar da ters bakılmaktan çekiniyor.

28 Şubat’ın buna nasıl bir etkisi oldu?

– 1980’den önce Bediüzzaman’a ilgi daha büyüktü. 28 Şubat süreciyle yukarıda bahsettiğim baskı ve korkular arttı. Risalelere, Türkiye’den ziyade yurtdışındaki ilim adamları ilgi duyuyor. Belki bir gün bize, “Niye bu konu üzerinde fazla durmadınız?” diyecek ve kızacaklar. Batılı akademisyenler, meseleye ideolojik bakmıyor. o­nlar bu bakımdan rahat. Biz henüz demokratikleşemedik. Baskılar devam ediyor. Derin devlet var. Ancak kendi ideolojisi çerçevesinde yapılan çalışmalar takdir görüyor. Bu ideolojiye uygun olmayan her meseleye devlet gücüyle karşı çıkılıyor. Şerif Mardin’e yapılan budur.

Demirelcilikle eleştiriliyorsunuz…

– Kim eleştiriyor? Eğer MHP ve Milli Selamet eleştiriyorsa, bunlar siyaseten eleştiriyor. Çünkü o­nlar Demirel’e değil demokrasiye karşılar. Din namına siyaset yapanlara destek vermedik. o­nların içinden de, genç bir grup ayrılıp AK Parti’yi kurarak, bizim düşüncelerimize geldi. Böylece iktidar da oldular. Ayrıca o zamana kadar Demirel’in alternatifi yoktu. Kime oy vereceksin? MHP’ye mi, Ecevit’e mi, MSP’ye mi? Bunların demokrasiyle ilgisi yok. Biz ehven-i şer olarak gidip Demirel veya Çiller’e oyumuzu verdik. Benim Üstadım Demirel’den evvel demokrat. Hiçbir zaman alt seviyede bir siyaset yapmadık. Şahsımız adına hiçbir şey istemedik. Milletimizin bir meselesi varsa herkes gibi gidip yapılması gerekenleri anlattık. Demirel zamanı dâhil, bir kuruş teşvik, yardım almış ve istemiş miyiz? Oyumuzu veriyoruz, savunuyoruz. Ama almadık. Niçin? Biz hep bu meseleden uzak durduk. Hiçbir hükümet döneminde bir kuruş dahi teşvik istemedik. Hâlbuki Demirel’den en fazla istifade edebilecek insanlarız biz. 28 Şubat’a kadar Demirel aynı Demirel’di. 28 Şubat sürecinden sonra değişti. Burada Demirel’in fonksiyonu, orduyu, “siz oturun biz bunu siyaseten halledelim” şeklinde ikna etmek oldu. .

Demirel’in, şahsınızda Nurcuları kullandığı eleştirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

– Demirel’in bizi kullandığı doğru değil. Bizi nerede kullandı? Oylarımızı alarak mı kullandı? AK Parti de benden oy isteyebilir. Ben bir grup isem, her parti benim oyumu almak için birtakım tavizler vermek durumundadır. Türkiye’nin şartları bu. Biz zaten demokrat misyonun DP, AP ve DYP ile geldiğine inanıyoruz. Çünkü bunun alternatifi yok. Demirel’e oyumuzu verdik, ama istediğimizi yapmadı diye parti değiştirecek bir kitle değiliz. Kendimizi değil milletimizi düşünüyoruz. Demirel, Bediüzzaman ve talebelerinin samimi bir dostudur. Bugüne kadar hiçbir zaman Demirel’in ağzından Bediüzzaman ve Nur talebelerinin aleyhinde bir tek kelime çıkmamıştır. Oy verdik diye teşvik gibi maddî veya manevî herhangi bir menfaat sağlamadık. Kaldı ki, inandığı istikamette oy kullanmak, kullanılmak olarak değerlendirilemez.

‘Biz anlattık, o­nlar anlamadı’

Demokrasinin temel dayanaklarında hürriyet, adalet ve eşitliğin olduğunu kaydeden Mehmet Kutlular, “En kapsamlı hürriyeti, benim dinim 1400 yıl önce getirdi” diye konuştu…

28 Şubat sürecinde Demirel “sivil yollara” başvururken, Ecevit, Demirel’in aksine Nurculara sahip çıktı.

– Ecevit, Nurculara değil, Fethullah Hoca’ya sahip çıktı. Ecevit, dindarlara hiçbir zaman sıcak davranmadı. Orada Fethullah Hoca’nın desteğini alarak birinci parti olduğu için sahip çıktı. Ecevit’in İslâmiyet’e karşı kanaati değişmedi.

Hocaefendi yanlış mı yaptı?

-Bana göre Hocaefendi, Ecevit’i destekleyerek yanlış yaptı. Karaoğlan, Marksizmin bayraktarlığını yaptı. Marksistti. Dönüş yaptığını da sanmıyorum. Genel manada dindar grupları değil, sadece Fethullah Hoca’yı savundu. Bazıları her seçimde parti değiştirdi. Biz hiç değiştirmedik. Bana göre parti değiştirmeye gerek yoktu. Bu yaptıkları hareketin yerini Risaleler’de ve Üstad’ın hayatında bulamazlar.

Mehmet Kutlular: Hocaefendi yanlış yaptı

Dönem dönem iktidarlara yakın oldunuz. Kendinizi devlete iyi anlatamadınız mı?

– Biz anlattık, ama o­nlar anlamak istemedi. Çünkü devletin ilimle alâkası yok. o­nun “resmi ideolojisi”yle alâkası var. Her şeyi o­nunla değerlendiriyor. İdeolojisinin temelinde de Kemalizm ve Atatürkçülük var. Tarih, o­na göre yazılıyor. Topluma bakış bu anlayışa göre şekilleniyor. Bu anlayışa uyuyorsan iyisin, değilsen düşmansın. Bundan dolayı devlet anlamak istemiyor.

Devleti eleştirmenizde gazeteci sıfatınızın bir etkisi var mı?

– Hayır! Üstad’ı anlamamın etkisi var. Çünkü Üstad; çekinmeyen, korkmayan ve hürriyetçi bir parlamenter sistemi cumhuriyetten önce savunan bir âlim. Üstad’ımız başta olmak üzere, ağabeylerimiz o kadar sıkıntı çekmelerine rağmen, devlete düşman olmadık. Hakkımızda iki binin üzerinde dava açıldı. Üstad ve ağabeyler çok işkence gördü. Buna rağmen biz, devlet düşmanı değiliz. Demokrasiyi savunuyoruz. Ama devletin yanlışlarını da yapıcı bir dille eleştiriyoruz. Üstad’ımız “Medenilere galebe çalmak ikna iledir. Vahşiler gibi icbar ile değildir” diyor. Biz fikirlerimizi ve eleştirilerimizi söylüyoruz. Bu bizim hakkımız.

Siz hangi demokrasi anlayışını savunuyorsunuz? Bu anlayış, Bediüzzaman’ın savunduğu “meşrutiyet-i meşrua” ile örtüşüyor mu?

