Menderes’in Yassıada’da beraatleri

alt

Darbecilerin kurduğu yassıada mahkemesi ‘Nde adnan menderes ve dava arkadaşları hakkında ortaya atılan suiistimal, zimmet, yolsuzluk ve malÎ suçlamalara dair ithamlar bir bir boşa çıkmıştır.

SUİİSTİMAL İFTİRALARININ ASLI ASTARI ÇIKMAZ…

27 Mayıs darbesinin 54. yılında darbecilerin kurduğu Yassıada Mahkemesi’nde Menderes ve dâvâ arkadaşları hakkında ortaya atılan yolsuzluk, suiistimal, zimmet ve mâlî suçlamaları ithamları bir bir boşa çıkar.

En çok gündeme gelen getirilen isnadlardan biri, merhum Menderes’in mal varlığıyla ilgili iddialardı. Esasen, merhum Adnan Menderes ve dâvâ arkadaşları, Yassıada’da bütün isnadlara cevap verir; ithamların tamamen itibarsızlaştırma amaçlı bühtanlardan ibâret olduğunu ispat ederler.

Bu konuda konuştuğumuz, eski Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisi hükûmetleri bakanlarından Esat Kıratlıoğlu, iftiraların altının boş olduğuna dair gerçekleri, olup bitenleri gerçeklere dayandırarak açıklıyor…

27 Mayıs ihtilâlinin dış güçlerin Menderes’in Türkiye’yi sanayileştirme programını engelleme plânı olduğunu, darbe öncesi Amerika’nın orduyu etkileyip ihtilâl yapmaya sürüklediğini ve muhalefetin de buna tuz biber ektiğini söyleyen Kıratlıoğlu, “Rahmetli Menderes’in ve Demokrat Parti’nin Yassıada’da yargılanması itibariyle her şey meydana çıktı. Ve Yassıada Mahkemelerinde bütün bu isnadların hiçbirinin doğru olmadığı aydınlandı. Yani rahmetli Menderes, karıncayı incitmeyen, hiç kimseyi sıkıntıya sokmayan Türkiye sevdalısı bir kibar beyefendi olarak ihtilâlden önce ne söylediyse hepsi doğru çıktı. Kıyma makinelerinin ve diğer bütün iddiaların hiçbirinin aslı olmadığı anlaşıldı” diyor.

Kıratlıoğlu’nun tesbitleri, ihtilâlcilerin ve meddahı dalkavukların ne denli dehşetli uydurmalarda bulunduklarını ele veriyor:

“Rahmetli Menderes’in bütün malı-mülkü âilesinden-dedesinden kalmıştı. Zaten âilece zengindi. Kolej mezunu, hukuk fakültesini bitirmiş, âilesinden kalma 20 bin dönüm çiftliği olan bir milletvekilidir. Çakırbeyli Çiftliğinin etrafındaki arazilerden 5 bin dönümü köylülere verir. Menderes, paraya-pula, şuna buna gözü olmayan bir adam. İhtilâlden sonra, ‘Menderes’in örtülü ödenekten cımbız aldığı’ iftiraları yaydırıldı. Cımbızı ne yapacak Menderes’in örtülü ödeneğe ihtiyacı yok ki. Eğer örtülü ödeneğe ihtiyacı olan biri olsaydı, 5 bin dönüm araziyi köylüye bağışlamazdı. Bu çok alçakça bir iftira idi. Bütün bu ve benzeri iğrenç iftiraların aslı-astarı olmadığı tek tek tesbit edildi…”

“YANİ BENİ ALIP BENİ SATACAKSINIZ!”

Aslında Yassıada’da âdil bir mahkeme yok. Yassıada Mahkemesi’nin mahkeme olmadığı, bir tertip ve mizansenden ibâret olduğu, Mahkeme Başkanı Başol’un mahkemenin yargılama biçimine ve sair âdil olmayan uygulamalara yapılan itirazlara, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” meşhur itirafıyla ortada…

Buna rağmen, ihtilâlin ardından Yassıada’da bütün sorgulamalara ve taharrilere, evindeki çanak ve tabakların dahi tek tek sayılmasına rağmen mal varlığına dair bütün iddiaların temelsiz çıktığını kaydeden Kıratlıoğlu, bugünkü siyasete ders ve ibret olacak bir olayı anlatıyor:

“Allah rahmet eylesin, rahmetli Menderes’in en büyük oğlu Yüksel, hukuk fakültesi mezunu, babasına gelip ‘İki arkadaşımla bir şirket kuracağız ve ticaret yapacağız, size onu söylemeye geldik’ diyor. Menderes’in cevabı, ‘Yani beni alıp beni satacaksınız’ oluyor. Hemen Dışişleri Bakanı’nı arıyor, ‘Yüksel’i Dışişleri’nde yurtdışında bir göreve atayın gitsin’ isteğini iletiyor. Yüksel Menderes Belgrad Büyükelçiliği’ne üçüncü kâtip olarak tayin ediliyor ve gidiyor.”

