Melekler, insanların fesat yapıp kan dökeceğini nasıl öğrendi?

Bakara suresi 30. ayet meali:

Yani, “Düşün o zamanı ki, Rabbin melaikeye hitaben ’Ben yerde bir halifeyi yaratacağım’ dedi. Melaike de ’Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ’Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi.”

Ayette bildirildiği üzere Cenab-ı Hak, yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklere bildirdiği zaman, melekler bir ölçüde bu habere itiraz mahiyetinde bir görüş bildirmişler ve kendilerinin bu hilafet görevine daha layık olduklarını sanmışlar. “İnsanlığın kan döküp fesat çıkaracak olmasını da” itirazlarına sebep olarak beyan etmişlerdir. Bu noktada dikkat çekici olan önemli hususlardan birisi de “Meleklerin insan neslinin kan dökeceğini” nasıl bilmiş olmalarıdır.

Evet, melekler bu bilgiyi nasıl elde ettiler? İnsan nevi daha henüz şehadet alemine gelmeden “ne şekilde kan döküp kainatın nizam ve intizamına karşı isyan edeceklerini” nasıl öğrendiler?

Bu sualin cevabı olması açısından Ruhu’l- Beyan tefsirinde ilgili ayet tefsirine ait şöyle bir tanım var:

“Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” dediler. Çünkü melekler, ruh üflenmeden önce Âdem Aleyhisselâm’ın cesedine baktılar. Meleklere ait bir nazar ile Adem Aleyhisselâm’ın birbirlerine zıt olan dört unsurdan (anâsırı erbaa, yani toprak, su, hava ve ateşten) yaratılmış olan cesedinin melekûtunda. birbirlerine zıt olan unsurların terkibinde doğan beşeri, behimî ve hayvanı ve yırtıcı (zarar verici) sıfatını müşahede ettiler. Melekler, bunları zararlı olan hayvanların ve canavarların cesetlerinde müşahede ettikleri gibi… Belki melekler, ayân- beyân gördü-ler. Çünkü melekler Âdem Aleyhisselâm’dan önce yaratıldılar. ”

Yani özetle melekler insan neslindeki gazap ve şehvet duygularını fark ettiler ve buna göre fesat çıkarıp kan dökecekleri konusunda itiraz ettiler. Ancak ifadede geçen “yaratılmış olan cesedinin melekûtunda” tabiri oldukça ilginç. Demek ki, melekler normal insan gözü ile görülemeyen, alem-i melekut cihetinde görülen bir yazıyı okuyarak bu bilgiye ulaştılar.

Şimdi de Bediüzzaman Hazretlerinin yukarıdaki suale verdiği cevabı okuyalım:

“Fesadın “isyan”a bedel zikri, isyanlarının nizam-ı alemin fesadına sebep olacağına işarettir. Devam ile teceddüdü ifade eden muzari sigasıyla fesadın zikredilmesi, melaikenin asıl istemedikleri ve inkar ettikleri, ancak isyanlarının devam ve istimrar ile vukua geleceğine ait olduğuna işarettir. Melaike, beşerin isyanlarının devam ve istimrarını, ya Cenab-ı Hakkın i’lamıyla bilmişlerdir veya Levh-i Mahfuza bakıp ondan almışlardır veyahut insanlardaki kuvve-i gazabiye ve şeheviyeden anlamışlardır.” 2

Burada meleklerin insanların kan döküp fesat çıkaracağını nasıl bildiklerine dair üç görüş ifade edilmiş:

1-Melekler Allah’ın onlara bildirmesi ile bildiler.

2- Levh-i Mahfuza bakara öğrendiler.

3-İnsanlardaki gazap ve şehvet duygularından anladılar.

Bu üç şekil ve tarz tek bir mana bütünlüğü içinde de sıralanabilir. Yani bu üç maddeyi birleştirmek mümkün. Şöyle ki:

Cenab-ı Hak meleklere Levh-Mahfuz yolu ile bildirildi, Levh-i Mahfuzda ise insanlara gazap ve şehvet duygularının da ilave edilmiş olduğunu, yani cinlerdeki akli duygularla birlikte, okudular ve böylece insan hakkında bilgi sahibi oldular. Böyle demek de mümkün elbette.

Ama burada bir soru daha akla geliyor:Levh-i Mahfuz hangisi? Levh-i Mahfuzu azam mı, yoksa mahlukata yansıyan lehv-i mahfuzun şubeleri hükmündeki bazı yazı ve kayıtlar mı?