– Evet, örtüşüyor. İslâm dünyası ve Türkiye, Üstad’ın bu çizgisine gelebilmiş değil. Bazı meseleleri kabullenemiyor. “Şeriat varken, İslâm varken, bir Müslüman niye demokrasiyi savunsun” diyorlar. Anlayamadıkları bir espri var. Said Nursi, isme değil, içeriğe bakıyor. Demokrasinin temel dayanaklarında ne var? Hürriyet var. En kapsamlı hürriyeti benim, dinim bin dörtyüz yıl önce getirdi. Başka ne var? Adalet ve eşitlik var. Bizim halifelerimiz gayr-i Müslimlerle mahkemelerin önüne çıkmışlar. Milli irade ve seçim diyoruz. Demokrasi seçime dayanıyor. Dört halife seçimle göreve geldi. Ancak bazı farklar da var. Meselâ İslâm’ın hürriyet anlayışında birey, ne kendisine, ne de başkasına zarar verebilir. Ama Batı medeniyetinin hürriyet anlayışı ve demokrasiyi uygulayış biçiminde, başkalarına zarar vermediğin sürece istediğini yapabilirsin. Bunun gibi meseleler düzeltilebilir. İnancıma ters şeyler varsa da, o­nu inancıma göre şekillendiririm. İsim o kadar önemli değil. İçeriği önemli. Türkiye’nin adı, “cumhuriyet,” ama içi boş. Adının cumhuriyet olması, içeriğinin de cumhuriyet olduğu anlamına gelmez. Ne zaman bu millete sorarak iş yaptılar? Hâlâ da sorulmuyor. İki de bir ihtilâller oluyor. “İlâhi ikaz” dedim, iki yıl ceza yedim. Cumhuriyete değil, içi boş cumhuriyete karşıyız.

‘İhtilali savunamayız demokrasiye ters’

Müsadenizle tekrar bölünmelere gelmek istiyorum. Darbelerin ayrılıkta nasıl etkisi oldu?

– 12 Mart’ı eleştirdik. Ama 12 Eylül’de, bazı ağabeyler yanlış bir yola girdiler. Mehmet Kırkıncı, “Komünistlere karşı kader bizi Kemalistlerle beraber olmaya mecbur etti’ diyor. Hayatını anlattığı kitabında, ihtilali müjdeli bir haber olarak aldığını söylüyor. Bu fikri Kırkıncı Hoca geliştirdi. İhtilal müjdeyle değil, üzüntüyle karşılanır. Ben ordu düşmanı değilim. Ama orduyu âlet ederek ihtilal yapana, vatandaş olarak karşı çıkma hakkım var. Ben irademle seçtiğim hükümeti, irademle indirmek istiyorum. Biz Yeni Asya gazetesinde 12 Eylül karşıtı neşriyat yapıyorduk. İhtilal sonrası ağabeyler, Kırkıncı Hoca’nın “ihtilal oldu, aleyhte olursak kötü olur” düşüncesinin etkisinde kaldılar. Buna inandılar. “Hapse girme endişesi” ve “cemaati koruma düşüncesi”yle ihtilalcilerin eleştirilmemesi gerektiğini söylediler. Kırkıncı Hoca’nın bu yönde mektubu var. Bunlar, 12 Eylül darbesini Çanakkale, Niğbolu ve Malazgirt zaferlerinden daha büyük bir zafer olarak sundular. Bu, Üstad’ın anlayış ve inancına ters bir tutumdu. Biz ihtilali savunamayız. Çünkü demokrasiye ters. Ama savunan ağabeyler oldu. Böylece 12 Eylül taraftarı ve aleyhtarı diye bir münakaşa oldu. Bundan dolayı bir bölünme oldu.

Darbecilerin, bu süreçte sizden her hangi bir talebi oldu mu?

– İhtilal sonrası komünistleri bertaraf eden devlet, mütedeyyin insanları da rejim düşmanı olarak gördü. Bu tehlikeye karşı da Müslümanlarla temasa geçtiler. “Ya İslâmî grupları beraber olmaya ikna edelim, ya da baskı kurarak, korkutarak veya devlet imkânlarını sunarak yanımıza çekelim” düşüncesiyle kendilerini güvence altına almaya çalıştılar. Bence 12 Eylül bunu başardı. 12 Eylül’de Konsey adına biri benimle görüşmek istedi. 3 teklif ile geldiler. Bana, “Mehmet Bey, biliyorsunuz bir ihtilal oldu. Bunun için bütün sivil toplum faaliyetleri yasaklandı. Ama siz bu yasaklara uymuyorsunuz. Beyazıt’ta her Cumartesi iki yüz kişiyle sohbet yapıyorsunuz. Bunlar Konsey’e rapor olarak geliyor. Konsey bu toplantılarınızı kaldırmanızı istiyor. Bunun için anlaşmaya geldik. İkincisi: Atatürk aleyhtarlığı yapıyorsunuz. Paşalar bu konuda hassas. Bunu da yapmamanızı istiyoruz. Üçüncüsü ise yurtdışında (yurtiçinde değil) Süleymancılara ve Milli Görüşçülere karşı beraber mücadele verelim -her halde o­nları bizden daha tehlikeli görüyorlar.- Bunları kabul ederseniz, devlet imkânlarını emrinize tahsis edeceğiz” dedi. Ben de, “Birincisi: bu dersleri kaldırmayız. Biz imanî konularda ders yapıyoruz. Rahatsız oluyorsanız, bizi toplar hapishaneye atarsınız. Biz de çıktığımızda, bıraktığımız yerden devam ederiz. İkincisi: Atatürk meselesinde yaptığımız bir şey yok. Ama sizler Atatürk’ü “Besmele” yaptınız. Bazı şeyleri tenkit ediyoruz. Üçüncüsü ise Süleymancılara ve Milli Görüşçülere niye düşmansınız? Çünkü o­nlar dindardırlar. o­nun için o­nlara muarızsınız. o­nların Müslümanlığından şüphemiz yok. Farklılıklarımız var; ama biz o­nlara düşman değiliz. o­nlar bizim din kardeşlerimiz. Ayrıca kendimizi o­nlara karşı kullandırtmayız. Hiçbir teklifinizi kabul etmiyorum” diye cevap verdim. Bana, “İyi düşün!” diyerek bir teklif daha yaptı: “Eğer bu teklifleri kabul ederseniz, Risaleleri, cezaevlerine devlet eliyle dağıtırız” dedi. Ben kendisine teşekkür edip kabul etmedim.

Bu teklifi niye size getirdiler?

– Çünkü biz o zaman bütün ve güçlüyüz. Bir gazete sahibiyim. Hizmetlerin içindeyim. Siyasi ve sosyal olaylarla meşgul olan bir insanım. Sosyal biriyim. Herkesle diyaloğum var. Şöyle düşündüler: “Bu adam söz sahibi olan -hâşâ- lider gibi -ki bizim cemaatimizde böyle bir şey yok; ama devlet öyle görüyor. Bunu kafakola alırsak arkasını getirir zaten.” Bunun için bana geliyorlar. Benden istediğini alamayınca, Kırkıncı Hoca’ya gittiler. Kırkıncı Hoca teklifi kabul etti. 12 Eylül’ü alkışlayan ve toplumun kurtuluşu olarak gören bir insanın, bu teklife sıcak bakması normal. Diğer İslâmî grupları da bu tekliflerle böldüler. 12 Eylül sonrası bütün İslâmî gruplar bir teslimiyet içine girerek sindi. Kimisine dünyayı amade ettiler. Kimisini de korkuttular. Bu, 12 Eylül’ün bir siyaseti idi.