“YÜKSEL OĞLUM, BANKALARDAN TAVASSUT ETME!”

Menderes’in idamdan bir zaman önce yine oğlu Yüksel’e yazdığı mektuptaki tavsiye ve ikazlar, dürüstlüğünü, millet mâlına hassasiyetini, haysiyet ve şerefine düşkünlüğünü bir defa okutturuyor:

“Yüksel oğlum, mektuplarınızı muntazam alamamanın hüznü içindeyim. (…) Sana, hepinize itimadım tamdır. Hakkımda müsbet düşünün. Rabbim sabır ihsan etsin. Beşerî zaaflar insanlarda mevcuttur. Söylenenlere, etrafa inanma. Herkese yardım et. Bankalardan asla tavassut etme (aracılık yapma). Bulunacağın mevkilerde inat etme, kararlı ol. Bütün bu olaylardan sonra benim mefkûrem olan millete, vatanına varlığınla hizmet et. Ruhumla daima sizinleyim. Sizi şefkatle anıyorum. Hakkınızı bir kere daha helâl edin. Benden helâldir. Hepinize hüzün ve heyecanla hitap ediyorum. Yanınızdayım. Sonsuz, dayanılmaz, hissedilmemiş bir özleyişle ve gözyaşları ile hepinizi öperim.”

“AVUKAT TUTACAK PARAM YOK, ALLAH’I VEKİL ETTİM…”

Bu durum, bir tek merhum Menderes için değil, Yassıada’daki diğer dâvâ arkadaşları için de sözkonusu. Bunlardan biri de Tevfik İleri’dir.

Yıllar önce henüz hayatta iken yaptığımız bir görüşmede 90’ını aşmış merhume eşi Vasfiye Hanım, Tevfik İleri’nin bakan olduktan sonra her sabah evden çıkıp vekâletteki makamına varıncaya kadar konuşmadığını, sürekli “Allah’ım bizi muhâfaza et, fitnelerden ve iftiralardan koru” diye duâ ettiğini nakletmişti.

Mâl-mülk nâmına bir şeyi bulunmayan, avukat tutacak parası olmadığı için “Allah’ı vekil eden” Tevfik İleri, Vasfiye Hanıma ve kızlarına yazdığı mektuplarında, Demokrat Parti’de Bayındırlık, Ulaştırma ve Millî Eğitim Bakanlığı yapmış bir demokrat olarak ne derece bir iktisat, izzet, dürüstlük ve sehâvet içinde olduğunu ispatlar. Demokratların dürüst ve temiz kalmanın bedelini nasıl ödediklerini, nasıl sıkıntı çektiklerini ve ne denli bir sabır ve şükür içine olduklarını gösterir. Hakkı, hukuku, demokrasiyi, hürriyetleri, millet irâdesini tahrip eden darbelere karşı kahramanca direnişin bir ibret ve iftihar sembolü olur.

50 kelimeyle sınırlı, görevlilerce “görülen”, kontrol edilen, bazı ibârelerinin altının kırmızı kalemle “ikaz” ve “gözdağı” vermek için çizildiği, satır aralarına dahi yazmanın yasak olduğu mektuplar Demokrat maznunların aslâletini gösteren belgelerdir.   

Meselâ 5 Eylül 1960 tarihli mektubunda İleri’nin, “Bize her ay 100 lira gönderilebiliyor. Utanarak sizden isteyeceğim. Ayrıca Harbiye’den beri yediğimiz yemek paralarını da ödememiz lâzım gelecek. Onu da sırası gelince mecburen yazacağım… “ cümlesi, bunlardan biridir.

Keza 1 Ekim tarihli mektupta evvelâ “Her sabah alaca kararlıklarda ellerini göklere kaldırarak niyâz eden ve sığınılacak, güvenilecek tek kapının Allah kapısı olduğunu bilen insan, bütün kötülüklerden kurtulmanın yolunu bulmuştur…” diye yazar. Akabinde “Canım Vasfiyem, Mevlânâ diyor ki: ‘Şükürde o kadar ileri gitmeli ki, içinde, uğradığı şeye, düştüğü derde bir sevgi peydahlansın.’ Cümlemiz Allah’a emânet olalım…” diye başladığı 5 Ekim tarihli mektubunda, “Dün Temmuz sonuna kadar Harbiye ve buradaki (Yassıada’daki) yediklerimizin ücretini arkadaşlardan alarak ödedim. Noter masrafları falan 400 lira. İmkân olursa ‘yemek parası’ kaydıyla gönderirsiniz. Daha kötü halleri düşünerek mes’ut ol, olunuz canlarım” cümlesi, her şeyi ortaya koyar.  