Bu noktada yine Risale-i Nura müracaat ediyoruz:

“Hem levh-i mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçük numunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hâfıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak, kemâl-i intizam ile içlerinde bir büyük kütüphâne kadar mâlûmâtın yazılması, katî ispat eder ki, o iki kuvvenin numune-i ekber ve âzamları, âlem-i misâl ile levh-i mahfuzdur.”2

İfadeye göre insan hafızası bir ölçüde levh-i mahfuzun küçük bir numunesi, küçük bir şubesi hükmünde. Hatta Nurlarda tohumlardaki, çekirdeklerdeki küçük kaderi yazıların da aynı tarzda büyük bir kayıt kütüphanesinin, yani lehv-i mahfuzun birer küçük misali, birer küçük kitap ve defteri olduğu bir çok kez ifade edilmiş. Demek ki insan genlerindeki bilgiler, DNA’lara kaydedilen tüm kodlar ve şifreler de levh-i mahfuzun küçük bir numunesi denilebilir.

Bu noktada yukarıdaki suale geri dönersek; yani melekler kan döküleceğini nasıl öğrendiler diye sual edersek, cevabımız şu olabilir:

Melekler insanların genetik şifrelerindeki bazı kaderi yazıları okuyarak böyle bir sonuca ulaştılar. Bu okumalar da yasak meyve denilen insanlık kodlarının melekuti yazılarına nazar edilerek yapıldı. Okuma işleminin Hz.Adem’in(as) ilk yaratılan vücudu üzerinden yapılma ihtimali oldukça zor gözüküyor. Çünkü Hz. Adem(as) ilk yaratıldığında cennete tam uygun ve dünyevi arazları olmayan bir cisim ve vücuda sahipti. Meleklerin itiraz ettiği hususlar ise ancak yasak meyve yenmesi neticesinde gerçekleşecekti. Demek ki melekler bu bilgiyi yasak meyve içinde depolanmış olan insan genetiğindeki bilgileri okuyarak elde ettiler. Bu gün fen ehli insan genomu içindeki yazıları çeşitli yollar kullanarak okuyabildikleri gibi, melekler de melekuti bir nazarla o ince ve hassas yazıları okumuş olabilirler. Bu pekala mümkün.

Bu noktada çok ince ve garip bir sual akla geliyor:

Meleklerin itirazının ana sebebi insanın kan döküp fesat çıkarmasıdır. Kendi faziletleri olarak da tespih, tahmid, takdis ve taat gibi ibadet hallerini öne sürüyorlar. Şayet melekler ya genetik şifreleri veya levh-i mahfuzu okuyarak veya başka bir yolla insan hakkında bu bilgileri elde etmelerine rağmen niçin kendilerinden çok daha ileri seviyede ibadet edip tespih eden insanları görmediler? Niçin Resul-u Ekrem gibi bu kainatın yaratılma sebebi, hatta meleklerin de bizzat yaratılma nedeni olan O Zat- Mübareki(asm) keşfedemediler? Niçin Hz. Musa(as), Hz. İbrahim(as) gibi nurani zatların bilgilerini okuyamadılar? Niçin alınları secdeye gitmekten iz olmuş sahabeleri, Sıddık-ı Ekberi(ra) ve emsalini fark edemediler? Niçin kainat, melekler ve tüm zerrelerle birlikte zikir eden Abdülkadir-i Geylani, Şah-ı Nakşibendi gibi zatların bilgilerine ulaşamadılar?

Şayet bu mübarek ve insanlığın, belki de kainatın medar-ı iftiharı olan bu zatların bilgilerine ulaşmış olsalardı belki de o kadar itiraz etmeyeceklerdi? En azından itirazları için kendi ibadetlerini delil olarak göstermeyeceklerdi?

Bu garip suale cevap olması açısından iki güzel görüş var:

Birincisi:Fahreddini Razi Hazretlerinin görüşü.