Nurculuğun birçok cemaate bölünmesi ve Kürt meselesi üzerine sorularımızı cevaplandıran Mehmet Kutlular, “Kıskançlık duygusu bastırılamıyor. Kusur biz Müslümanlarda” diye konuştu.

Nurculuğun, birçok cemaate bölünmesinin sizce ana sebepleri nelerdir?

– Bakınız, hepimiz insanız ve hatalarımız var. Allah her türlü duyguyu vermiş. İnanıp inanmamakta da serbest bırakmış. Kıskançlık, kin, nefret ve diğer duygular her insanda mevcut olduğu gibi, bizlerde de var. İnsanlar arasındaki farklı duygular ve düşünceler terbiyenin kontrolünden çıkarsa toplumda sıkıntılar başlar. Bizim ayrılık meselemizde itikat noktasında, aramızda hiçbir sorun yok. Ayrılıklarımız şahsî, hissî birbirini üstün görmeye bağlı şeylerdir. Hâlbuki bunların hepsi men edilmiş şeyler. Ama men edilmesine rağmen, kıskançlık duygusu bastırılamıyor. Kusur İslâm’da değil, biz Müslümanlarda. Bu duyguların kontrol altına alınamayışı, sürtüşmelere sebebiyet veriyor. Ama kimse bu duygulardan dolayı sürtüştüğünü söyleyemiyor. Söylese ayıplanacak. O zaman, o­na hizmet kılıfıyla bir kutsiyet atfediyor.

İlk ayrılık ne zaman başladı?

– İlk ayrılık, Hüsrev Ağabeyin tutumundan kaynaklandı. 1956’da Risaleler tamamen serbest bırakılınca, Üstad Hazretleri de bunları Latin harfleriyle bastırmak istedi. Üstad, “Eski yazılar devam etsin, ama yeni yazılarla da Risaleler neşredilsin” diyordu. Çünkü, “bu hakikatlerden yeni nesli mahrum bırakamayız” diyordu. Hüsrev Ağabey “Olmaz efendim” diyor.

Üstad’ına karşı mı çıkıyor?

– Orasını bilemem. Ancak Üstad’a küsüyor. Üstad hayatta iken hepsini Latin harfleriyle basıyor. Üstad’ın vefatından sonra önü açılınca, “Latin harfleriyle yazılan bütün Risaleler yakılacak” diye bir emir verdi. o­na uyanlar Latin harfleriyle basılan Risaleleri yaktılar. Hâlâ da okumazlar.

Sonraki bölünmeler?

– Küçük olaylar üzerinde durmak istemiyorum. Bakınız Üstad “demokratik bir cumhuriyet”i savunuyor. “Ehven-i şer” diye demokratlara oy verip, insanları da oy vermeye davet etti. Mü’min kardeşlerini buna davet etti. Buna uyanlar olduğu gibi, uymayanlar da oldu.

Açık talimat verdi mi?

– Tabii. Çünkü o zaman iki parti var. Ya demokratlar iktidara gelecekti, ya da CHP. Demokrat Parti istediği manada demokrat olmasa da, ehveni şer diye demokratları destekledi. Talebelerine bunu söyledi. Üstad, “Halk Partililer kolumuzu, Demokratlar ise parmağımızı kesiyor” diyor. Hangisini vereceksiniz? Tabiî ki parmağınızı. Biz bundan yola çıkarak, ihtilallere karşı çıktık.

AK Parti’yi bugünün Demokrat Partisi olarak görüyor musunuz?

– Bizim böyle bir kanaatimiz yok. AK Parti yeni bir parti. Siyasi tecrübesi olanlar, hemen karar vermez, beklerler. Ama ben bütün samimiyetimle demokrasiyi içlerine sindirmelerini isterim. Kamuoyu, partinin oturmasını bekliyor. AK Parti’ye oy veren kesimler şimdiye kadar aradığını bulamadı. Yıllardır demokrasiyi küfür rejimi olarak görüyorlardı. AB’ye karşı durdular. Müslüman Hıristiyan diyaloguna karşıydılar. Sonradan yanlış yaptıklarını anladılar. o­nlar bizim fikrimize geliyor. Üstad’ımın cumhuriyetin ilanından önce söylediği fikirlere, o­nlar geliyor. Ben gitmiyorum. İnşallah samimidirler. Bunu temenni ediyorum.

Keşke siyasete ve partilere bulaşmasaydık diyor musunuz?

– Biz siyasete bulaşmadık. Siyasete oy verdik. Siyasete bulaşmak, parti kurmak ve partiyi ele geçirmektir. Devleti ve hükümeti idare etmeye çalışmaktır. Herkesin bir kanaati var. Bizim de kanaatimiz var. Burada, siyaseten bir “tercih” söz konusu.

Kürt sorununu sormak istiyorum. Bu soruna nasıl bakıyorsunuz?

– Hiçbir Kürt vatandaşımızın hak noktasında benden daha az hakkı yok. Kendi aralarında dillerini istedikleri gibi konuşuyorlar. Biz devlet okullarında Kürtçe eğitime karşıyız. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Özel okullar açılmasına itirazım yok. Ama devlet okulunda Kürtçe eğitim olmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunu var. Bu kanuna göre devletin resmi dili Türkçe’dir. 12 Eylül’e kadar Kürtçe konuşma sorunu yoktu. 12 Eylülcüler, PKK meselesinden dolayı biraz sıkı tuttular. Bu da yanlıştı. Efendim, “Kürtçe eğitim verilsin.” Hayır efendim böyle bir şey olmaz. Türkiye’de yirmi beş ırk var.

Medresetü’z-Zehra projesinde Kürtçe’ye yer verilmiyor mu?

– Bediüzzaman, “Kürtçe neşriyat yapılsın” demiyor. Üstad, “Arapça vacip, Türkçe lâzım, Kürtçe caiz” diyor. “Caiz” demek, “ihtiyaç olduğu zaman kullanılır” demektir. Bunun şeriatta anlamı budur. Kürtçe öğretilse de bir işe yaramaz. Ne dünyada bir geçerliliği var, ne de Türkiye’de kullanabileceği bir alan. 12 Eylül’e kadar Kürtlerin dillerini öğrenme ve kullanmasında bir zorluk yoktu. Kürtler milletvekili olabiliyor. Her türlü ticareti yapabiliyorlar. Devletin bazı meselelere karşı kafası bozuk. Biz iki bin mahkeme geçirdik. Kürtler bizim kadar çekmedi. Fiilî duruma geçildikten sonra zarar gördüler. Üstad, Şeyh Said’e taraf çıkmadı. Devletin, her gruba potansiyel bir tehlike olarak baktığı bir gerçek. Bu yanlış, ama buna karşı silah kullanmak da yanlış. ‘”Kürtçe eğitim verilsin” diyorlar. Bu olmaz. Türkiye’de bir sürü ırk var. Devletin Kürtçe eğitim vermesi yanlış. Devlet baskılarını tasvip etmediğimiz gibi, devlet düşmanlığını da doğru bulmuyoruz. Bunun için devlet kurmaya çalışılmaz. Üstad, birlik ve beraberliği savunuyor. Bakınız Üstad, “Kürtler iyi bir vücut, Türkler ise iyi bir kafadır. Beraber olmanızda fayda var” diyor. Üstad neden böyle bir şey söylüyor? Çünkü her ırkın bir özelliği var. Kürtler daha ziyade kırsal kesimde, ağalık ve şeyhlik kültürü içinde yetişen bir toplum. Orada devlet olsa dahi hükmeden, yine ağadır. Abdülhamit bunu gördü. Hamidiye Alayları’nı kurarak orayı yönetti. Bu, bir gen özelliği. Her toplumun kendine has bir yapısı var. Meselâ, Türklerde bir kız kaçırılsa, en fazla ilişkiler kesilir. Ama o­nlarda namus meselesi oluyor; kaçıran kaçan, her ikisi de öldürülüyor. Din bu yapıya müsaade etmiyor. Ama töreleri böyle.

