Merhum Ahmed Gümüş ağabeyin sağlığında bizimle paylaştığı hatıraları

“Risale-i Nur’u ilk okuduğumda hayran kaldım”

Geçtiğimiz günlerde vefat eden Ahmed Gümüş ağabey, Üstad Bediüzzaman’ın yanında bulunmuş, Zübeyir ağabey ile Kirazlımescid sokağındaki medrese-i nuriyede kalmış, Son Şahitler’den bir isim. Üstad Hazretlerinin meşhur, “Hz. Mevlâna benim zamanımda gelseydi, Risale-i Nur’u yazardı…” sözünü aktaran Ahmed Gümüş ağabeydir.

Bu ağabeyimizle babam aynı köydendir ve akrabalık bağımız vardır. Genç yaşta Risale-i Nur’la müşerref olduktan sonra, 1971 yılında babamla birlikte köyüne gitmiş ve onunla tanışmıştık. Risale-i Nur talebesi olduğumuzu öğrenince çok sevinmişti.

Onunla, çoğunlukla İstanbul’da olmak üzere, pekçok defa görüşmüştük. Bir müddet izini kaybetmiştim, fakat “Acaba nerede?” diye düşünüyor, devamlı araştırıyordum. Sonradan Gaziantep’te olduğunu öğrenmiş ve geçen baharda yaptığımız Şam ziyareti öncesi misafir olduğumuz Gaziantep’te, muhterem Celâl Sağır ağabeyle onu ziyaret etmiş ve bir de röportaj yapmıştık. Fakat üzüldüğümüz bir şeyle de karşılaşmıştık: Ahmed ağabeyin gözleri, geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı artık görmüyordu! Ama şimdi inşâallah, cennet bahçesinde kabrinde gözleri en güzel şekilde görüyordur.

Sağlığındayken kendisinin bize yazıp ilettiği hatıraları, hassaten onu tanıyan eski ağabeylerimize bir hatıra ve hatırlatma kabilinden nazarlarınıza havale ediyoruz:
«««
Muhterem Osman Zengin beyefendi,

Hasta olmam nedeniyle Gaziantep’e gelip, beni evimde ziyaret ettiğiniz sırada bana “Üstadımız Bediüzzaman’ın ilk defa ismini kimden duydunuz ve Nurları nasıl tanıdınız?” diye sordunuz. Şöyle ki:

Köyümüzün eski medrese hocalarından rahmetli Mevlüt Hoca vardı. Oğlu Metin ilkokulda benim sınıf arkadaşımdı. Bazen onların evine gider, ders çalışırdık. Ermenek’e bir yakınlarının yanına ziyaret için gider gelirlerdi.

Yine bir gün Ermenek’ten gelmişler. Ben Metin’e “Ermenek’te haber olarak ne var, ne yok?” diye sordum. Bana dedi ki:

“Bir yerde çok çok derin bir hoca varmış, hükümet o hocayı hapse atar, o hoca da sabah namazında çeşitli yerlerde bulunurmuş. Herkes o hocanın camilerde namaz kılmasından bahsedermiş. Bu hoca efendinin Ermenekli bir talebesi var, o talebe de hocadan ayrılmazmış.”

Metin ilkokulda “bir hoca efendi” diye bahsederdi. Biz de hayretle dinlerdik ve Ermenekli talebesi gibi olma arzusu biz talebe arkadaşlarda uyanmıştı. Bu duyduğum haber 1947-1948 aralığında idi.

Metin’in babası Mevlüt hoca ayrıca bize şunu anlatmıştı: “Lafsa’da kutup hazretleri var, Altıntaş veya Barçın yaylalarındaki yörükler yazın yaylada hayvanlarını otlatırlar, güzün de hayvanlarını sahil olan Anamur’a götürürlerdi. Bu yörükler o kutbun pekçok kerâmetini görmüşlerdir. Yavrum, Allah’ın velî kullarında çok kerâmetler vardır bazen görülür.”

Bu kutup olan zatın sülâlesi Zeynel Abidin yoluyla Hz. Hüseyin’e (ra) dayanır. O zamanki hükümet tarafından Lafsa Köyü onun sülâlesine tahsis edilmiş, sulu ve yeşillikli bir köydü. Annemin annesi o sülâledendi, yani bizim dedemiz olurdu.