Tefsir-i Kebirde, Bakara suresi 30. ayetinde geçen “ Sizin bilmedikleriniz bilirim” tarzındaki Cenab-ı Hakkın meleklere verdiği cevapta meleklerin neyi bilmedikleri hususu bir kaç madde içinde açıklanmış. İlk maddedeki görüş ise yukarıdaki suale çok güzel bir cevap mahiyetinde:

“Altıncı Mesele Meleklerin Bilmedikleri Hikmet

Eğer “Hak Teâla’nın ifadesi, meleklerin sorusuna nasıl cevap olabiliyor? Denirse deriz ki: Meleklerin sorusunun çeşitli şekillerde düşünülebileceği ihtimalini zikretmiştik:

a) Bu, taaccübden dolayıdır. Buna göre âyeti, Allah Teâla’nın

“O insanların arasında fesat çıkarıp adam öldürecek kimselerin bulunmasına bakarak bu işe şaşmayın. Çünkü bununla beraber onlar içerisinde salih ve muttakilerden bir topluluğun olacağını siz bilmiyorsunuz ama ben biliyorum” demiş olması bakımından bir cevaptır.”

Bu ifadeye göre melekler insanlar içinde salihlerin ve muttakilerin olacağını görememişler. Bir başka deyişle Peygamberleri, velileri, asfiyaları ve diğer salih insanları göremeyip, onların bilgilerini okuyamamışlar. Yani sadece kan dökme istidadında olan insanların bilgilerini okumuşlar ve onların haberlerini almışlar.

Bu durumu teyit eden bir bilgiyi de İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin tefsirinden öğreniyoruz.

İşte Ruhu’l- Beyan Tefsirinde Bakara suresi 30. ayet için yapılan izahlarda melekler hakkındaki ilginç tanım:

“Melekler için, bulundukları mertebeden yüce Rabbin huzuruna yükselmeleri yoktur. (Melekler, oldukları makamın bir üst makamına geçemezler)”

Bediüzzaman Hazretleri de “Makamları sabit olan melekler” tabiri ile bu manayı destekler mahiyette fikir beyan ediyor.

Demek ki melekler kendilerinden yüksek makamlara ulaşamıyorlar, belki de onların bilgilerini gerek levh-i mahfuz, gerekse levh-i mahfuzun küçük numuneleri hükmüne olan genetik kodlardaki o ince nurani yazıları okuyamıyorlar. Belki de bu nedenle kendilerinden çok yüksek makamlara sahip olan salih zatların bilgilerine ulaşamadılar. Ancak kendilerinden daha aşağı makamlarda olan bazı insanların, yani fesat çıkarıp kan dökecek insanların yazılarını okuyabildiler ve bu nedenle masum bir şekilde itiraz etiler.

Tüm bu bilgileri teyit edecek Risale-i Nurda güzel bir izah var:

“RABBÜKE: Bu tabir, melaikenin aleyhine bir hüccet ve bir delildir. Yani, “Allah seni terbiye etmiştir, hadd-i kemale eriştirmiştir ve seni beşere mürşid kılmıştır ki, fesatlarını izale edesin. Demek, nev-i beşerin en büyük hasenesi sensin ki, onların mefsedetlerini setrediyorsun.” 3

Bu nefis izahta bir kaç husus var:

1-Senin Rabbin alemlerde seni seçti.

1-Melekler seni bilip göremedikleri için itiraz ettiler.

2-Sen onların itirazlarına karşı tek başına bir hüccet ve delilsin.

3-Çünkü seni Allah terbiye etti.

4-Çünkü seni Allah kemale eriştirdi.

5-Çünkü Allah seni tüm insanlara mürşit kıldı.

6-İnsanlara doğru yolu gösteren sensin.

7-Böylece insanların fesatlarını izale edesin ve onları sırat-i mustakime sevk edesin.

8-İnsanlığın en büyük hadisesi, en büyük hasenesi sensin.

9-Böylece tek başına insanlardan doğan ifsatları örtüp kapatıyorsun.

10-Demek ki kainatın çekirdeği de , meyvesi de sensin.

İşte Resul-u Ekrem Aleyhisselatuvesselam hem bu kainatın çekirdeği, hem bu kainatın en güzel meyvesi, hem de ahiret alemlerinin kapısını açacak Allah’ın en sevgili kulu ve resulüdür. İşte bu Zat’ın(asm) yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak meleklerin Hz. Adem’e(as) karşı itirazlarını affediyor. Hatta insanlığın yaptığı bir çok günahı da yine bu Zat’ın(asm) hatırı için af ve mağfiret ediyor. Demek ki kainatın en büyük hadisesi bu Zat(asm) ve davasıdır.

Allah bizleri son nefesimize kadar Resul-u Ekrem Aleyhisselatuvesselama ümmet eylesin. Amin.

1-http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=IsaratulIcaz&Page=252

2-http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Sozler&Page=149

3-http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=IsaratulIcaz&Page=249

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*