Benzer konuda makaleler:

29 Yorum

  1. İşte klasik devletçi İslamcı. Kürtlere gelince her türlü hakları var, ticaret yapıyorlar, milletvekili oluyorlar ezberine devam. Müslümanlarda milletvekili bakan başbakan oluyor. Ticareti ziyadesi ile yapıyorlar. Senin söylediklerini Yaşar Paşa da söylüyor. Alpaslan Türkeş de Devlet Bahçeli de.

  2. Senin yaklaşımlarını da İslam’ı ve kutsal değerlerimizi kendi şahsi menfaatleri için rencide eden ve Müslümanların her türlü haksızlığa uğramasına sebep olan Erbakan, Tayyip Erdoğan , Haydar Baş gibi insanlar söylüyor…

  3. Kardeşim, kimin söyledigine bakmayacaksın. ölçülerimize uyuyor mu, uymuyor mu? ona bakacaksın. ister Mehmet Kutlular, ister Tom Cruise, isterse de sarı çizmeli mehmet ağa. söylenenlere mukabil verilebilecek cevap yine ancak Risale-i Nur ölçülerine göre olmalıdır. bana göre tam kitabın ortasından konuşmuş. ağzına sağlık.

  4. Tebrik ederiz çok güzel bir açıklama yapmış gayet içten ve samimi.

  5. Kutlular Abinin fikirlerinesaygi duymamak elde degil Turkiyedeki darkapsamli dusunceler fransadada devam ediyor eger Risalei nurlarin prensibinesadik kalinsa idi siyasi mulahazalarla nebolunme olurdu nede istismarlar yasanirdi bukonulardaki istikrarli cizgisindendolayi Ktlular Abiyi ve gazeteyi tebrik ediyorum

  6. Harika bir röportaj olmuş…
    Mehmet Kutlular ağabey yine olması gerektiği gibi konuşmuş. Yüreğine sağlık…

    Tebrikler, teşekkürler…

  7. bedel ödemek kolay değil, bediüzzaman gibi mücadeleni yapacaksın, hizmet anadoluda diyeceksin, zübeyrlerin yetişmesine sebep olacaksın. bediüzzaman ve zübeyiri kendine rehber edineceksin. işte nurculuk bu. ama adama bedel ödetirler. sanada bedel ödettiler ama manen ve maddeten kimine göre bir avuç insan “benim davam bediüzzamanın davası”, “benim davam risale-i nur davası”, “benim davam mehdinin davasıdır” diyecek adamların davasıdır. benim davam süfyanizme karşı diyeceksin, her türlü sıkıntıya maruz kalacaksın. “ondan sonra nurcuyum diyeceksin” (burası roportaja konu olan şahıs için-yoksa anadolu ateş hattı olmuş sen başka diyarlarde salya sümük kahramanlık yapacaksın). Seni senin dizinin dibinde yıllarca hizmet edenlerdende anlamayanlar oldu. bu kahraman davada bayrak oldun. bu bayrağı yakın zamana kadar yerlerde süründürmeye kalkışanlarda oldu. AMA SEN mert bir insan olarak geldin bu aleme HAK’kın hatırını herşeyin üzerinde tuttun. mert geldin merdane davanı yürütüyorsun. Seni Üstad ve ondan önceki islam alimleri alkışladığı gibi, gelen nesilde alkışlıyor.”Yeterki dik durmaya devam et” sen mehdiyi ahir zamanın davasını temsil eden bir şahsı manevinin ALLAHın rızasına mazhar olmak için bir hizmetkarı olarak son ruhuna kadar davamızın başında kal. fakat müessesenin meşveret ve şuuraya dayalı sisteminin işlemesinide sağla, hizmet etmek isteyene yarışma ortamını hazırla hakem ol. başımızda ol. sen bu aleme tavizsiz geldin tavizsizde git. Allah uzun ömür ve sağlıklı yaşam versin.DİK DURUŞUNU ALKIŞLIYORUZ. SENİ VE SENİ SEVENLERİDE SEVİYORUZ.

  8. Risâle-i Nur?da müsbet hareketin temeli
    03/12/2008 – 07:42

    Ali FERŞADOĞLU

    ?Müsbet hareket?, bugün dünyayı kuşatan bir ?hizmet? düşüncesinin ana usul ve tarzını oluşturuyor. Bediüzzaman?ın vefatından önce vermiş olduğu en son ders, ?Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir?1 şeklindedir.

    Talebeleriyle birlikte çeşitli eza, cefalara maruz bırakıldığı, çok ağır ve şiddetli muâmelelere tabi tutulduğu halde; kendisine kötü davrananlara, işkence edenlere karşı şöyle bir müsbet yol izler:

    ?Bizim vazifemiz onlar hakkında yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslenmemesini ve onlara mukabil Risâle-i Nur?a sadakat ve sebat ile çalışmalarını tavsiye ederim.?2 Bu anlaşılması güç bir müsbet harekettir!

    Bediüzzaman?ın müsbet hareketinin anahtar kavramlarını şöyle maddeleştirebiliriz:

    * Allah rızasını kazanmak için sırf iman hizmetini yapmak,

    * Vazife-i İlâhiyeye (Allah?ın işine) karışmamak, sonuç ne olursa olsan razı olmak.

    * Âsâyişi (emniyeti) muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıyı sabırla, şükürle kabul etmek.

    * Dahilde asla maddî güç kullanmamak; cihad-ı mânevî (ilim, fikir, ibadet, zikir, tebliğ ve irşad) ile hareket etmek.

    * ?Asıl mesele bu zamanın cihâd-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.?

    * Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.

    * Mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek ve dış tehlikelere karşı kullanmak içindir.

    * ?Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenemez?3 Kur?ânî prensibiyle, bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mes?ul olamaz.

    * Vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz.

    * Tiryakilik, görenek, itiyat (bağımlılık) zarurî olmayan ihtiyaçları zarurî durumuna çıkarmış. Halbuki sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Bunları elde etmek için, müsbet hareket terk edilmemeli. Ve bid?alara düşülmemeli. Şu halde, bid?acıların da müsbet hareketle, lütufla ıslâhına çalışmak, asla hücum edip menfî harekete girişmemek.