Yassıada komutanlığınca altına “uyarı” notlarının yazıldığı, âdeta mânevî bir işkence olsun diye bir kısmının kasten kesildiği, bazı satırlarının üstünün karalandığı yüzlerce mektubundan biri olan 24 Ağustos 1960 tarihli Vasfiye Hanım’a mektubu, Demokratların ne denli şâibelerden uzak olduğunun beyân ve vesikasıdır:

“Kızlarımın da sabahları seninle beraber niyâzda bulunuşlarına bayıldım. ‘Nefesimin sana kadar gelmesine gayret ediyorum’ diyorsun. İnan ki iki sabah ‘Tevfik’ diyen sesinle uyandım…” diye yazdığı derunî boyutlu mektubun devamında, “Şu ana kadar ne avukatlık bir işim olduğunu biliyorum, ne avukat tanıyorum, ne de avukata verecek param var. Allah’ı vekil ettim…”

TÜRKİYE; KAT KAT KALKINDI, AMA MENDERES’İN MAL VARLIĞI AZALDI

Gerçek şu ki, merhum Menderes zamanında, Türkiye büyük gelişmeler kaydeder. Ekonomide, eğitimde, enerjide, ulaşımda, sanayide, topyekûn kalkınmada kat kat kalkınır.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün resmî rakamlarıyla, 1950’li yıllarda tarımın ekonomideki hissesi yüzde 40’larda. Sanayinin ise yüzde 14 civarında. Hizmet sektörü ise yüzde 45’lerde.

Esat Kıratlıoğlu’nun tesbitiyle; “Türkiye’nin 1950 yılında 783 milyon kilovat saat elektriği vardı, bu rakam bugünkü Ankara’nın ancak bir senelik elektriği kadardı. Yine bir tek Çubuk Barajı yapılmıştı, Türkiye’de başka baraj yoktu. Türkiye’nin 37 bin köyü ve mezralarıyla birlikte 76 bin yerleşim yerinden ancak on üç köyde elektrik bulunuyordu.

“Keza Türkiye’de asfalt yol yoktu. Nevşehir – Ankara arası 290 kilometre, sabahleyin çıkılırdı, ertesi gün sabahleyin ancak Ankara’ya varılırdı. Arabalar 20-30 kilometreden fazla hızlı gidemiyordu. Mevcut stabilize-ham yollar, yağmur yağınca âdeta çöküyordu.”

“Bu durumda rahmetli Menderes, greyderleri, dozerleri Türkiye’ye getirtti. O zamana kadar milletin gördüğü bir şey değil; halk ‘Bunlar ‘Menderes’in develeri’ diyordu. Adam bakıyor; bin kişinin yaptığı işi bir dozer bir saat içerisinde yapıyor. İlk defa Türkiye’ye getirilen dozerler, greyderler, yükleyicilerle yollar yapıldı. Ve daha sonra Adalet Partisi hükûmetlerinde Demirel tarafından devam ettirilecek büyük barajlar yapılmaya Hirfanlı Barajı’yla başlandı…”

Kısacası, Türkiye maddî ve mânevî hızla gelişir, büyür, kalkınır.  27 Mayıs darbesi, gelişen – kalkınan Türkiye’ye yapılır. 27 Mayıs 1960 ihtilâli dayatıldığında rahmetli Menderes’in 10 yıllık döneminde kalkınma hızı üst üste yüzde 6,3’tür. Fakat rahmetli Menderes çok daha büyük atılımların içine girmek istediğini ve bilhassa sanayileşmek için çabaladığını belirten Kıratlıoğlu, “demokrasi şehidi” Menderes’in hedefini, “Türkiye’yi demokratlaştırmakla beraber “tarım ülkesi’nden ‘sanayi ülkesi’ne götürmek” olarak özetler.

Bu idealle, demokrasiyi inşanın yanı sıra, Türkiye’nin altyapısı inşa edilir. Tarım reformu, barajlar ve hidroelektrik santraller, eğitim ve ulaşım hizmetleri yaygınlaştırılır. Türkiye tarihinin en önemli maddî ve mânevî gelişmesini yaşar…

Hülâsa, Menderes’in on senelik başbakanlığında Demokrat Parti iktidarında halk zenginleşir, Türkiye kalkınmada kat kat katlanır, ama Menderes’in mal varlığında hiçbir artış olmaz, tam tersine azalır.