Sonra ben 1952-1953 yıllarında Ermenek Ortaokulu’na başlayınca o sıralar da babam da Ankara Numune Hastanesinde ameliyat oluyordu. Annemgil yedi kardeşti. Üç oğlan, dört kız idiler. Hacı Abdurrahman Uysal dayımın eşi Hatice yengemiz Ermenek’e gelmiş, İbrahim Canan ve İbrahim Kaynak, “Hatice yenge seni istiyor” diye beni İbrahim Kaynak’ın evine götürdüler. Orada yengeme babam hakkında duyduklarımı ve bildiklerimi anlattım. Bu esnada İbrahim Kaynak bana Üstadımızın resmini gösterdi. Önce annesinden “Fotoğrafı göstereyim mi?” diye izin istedi, o da “Fotoğrafı göster” dedi. Benim Üstad hakkında bilgim olmadığı için fotoğrafın ehemmiyetini anlayamadım. İbrahim Kaynak bana “Bu zâtı hiçbir alim mağlup edememiş, hiçbir zalim bu Üstadımıza boyun eğdirememiş, bu öyle büyük bir hocadır” dedi ve gitti içerden teksirle yazılmış Sözler mecmuâsını getirdi. Bana On İkinci Söz’ü okudu, ben hayran kaldım. Sonra Küçük Sözler’i okudu, Gençlik Rehberi’ni okudu. Benim içimde bir aşk ve heyecan meydana geldi. Ardından Zübeyir Gündüzalp’in Afyon Müdafaasını okudu. Böylece Risale-i Nurlara karşı alâkam devam etti.

Konya’dan Zübeyir Ağabeye mektup yazdım. Köyümün adresini yazmışım. Zübeyir Ağabey’den köye mektup geldi. Adresi düzelterek yine Zübeyir Ağabeye mektup yazdım. Bu sefer Konya’daki adresime cevap geldi. Zübeyir Ağabey ile sık mektuplaşmamız devam etti. O sene Kurban Bayramında Üstadımızı ziyaret etmeye karar verdim. Konya’dan Akşehir’e geçtim, oradan Isparta Yalvaç’a vardım. Yalvaç’da otelde yattım. Yalvaç’tan Isparta’ya yola çıktım. Isparta’ya gelince Üstadın kaldığı yeri sordum. Rüştü Çakın Ağabeyin Boya ticarethanesine geldim. Bayram Ağabey ile karşılaştım. Oradan Eğridir’e geçtim. Bayram Ağabey bana “Üstadın eşyaları var, onu seninle gönderiyorum” dedi. Ben o sepeti aldım. Üstadımızın çok düşmanı olduğu için bütün gözüm sepetteydi, zehir filan atarlar diye sepeti gözümden ayırmadım. Bana dediler: “İstanbul’dan akşam tren gelince Barla’ya yolcu olur. Cip gider, sen de ona biner gidersin” dediler. Ben de akşamı bekledim. Trenden Barlalı yolcular geldi. Benim Konyalı olduğumu, Üstadımızı ziyarete gittiğimi söyleyince, genç erkekler ve kızlar “Hocaefendiyi biz de ziyaret edelim!” diye birbirleriyle konuştular.

Barla’ya vardım, Üstadımızı sordum, Üstad herkesi kabul etmez… Yaşlı bir amca önüme düştü, “Üstad seni kabul etmezse, benim evde misafir ol” dedi. Sonra Üstadın evine vardık. Zübeyir Ağabey beni karşıladı. Zübeyir Ağabeye, “Ağabey, abdest alıp namaz kılacağım” dedim. “Üstadımız mescitte namaz kılıyor” dedi. Ben gittim, orada müezzin mahfilinde akşam namazının farzını kılıp sünnetine kalkınca Üstadımız da kalktı… Ben namazdan sonra durdum, Üstadımızı orada doyasıya seyrettim. Namaz ve tesbihattan sonra Zübeyir Ağabey bana dedi ki: “Üstadımızın odasına giriverme, bizim odaya gel” dedi. Ben de Zübeyir Ağabeyin dediği gibi yaptım. Üstadımız beni çağırdı, Üstadımızın odasına Zübeyir ve Ceylan Ağabey beraber girdik, Üstadımız bana “Kardeşim, bu zamanda komünist ve masonlar beni takip ediyorlar. Onlar dünyaya dinsizliği yaymaya çalışıyorlar. Sizin gibi gençler Risale-i Nurları okuyunca, okuyanlar İslâmiyete sarılıyor, namazını kılıyorlar bu durum onların hoşuna gitmiyor. Allah’ın (cc) ve Peygamberin (asm) hoşuna gidiyor.” diye Risale-i Nurları anlattı. “Risale-i Nurları okumak ve yazmakla kendinizi yetiştirmiş olursunuz” dedi. Ben İmam Hatip Okuluna devam edeceğimi söyledim. Üstadımız memnuniyetle karşıladı, bundan bir müddet önce bazı Nur Talebeleri, Üstadımıza, “İmam Hatip Okulları açıldı çocuklarımızı okutmamıza ne buyurursunuz?” diye sordular. Üstadımız şöyle cevap verdi:

“Bu dünyevî bir sorudur. Dünya işiyle meşgul olmadığım ve bilmediğim için bu sorulara cevap veremiyorum” demişti. Şimdi ise, “Senin İmam Hatip Okuluna girmene müsaade ediyorum” dedi. “İmam Hatip Okullarını kapatılan medreselerin devamı olarak kabul ediyorum” dedi. “İnşaallah İslâmiyete büyük hizmet edecekler” diye söyledi.