    * ?Ehvenüşşer? olarak değerlendirip bazı bîçâre yanlışçıların hatâlarına hücum etmemek.

    * Müsbet hareketi önleyen bu zamanın bir hastalığı daha var: Benlik, enaniyet, hodfuruşluk, hayatını güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iştahı, tiryakilik gibi hastalıklardır. Risâle-i Nur?un Kur?ân?dan aldığı dersin en birinci esası benlik, enaniyet, hodfuruşluğu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlâs-ı hakikî ile imanın kurtarılmasına hizmet edilsin. ?Madem mesleğimiz âzamî ihlâstır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâkî bir mesele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek âzamî ihlâsın iktizasıdır.?

    Özetle; Bediüzzaman, toplumun ve insanlığın huzur ve güveni için asla menfî hareketlere, şiddete, anarşiye girmemeye ve toplumun huzurunu bozacak davranışlardan kaçınmak için ?müsbet hareket etme?ye çağırır.4

    Dipnotlar:
    1- Emirdağ Lâhikası, s. 455, 2- Emirdağ Lâhikası-II, s. 80-81., 3- En?am Sûresi: 164., 4- Emirdağ Lâhikası, s. 458.

    Yeni Asya

  9. sa ben cihan koç arkadaşımın yazdığı hakkında şunu söylemek istiyorumm hayata hayatın ne tarafından bakıyorsun acaba konunun en başından okuyorumda sanki en doğrucu kendisi ve sadece kendi kalıplarından bakabilen bir insan olduğunu gösteriyorsun demokrasinin bir özü de objektif düşünürp araştıran ve aneliz edebilen yönlü olmasıdır fakat bağlı konuşmanın bu kadarda bir açık örneği bu arkadaş, ne kadar takip edip çamur atıyorsun kendi menfaatleri için diyorsun bir insan 82 yaşına gelipte kendi menfaati için ülkemiz elden gidiyor diyemez heralde ve bunları kanıtlayarak insanların gözlerinin içine soka soka yalan söyleyemez heralde bu ülke bunun için gelişemiyor yukardaki okuduğum yazıda baskıcı devletten bahsediliyor peki alttan alttan yapılan cemaaet baskıları ve bu arkadaşımızın düşüncesine ne demeli bireyler toplulukları topluluklar milletleri milletler ise devletleri kurarlar demekki biz insanlar olarak siyasetide bilicez ekonomiyide, hakkıda ,haksızıda mehmet kutluar hocamız da yazısında siyasetle işimiz olmaz diyor fakat grubunda ki insanları otobüslerle mitinglere yolluyor bu nasıl bir anlayış bunuda anlamış değilim açıkcası ve son olarakta şunu söylüyorum müslüman gençler eğer siyaseti doğru anlamıyla bilemezlerse kimse ağlamasın bu ülke nereye gidiyor diye siz yönetmiyorsanız misyoneri cony si yönetiyor ve bu halde olmanızdanda çok memnunlar ve şuda dip not peygamber efendimiz sav hem ordu konutanı hem devlet reisi otomatik olarak siyasetçiydi saygılar….

  10. Sevgili siyasetçi kardeşim Berk,

    Yeni Asya camiası olarak hiç bir zaman inançlarımızı ve davamızı dünyevi siyaset oyunlarına alet etmedik. Milletimizin manevi değerlerini kendi menfaatimize alet etmedik. Siyasetçilerin veya siyasi partilerin hiç birinden makam, mevki veyahut devlet imkanları talep etmedik. İnanç ve fikir hürriyeti ve demokrasi dışında siyasi partilerden hiç bir beklentimiz olmadı. İmam-hatipler açan, yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar kuran, millete maddi ve manevi hizmetlerde bulunan kadroların iktidara gelmesi için milletimize gerçekleri anlattık. Hür genç ekipleri ergenekoncuların ihtilalcilerin oyunlarını bozdu. Bu yaptıklarımıza siyaset diyorsanız, ben de size el insaf diyorum!

    Ben Yeni Asya cemaatinden, Nurcu olamasa da Nurculuk yoluna baş koymuş, Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a biat etmiş biriyim. Sabit siyasi görüşüm olmamakla birlikte cemaat içi demokrat belirleme meşvereti gereğince oyumu kullanırım. Ölçümüz de bu asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bizlere tavsiyeleridir.

    Şimdi sen söyle sevgili Berk, kimsin nesin necisin? Kime hizmet ediyorsun? Davan ne? Hangi müceddide tabisin? Kime biatlısın? Anlat kendini biz de seni tanıyalım. (tabi benim kadar yürekliysen?)

    Muhabbetlerimle…

    NOT: Beni tanımadığı halde ağır şekilde itham eden kardeşlerimi anlıyorum. Kalpleriyle düşünüyorlar. Akılları başkalarının ceplerinde olduğundan akıllarıyla düşünemiyorlar. Allah, akıllarına kavuşmayı nasip etsin o kardeşlerime.

  11. üstad kürtçe neşriyat yapılsın dememiş ama yapılmasın da dememiş.Dillerin farklı ve çeşitli olması Allahın ayetlerindendir.Madem durum budur o zaman her dil ile eğitim yapılabilmelidir.Ayrıca kürtçenin geçerliliğini sorgulamak kürt olmayanın üzerine vazife değildir.

  12. peygamberimiz de siyasetçi idi gibi düşüncelerle mehmet kutluların deyimi ile ”yapılan yanlışlıklara kutsiyet atfetme” çabasına girmeye gerek te yok hakkımız da.
    ”selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek
    (Sözler)
    Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları
    (Sözler)

    karıştırmayalım lütfen ”biz siyasete girdik zaten Efendimiz (ASM) da siyasetçi idi” gibi cennetle cehennem kadar uzak olup sadece isimleri aynı olan bir ”siyaset” manasını kullanacaksak dikkat edelim lütfen.

  13. peygamberimiz de siyasetçi idi gibi düşüncelerle mehmet kutluların deyimi ile ”yapılan yanlışlıklara kutsiyet atfetme” çabasına girmeye gerek te yok hakkımız da.
    ”selef-i sâlihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı Semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile, kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek
    (Sözler)
    Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları
    (Sözler)

    karıştırmayalım lütfen ”biz siyasete girdik zaten Efendimiz (ASM) da siyasetçi idi” gibi cennetle cehennem kadar uzak olup sadece isimleri aynı olan bir ”siyaset” manasını kullanacaksak dikkat edelim lütfen.

  14. Kutlular Ağabey’in görüşlerine ekseriyet i’tibâriyle katılıyorum.. Eğip bükmeden merdçe söylemiş.

    Aşağıdaki düşüncelerine katılmıyorum:

    “Biz devlet okullarında Kürtçe eğitime karşıyız. .. Ama devlet okulunda Kürtçe eğitim olmaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunu var. Bu kanuna göre devletin resmi dili Türkçe’dir. .. Efendim, “Kürtçe eğitim verilsin.” Hayır efendim böyle bir şey olmaz. ..”

    Şartlar müsâid olursa, talep varsa neden olmasın?. Türkiye Cumhuriyeti’nin ka?nûnu Allah kelâmı değil ki, gerekirse değiştirilir..