Bundandır ki, “Babam şehittir” diyen merhum Aydın Menderes, “İnsanlar farklı şekillerde can verebilirler. Önemli olan, öbür dünyada akıbetinin ne olacağı ve bu dünyada hayırla yâd edilip edilemeyeceğidir. Bizim bu iki hususta hiçbir zaman hiçbir tereddüdümüz olmadı” kanaatini açıkça ifâde eder.

El-hak merhum Menderes ve dâvâ arkadaşları, bu dünyada hayırla yâd edilmeyi hak etmişlerdir; bu öbür dünyada hâyırla yâd edileceklerinin emâresi olmuştur. Ve daha da önemlisi, bir tek Yassıada’da değil, vicdanlarda da beraat etmişlerdir. Tarihin ve milletin şehâdetiyle…

“DEMOKRATLAR YÜZLERİNİN AKIYLA ÇIKTILAR”

Vasfiye Hanım, “bir gün sabah geldiler” dediği 27 Mayıs’ta Tevfik İleri’nin âdeta bir “suçlu” gibi alınıp götürülmesini ve evlerinin her tarafının aranmasını, daha sonra evdeki kap kaçağın dahi tek tek sayılıp, tepsilerin, tabakların, çanakların dahi gramlarının alınıp listeler halinde Yassıada Mahkemesine götürülmesini anlatırken, “Tarihte hiçbir grup Demokratlar kadar hesap vermedi ve Demokratların üzerine en ufak bir şâibe kalmadı, hesâbını vermeyecekleri hiçbir malları mülkleri olmadı” sözleri, Demokratların nasıl alınlarının akıyla hesap verdiğini gösterir.

Yolsuzluk, rüşvet, irtikap, kara para ve su-i istimallerle milletin yüzlerce milyar dolar tutarındaki mâlının çalındığı ve ekonominin krizlere girdiği Türkiye’de Demokrat Parti hükûmeti mensuplarının asîl, temiz, dürüst karakterlerinin “şeref levhası” olarak en katı ve karanlık kalplere dahi gösterdiğini kızı Ayşe İleri’nin başından geçenlerden açıkça anlaşılır:

“17 yaşındaydım. O sabah (27 Mayıs) her zamanki gibi babam uyandırdı bizi. Sıhhiye meydanından silâh sesleri geliyor. İlk defa silâh sesi işitiyorum. Sonra pencereden baktık meydanda tanklar var, birileri eğilmiş bir yerlere doğru ateş ediyor. Babam, ‘Pencereden bakmayın!’ diye uyardı. Sonra radyoyu açtık, Türkeş bildiri okuyor. Babamızın götürüleceği aklımıza bile gelmiyor. Geldiler ve götürdüler. Akşama babam gelir, bir süre sonra seçimler yenilenir falan düşünüyoruz. Ama dışarıya karşı ezik görünmeyelim diye acımızı içimize gömüyoruz. Babam maddî durumu çok iyi olan biri değildi. Bakanlığı döneminde dahi her şeyi ekonomik kullanırdık. Hapse girince Câhide’yle (ablası) ben İngilizce daktilo kursu öğrendik. Kapı kapı iş aradık. Soyadımızdan ötürü pek çok kapıdan geri çevrildik. Fulbright Bursu Ofisi’nde sınava girdim, en yüksek puanı aldığım halde, başındaki adam babamın bakanlığı döneminde talebe müfettişi olarak görevlendirildiği halde, ‘Kusura bakma, seninle alâkası yok. Ama seni işe alamam, korkuyorum’ dedi. Yakınlarımızın ofisinde çalıştım bir süre, getir görür işlerine baktım, sekreterlik yaptım. Kazandığım parayı babama gönderdim…”

Tevfik İleri’nin, Demokrat Parti iktidarının gece yarısı tarihte benzerine ender rastlanır bir darbeyle alaşağı edilmesini, “Bizi hamamda yakaladılar” şeklinde tavsif ettiğini, bunun için yolsuzluk ve usûlsüzlüklerin saklanamayacağını sık sık söylediğini anlatan Vasfiye İleri, “Bütün Demokratlar bu hususta da yüzlerinin akıyla çıktılar” der.

Hülâsa, her şey bir yana, on yıl boyunca başta Bayındırlık Bakanlığı gibi çeşitli yatırımcı bakanlıklarda bulunan, başbakan yardımcılığı yapan Tevfik İleri’nin bir evinin bile olmaması, bu hususta ne denli dikkatli ve mazbut olduklarının açık belgesi olur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*