Ben de okula devam etmeye başladım. Konya’nın Darende Caddesi’nde Sahip Ata Camii’nin yanında Hacı Kaymakların makarna fabrikası vardı, fabrikanın civarında Kur’ân okuyan talebelerin istifadesine sunulan küçük odalar vardı. O odalar Konya’nın köylerinden gelen talebelere barınmaları için verilmişti. Ben de o odalarda kaldım. O sırada İmam Hatip Okuluna tasdiknamemin zamanını kış olduğu münasebetiyle geçirmişim. İmam hatip okuluna baktım… O zaman Risale-i Nurları okuyordum. Heyecan hâlindeyim, oradaki talebelere Risale-i Nurları nasıl tanıtacağım diye düşünüyordum. “Önce müdüre çok yakın olmak lâzım!” diye düşünüyordum, kendime göre hayaller kuruyordum. Sonra makarna fabrikasında yan odada kalan Mevlüt isimli talebe arkadaş geldi, Meram’da İmam Hatip Okulu müdürünün yakınında bir ev tutmuş. O evde onların yanında kalıp kalamayacağımı sordu. Ben de daha önce hayal ettiğim için “Kabul ederim!” dedim. Ermenek’teki ailemin, anne-babamın benim bu hareketime canları sıkıldı. Neyse okula başladık, okulda münasip gördüğümüz arkadaşlara o zaman mevcut olan Risâlelerden veriyorduk, Hayrettin Karaman, Mustafa Ateş, Osman Koçkuzu ve diğer arkadaşların alâkadar olmalarıyla burdaki arkadaşlarla olan sevincimi ve hizmetleri Zübeyir Ağabeye yazardım, bu haberi Zübeyir Ağabey Üstadımıza haber olarak okurmuş.

İsmet İnönü’nün seçimlerde mağlup olup Menderes’in galip gelmesinin sebebi, Üstadımızın açıktan açığa Menderes’i tutmasıydı. Biz de münasip gördüğümüz kimselere Üstadın Menderes’i tuttuğunu anlatıyorduk. Okul müdürü Bekir Bey kuvvetli bir İnönü taraftarı olduğu için aramızdaki münasebet koptu. Sonra müdürle aramız açıldı. Ben Konya’yı terk ettim, Isparta’ya gittim. Mecburî tasdikname ile Üstadımızı Isparta’da ziyaret ettim. Mustafa Kırıkçı’nın istifa mektubunun suretini Üstadımıza verdim. Üstadımız o sırada benim Konya’dan ayrılmamamı istedi. Sonra orada Mustafa Kırıkçı’dan gelen bir mektup okununca Üstadımız çok memnun oldu. “Sana Konya’da ihtiyaç kalmamış, ben de seni Isparta’ya kabul ettim” dedi ve Mustafa Kırıkçı’ya cevabî mektubu benim yazmamı istedi. Üstadın emriyle yazdığım ilk mektup bu oldu. Diğer zamanlar hep Zübeyir Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabey yazardı. Üstadımız beni derse kabul etti. Zübeyir Ağabey çok sevindi. Sözler mecmuası ile Tarihçe-i Hayat’ı sabah derslerinde okuyorduk, ben talebe olduğum için öğle ve ikindi derslerine Pazar günleri iştirak edebiliyordum. Bu durum nedeniyle öğle ve ikindi derslerine tam devam edemedim. Bir gün sabah dersine geldim, Atıf Ural, Said Özdemir ve bir kardeşimiz dahil, üç kişiyle Üstadımızın evinde karşılaştım, Üstadımız “Konya’ya gideceğiz!” dedi. Sonra bana “Seni de götüreceğiz Konya’ya, hazır ol!” dedi. Az sonra bana tekrar dedi ki, “Seni Konya’ya götürürsem ‘Ahmet çok kuvvetli Nurcu olmuş’ derler. Şimdilik seni nazara vermek istemiyorum, sen şimdi kal” dedi, ben de kaldım. Sonra yılbaşı tatili oldu, tatil münasebetiyle sabah, öğle, ikindi derslerine devam ettim.

Bir gün Bayram Ağabey, Üstadımıza Emirdağı’na gitmesi gerektiğini hatırlattı. Üstadımız, Bayram Ağabeye cevaben, “Ahmet’in 15 gün tatili var, onun için 15 gün tehir ettim.” dedi.
«««

Merhum Ahmed Gümüş ağabeyin, sağlığındayken tarafımıza gönderdiği hatıraları burada hitam buldu. Fakat onun başka hatıraları da var elbette. Bunlardan mühim bir kısmını, “Son Şahitler”in 4. cildinde bulabilirsiniz.

Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*