  15. Parya nerdeysen buraya da göz at!!!
    Ah Üstadim herkes senin Rantini yiyor ve de tepe tepe kullaniyor.
    Ey Kutlular, Nur Tarihine bakinca, her catismada sen vardin…
    Üstat ilkelerei koydugu halde, sahislar babinda cemaati yönlendiren sendin, Demirel Ugruna nice saffi Evvel ile cebellestin, hala mi Demirel diyorsun???
    Kurandan ayetleri azaltm babaindaki söylemlerine ragmen mi Demirel, Basörtülüler Arabisatana gitmeli demesine ragmen mi Demirel, YÖKE atadigi Gürüz Efendi ile mi Demirel, yoksa Anayasa Mahkemeisne atadiklariyla mi hala Demirel……
    Ergenekon Operasyonlari bize cogu gercegi gösterdi, buna ragmen mi Demirel, acik konus, size yeni bir rol verildi de, DP ´yi mi destekleyecek CEMEAT!!!!
    Yok Arkadas, Kral CIPLAK…
    28 Subatta Demirel Misyonunu cok iyi gördük, hemde perdesiz olarak
    Fazla söze ne HACET

    Herkes yanlis yapar, ama sayinKUTLULAR yapmaz, o hep doogrudur, nice Abiler yanlis yapmistir, amma lakin Sayin Kutlular hep dogrudur…

    Bu yaziyi yayinlamazsiniz biliyorum, lakin yazmadan da edemiyorum.
    Selamlar tüm okuyanlara

  16. Murat Ademoglu yazidaki su cümleyi görmemis belli, yoksa muhterem kardesimiz “actim agzimi yumdum gözümü” yapmazdi diye düsünüyorum.
    “28 Şubat?a kadar Demirel aynı Demirel?di. 28 Şubat sürecinden sonra değişti.”

    Bir de -kim olursa olsun- hicbirimiz günahsiz melek degiliz, din kardeslerimizi elestirirken ÜSTADIMIZIN MÜNAZARAT namli eserinin birinci cümlesi ile degrlendirelim, cünkü bu bir islamî kaidedir. ” Ya eyyühen nazir! Hasenati seyiatina, sevabi hatasina tereccüh edenler, MAGFIRET ve AFFA müstahaktirlar!”

    Ey kinci, taraftar, menfi kör hissiyat hâl böyle iken kimden FETVA aliyorsun?

  17. okudum murat ademoğlu ağabey…

    konuya ilişkin diyeceğim şudur…

    hiç şüphem yok kutlular ağabey hasbi,mert ve cesur bir insan..

    ancak elbette kutlular ağabeyin gerek hocaefendiyi gerek yazıcıları hüsrev ağabeyi gerek zamanında kendinden daha kıdemli bediüzzaman talebelerini belki sert fıtratının etkisiyle kırmasını doğru bir içtihat olarak görmüyorum…

    fakat;…

    geçenlerde bediüzzaman hazretleri ve açılım üzerine yeni asya camiasının düzenlediği panelde bulundum…

    evvela bediüzzamanı gündem yapan azimli çalışmaları için yeni asya camiasını takdirle karşıladığımı ve faydalandığım,ve salonu bir huzur adacığına çeviren verimli panelleri için şükran hissiyle dolduğumu ifade etmem lazım…

    panele dönersek kutlular ağabey gerçekten kendinden emin ve cesur bir konuşma yaptı…hatta o kadar etkilendim ki sonradan elini öpmek istediysemde öptürmedi ama tokalaşmış olduk…

    kendisine allah için saygı duyuyorum…ancak bazı meseleleri temcit pilavı gibi gündeme getirilmesi bana göre uygun bir şey değil…

    evet insanlar herkese mavi boncuk dağıtma durumunda değil ama kutlular ağabey; ne olursa olsun fethullah efendi gibi beğenilsin beğenilmesin,kıskanılsın takdir edilsin ciddi bir islam alimini ve hüsrev ağabey gibi üstadın katında dahi nazı çokca geçen üstün bir talebeyi yermesi veya o manaya gelecek laflar etmesi velevki haklı bile olsa uygun değil…

    bu yönüyle içten ama talihsiz ve faydasız bir açıklama…

  18. Bizim elestirimiz, ne sayin Kutlular´in ne de diger saff-i Evveller´in Risale Hizmetlerinde ki kusurlar ya da eksikler degildir. Bizim Elestirimiz, sadece Risale-i Nur gibi Cihansumul Eserlerin Siyasete hizmetkar edilmesidir. Yoksa, Nur hizmetlerini her zaman takdir ederim…
    Son zamanlarda kafamda iyice evhamlar olusmaya baslamisti, acaba Demirel(Ergenekoncu) Taifesi, ülkedeki pozitif gelismeleri ket vurmak icin Cemaat üzerinde ne gibi düsüncelere sahip diye, yavas yavas gazeteye bakince(Yeni Asya) kendisini belirtmeye basladi. Biz ayni Oyunu Özal zamaninda gördük, DYP nin tasiyicisi hükmünde idi Cemaat, Gazete de yayin oragniydi, simdiler de degörünen o ki (insaAllah yaniliyorumdur) Seytandoruk(Cindoruk) hamiligine soyundu.
    Eski Genel Baskan Sn. Soylu Bey´in dedigi “Ergenekonculara partiden temizleyemedim”.
    Yoksa sayin Kutlular´in mert, cesur dava adami olmasi beni ziyadesiyle memnun eder, ah su siyaset kirine bulasmasa ve de hickimsenin taseronu olmasa, keske Iman hizmetine daha fazla egilse ….
    Ayrica taassubun hertürlüsne karsiyim, Madem Konu Münazarattan acildi, Syin Hasan Okuyan, Münazarati iyi Oku, Üstad Hazretlerinin o avama seslendigi, Seyhlere, Agalara hitabini iyi oku.

    “Ben tanimiyorum, sizde tanimayin” Vesselam…
    Selamlar

  19. Zamanında demirelin ecevite karşı ehven i şer olması fikri doğrudur fakat demirelin Üstada ve talebelerine dost olduğunu söylemesi ise Mehmet Kutlular Beyin bir yanlışıdır.. İleri derecede mason olduğu bilinen ve “tesettür isteyen Arabistana gitsin” diyen bir herifin Nur talebelerine dost olduğunu iddia etmek, açık bir hatadır. Zamanında rey vermek mevzusu ise, Üstada ve dindarlara nefreti bedihi olan fakat eskide siyaseten su yüzüne çıkarmamış olan dehşetli bir herifi, Nurlara ve Nur talebelerine dost göstermeye çalışmak hakiki Nur talebelerine yakışmaz diye hatırlatıyoruz..
    Hata ise, demirele vaktinde oy vermekten ziyade mason olmayan Turgut Özalın parti kurmasından sonra hala mason demirele sahip çıkmak idi.. Başka partileri ehveni şer gören Nurun ekseri cemaatleri bu meselede isabet etikleri, -Fethullah hocanın grubu bahisten hariçtir, burada kastedilen ise dairemiz içindeki siyasi ihtilaftır- Mehmet Kutlular Bey’in ise ısrarla demirel demesini ve “Üstadın hayatından bunu bulamazlar” diye iddia etmesini ise, ehveni şerrin ne olduğunu anlamaya çalışmaktan ziyade mason bir herife ve partisine anlaşılmaz bir sadakat olarak tavsif ediyorum. O mason herif ise bu zahir yanlışa karşı “tesettür isteyenler memleketten gitsinler” diyerek kendisine olan sadakatli teveccühe hiç te liyakati olmadığını açıkça göstermiştir.. Bundan ben tahmin ederim ki Yeni Asya’cı kardeşlerimiz de artık o herifin ne olduğunu anlamışlar ve zahir hatalarından nedamet etmişlerdir diye hüsnü zanla bakıyorum..
    Allah, Nur talebelerini ifrat ve ve tefritten içtinab ile sırat ı müstakimde devam ettirsin. Amin..

  20. Kardeşim gönderdiğim yazıları neden yayınlamıyorsunuz? Yoksa siz hakkın izharından mı korkuyorsunuz?.. Bilirsiniz ve biliniz ki hakkın hatırı alidir hiç bir hatıra feda edilmez.. Mehmet Kutlular da Nur dairesindeki umum zevat ı muhterem gibi nazarımızda bir mevki sahibidirler fakat onun siyasi bir tercihini yahut yanlışını nazara vermemiz sizlere neden ağır geliyor? Madem demokrasi taraftarlığında bulunuyoruz bırakınız herkes hür fikrini beyan etsin. Ta ki hakikat neymiş anlaşılsın.. Yok eğer korkuyorsanız sair kardeşlerinize demir perde çekip sitelerinize yalnız kendiniz gibi düşünenleri dahil ediniz.. Selametle..

  21. İnsan her zaman hüsn-ü zanna memurdur!

    Levent bey, eğer EuroNur´un müdavimlerinden iseniz bilirsiniz ki bu sitede her görüşe nezaket kurallarını ihlal etmemek kaydıyla yer verilmektedir. Lakin yorumlar editörlerin onayından geçtikten sonra yayınlanır. Bu genelde 24 saat içerisinde olsa da belli şartlarda 2-3 günü bulabilir.

  22. DP niçin CHP’lileşti?

    Adı sanı artık ne duyulan ne de bilinen Demokrat Parti’de bir yetkili “Hüsamettin Cindoruk CHP’ye geçsin” demiş. Sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak için de Süheyl Batum’un CHP’ye yönelişini hatırlatmış. Bu iddia sadece gündelik politika içinde sıradan ve basit ve iddiayı değil, üstünde ciddi olarak düşünülmesi gereken sosyolojik bir gerçeği saptıyor. Saptamakla kalmıyor. CHP’nin niçin AK Parti karşısında başarısız olduğunu açıklamak bakımından da önemli bir ipucu veriyor.
    Gerçekten de Süheyl Batum gibi adı o güne değin CHP kulislerinde hiç duyulmamış birisinin kurultayın desteğini alarak PM’ye seçilmesi ilginçtir. Oysa aynı kişinin adı daha önce DP için geçiyordu. Bu kabulün, bu uzlaşmanın, bu bütünleşmenin nasıl olduğu, niye olduğu, nelere dayandığı görmezden gelinmeyecek kadar önemlidir.
    Önemlidir çünkü CHP’nin bugünkü kimliğini netleştirmektedir.
    Bu kimlik sosyolojik olarak bakıldığında ilginç bir özellik gösteriyor. Şöyle açıklayayım: bugünkü CHP’nin gerek ideolojisi, gerek üst düzey yönetimi nitelik olarak 1965’lerin Adalet Partisi’ne dönüşmüş durumda. Savundukları görüşlerin devletle, sistemle, bürokrasiyle olan bağlantısı o tarihlerde Demirel’in ve çevresinin, dolayısıyla da AP’nin savunduklarından zerre kadar farklı değil. Kaldı ki, 1990’ların Demirel’i, 28 Şubat’taki pozisyonu, Genelkurmay’la olan ilişkisi, demokrasiye yaklaşımı bugünkü CHP’nin de savunduğu görüşlerle tıpatıp aynıydı, sonuna kadar örtüşüyordu.
    Buna mukabil 1965’lerin AP’sinin tabanı çiftçiydi, köylüydü, göçerlerdi. Onlar ise 1970’lerde kısa bir süre için CHP’ye ve onun sınıf temelli politikalarına kaydıktan sonra bugün kesinkes AK Parti tabanını meydana getiriyor. AK Parti bu kesimlerin temsilcisi olarak ama ideolojik planda AP’den ve CHP’den radikal biçimde farklı bir politika izleyerek siyasal arenada kendisini gösteriyor.
    Bu çok önemli bir dönüşümdür. Bugünkü CHP’nin ne sözü çok geçen o varoşlarla, ne dar gelirli ve yoksullarla, ne kırsal alanla, ne demokrasi talep eden kesimlerle ilişkisi kalmıştır. Yapılan bütün araştırmalar bu partinin üst gelir gruplarından, daha iyi eğitimli çevrelerden, yaşlı nüfustan, kent yerleşiklerinden oy aldığını gösteriyor. İdeolojik planda da sistemi savunan bürokratik, tutucu, laikçi, durağan, üç Cumhuriyet gazetesi yazarını yönetime taşıyan, Batum’u partiye özel olarak davet eden bir CHP var orta yerde.
    Öbür tarafta ne olursa olsun AP’nin uzantısı sayılacak bir kadrodan müteşekkil, devletçi seçkinlerden oluşan, sınıfsal olarak tabandan kopmuş, ideoloji olarak askeri, sistemi, ‘Ergenekon’u savunan, “Devletim istedi geldim” diyen bir DP’nin ve yöneticilerinin CHP ile arasında sıra dağlar yok. Böyle bir durumda DP’nin kendisini CHP ile bütünleştirmesinde veya DP yöneticileriyle CHP arasında, Batum örneğinde olduğu gibi, bir bütünlük sağlanmasında şaşırtıcı ne olabilir?
    Gene bu koşullar bize Türkiye’deki siyasetin yapısal bir özelliğini gösteriyor: Türkiye’de siyaseti belirleyen ana unsur modernleşmedir. Modernleşmeyi bekleyen ve modernleşmenin iticisi olan kesimler hangi partide ise o parti “ilerici”dir. Daha önceki dönemlerde söz konusu ilericilik altyapının dönüştürülmesine dayanıyordu. Onunla sınırlıydı. Bugünse demokratik dönüşüm de o aktif modernleşmeyle bütünleşiyor. Bu gerçeğin gereğini yerine getirmeyen partiler ise tutucudur ve öyle olmaya/kalmaya mahkûmdur. Yani tarihin bir döneminde ilerici olmuş bir siyaset güncel anlamda ilerici olmayabiliyor. Yani ilericilik de gericilik de Türkiye’de sınıfla ve devletle ilgili niteliktir.
    Galiba bana çok sık sorulan “CHP değişir mi değişmez mi” sorusunu yanıtlamış oluyorum.

    HASAN BÜLENT KAHRAMAN
    Sabah, 18.06.2010

  23. 12 Eylül askeri darbesinde sayın Kırkıncı Hoca ve diğer cemmat mensubu ağabeyler bu ergenekon zihniyetine boyun eğmiş ve Üstadımızın idam sehpasında vermediği tavizleri vermiştir. Bir gecede yüzlerce ışık evleri ve maddi destek bu ağabeylerin cemaatlerine devlet eliyle akıtılımış ve tavizler koparılmıştır. Sayın Özal ki odaİhtilalciler ve ergenekona alet olmuş ancak sonradan İhtilalcilerin iktidara getirdiği biri olarak yanlışlarını anlaması sonucu hatalrını telafi maksadıyla bazı girişimlerde bulunmuş ve suikastlere maruz kalmış arkasından komploya kurban edilmiştir. Ben rabbimden tüm ağabeylerime, kardeşlerime ve bana basiret ve fresat vermesini niyaz ediyorum.
    Sayın Demireli ve Sayın Menderesi Ergenekon oyunlarıyla Türkiyede spesifik bazı hadiseleri cımbızlayarak ülke karışıyor yaygaralarıyla darbeye zemin hazırlayan zihniyet alaşağı etmiş ve bugün ifşa olmuştur.
    Çok değerli ağabeylerim eğer bu tavizleri vermeseydi Sayın kutlular gibi evlatları belkide gözleri önünde Ergenekoncular veya diğer mihraklar tarafından öldürülecek veya tuzaklara düşürülecekti. Kutlular abi kızını Kurban etti ama davasını asla kurban etmedi. Davasını kurban edenlere de rabbimden af ve mağfiret diliyorum.
    Ağabeyler yaş itibariyle bilirsiniz ki Menderes te içki içen ve namaz kılmayan Ancak dine taraftarlığı hasebiyle İslam Kahramanı ünvanını asrın Müceddidinden alan bir mümtaz şahsiyettir. Bizler devlet kademelerinde hoca seçimi yapmıyoruz. Devlet adamı seçiyoruz. Nasılki bozuk bir saatiniz varsa müslüman kasaba değil yahudi dahi olsa saat ustasına götürürürüz. Bir dönem Sayın Erbakan da bu ağabeyler tarafından desteklenmiş, saat ustası sanılmıştı ve iman hakikatlerinin yayılmasına hizmet etmesi beklenirken en büyük darbeyi bizzat kendisi vurmuştu. Özellikle de İsviçrede sürgünden Paşa tarafından Türkiyeye getirilerek parti kurdurulmuş ve ülke Kaosa sürüklenmiştir. Bu oyunlara gelen bu necip millet için rabbimden basiret ve feraset niyaz ediyorum.
    Tarih tekerrürden ibarettir sözü gerçekten çok doğru. Tarihini bilmeyen geleceğe sağlam adımlarla yürüyemez.

  24. sayin HAMZA BOZ ALİ,
    Sizin bahsettiginiz hadise Kutlular ile askeri Cenahtan olan subayin ziyareti 80 lerdedir. Rahmetli Vildan´in ölüm tarihi ise 12 Eylül 1995 dir.

    O cenah sayet Kutlular ile bir hesaplasma icerisine girdi ise, o tehditten tam 15 sene sonra mi hadiseyi gerceklestirdiler?

    Sayin Kutlular aciklamali, Vildan ölmeden önce ne tip teklifler yapildi?
    Nasil bir pazarlik icine girildi?
    Hangi taleplerle gelindi de ret edildi?
    Unutulmamli ki, sayet öldürülme hadisesi varsa, 95 yilinda önemli görüsme trafigi gerceklesmi olmali. Netice olarak yine ayni yilda arzuedilenler Kutlular tarafindan kabul edilmemis olmali……

    Sorular uzar gider, akla yakin bi cevap bulamadim , sayet hadisenin gercek yüzünü tam vakif olan varsa yazin bizde bilelim.
    Denilen sadece sudur, Vildan(Allah Rahmet eylesin) öldürüldü!!!!

    Amam ölüm sebebi sadece kuru bir iddia olarak günümüze kadar gelmis oluyor. Zira bir cemaat mensubu olarak bilmek en dogal hakkim. Yeniasya üzerinde hangi tertip amaclandi ? Ne kadari basarili oldu?
    Bütün bunlari Mehmet Kutlular´in bilmesi gerekir. Kuru aciklamadan ziyade, icini dolduracak sekilde bir bilgiye maalesef muhtaciz. Vildani öldürdügü iddia edilen güc, fevkalade Kutlular´a da bir planla ortadan kaldirabilirdi…. sorular, sorularr
    Komplo Teorileri gibi geliyor bana

    Allah Vildan´a afv ve magfiret etsin. Allah hic kimseye bu tür acilar yasatmasin

    Amacim elestirmek degil, sadece bilgi almak

  25. Abuzer kardeşim yeni doğmuş bir bebeği eroin bağımlısı yapmak mümkünmü sizce. Elbette gençlik döneminde bu komplo yapılacaktı. Komployu gerçekleştiren adamın astsubay olduğuda medyada ortaya çıkmıştı. Ancak spesifik bir hadise denilerek üstü kapatılmaya çalışılıyor. Kutlular ağabeye 80 lerden öncede sonra da bu tehditler çok yapılmıştır. Kendisinin cep telefonu her zaman açıktır. Gazeteyi ararsanız kendisiyle görüşebilirsiniz. Avamdan havastan kimseyi ayırt etmiyor kendisi. ben bile avam dan bir kişi olarak farklı konularda kendisiyle görüştüm.
    Asıl önemli olan Risale-i Nur davasıdır. Bu dava uğruna taviz vermeyenler elbette bedel ödemektedirler. Kutlular ağabey hayatı boyunca dik duruşlara bizlere örnek olmaktadır. En yumuşak karnı olan ailesini bile feda eden bir dava adamını öldürmek hiçte kolay olmasa gerek. Üstadımız Bediüzzaman ı tüm hükümet birlik olmasına rağmen öldürememiştir. Onun davasını takip eden mübarekleride susturmak mümkün değildir. Aklın çözemediği hadisatlar varsa Risalei nurun mücizatı var demektir.
    Tüm dava arkadaşlarımıza ve ağabeylere selam…

  26. Değerli Yorumcumuz, her görüşe eşit mesafede durmakla birlikte; hakaret, küfür, aşağılama vb. içeren, toplumsal hassasiyetleri zedeleyici nitelikteki ve büyük harfler ile yazılan yorumları yayınlayamıyoruz. Kriterlere uygun olarak yeniden yorum yazmanızı diler, ilginize teşekkür ederiz. Saygılarımızla. (Editör)

  27. Sn Mehmet kutlular beyefendi nasıl ki İslam ın tanımını batılılar yapamazsa ,demokrasinin tanımını da bizler yapamayız bu kavramı üretenler tarafından tanımlanmıştır ve muhteviya bellidir.Türkiye Müslümanlarının diyaloga karşı olduğunu ve bunun yanlışlığını dile getirmişsiniz ekhamdülillah diyorum halkımız böyle bir fitneye izin vermemiştir ,risale i nur gruplarına acizane tavsiyem bu mevzuya ilgi göstermesinler bile.Said i Nursi kendi zamanında efdal olanı yamaya gayret etmiştir lakin 50 60 yıl sonrasında bile birebir kopya mantığıyla bir hayat yaşanmaz,bu Resullulah ın sünneti değildir

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*