Meşveret bir ibadettir…

Cenab-ı Hakk, kullarını  terbiye ile onları dünya ve ahiret saadetine  nail kılmak için, Kur’an’da ibadeti emrediyor. İbadete; Allah’ın emirlerine itaat ve yasaklarından sakınma  tarzında da bir tanım getiren Bediüzzaman’a göre; her emir bir ibadet olduğu gibi, hayatın tüm maddi- manevi şartlarına uymak da bir ibadet sayılır. Bu çerçeveye Kur’an’da çokça zikredilen  namazdan tutunuz, yeme ve içme fiillerimize kadar.

Yapılan ibadetin ihlasa muvafık, Allah’ın rızasına uygun ve kabulüne layık olması da bu çerçevede önemlidir. Amelin emredilen şartlara  uygun ve Allah’ın istediği tarzda olması, onu kabule yaklaştırır. Bu noktaya şeriatta “amelin sıhhati” de denilir. Veya amel-i sahih… Yani işin doğruca yapılmış olması. İşin doğruca yapılması da; o işin şeriatça belirlenmiş çerçeve, usul ve şartlarda yapılmasıyla ilgilidir. Söz konusu çerçeve ve şartlara uygunluğa da, şeriatın sahalarında mütehassıs alimleri karar verirler. Namaz ibadetinin sıhhatli olmasını belirleyen bilgileri genellikle ilmihallerde veya fıkıh kitaplarında bulur, problemimizi ona göre çözeriz. Daha da olmadı, müftülüğün yolunu tutarız. Fakat meşveret ibadeti için henüz aynı şeyleri söylemek durumunda değiliz.

Hem usul, hem esas, hem şartlar ve hem de süreçler meselesinde; Müslümanların bu konuda çok yeni ve tecrübesiz olduğunu söyleyebiliriz. Bu sosyal ibadetin en sağlıklı biçimde yapıldığı Asr-ı Saadet ile zamanımız arasına girmiş mesafeyi, bunca zamanın üzerimize yığdığı toz-gubarı ve bidatçıların tarih boyunca işledikleri küçüklü-büyüklü tahribatları nazara aldığımızda, bir çok şeye “yeniden bismillah!..” demek durumunda olduğumuz ortaya çıkıyor. Yani Asr-ı Saadet’te  ve bilhassa Hulefa-yı Raşidin zamanlarında  “haklı hürriyetten hakkıyla istifade edilen” idarelerin, zaman içinde saltanatın istibdadıyla değişime uğramaları gibi,  o zamanın şerî meşvereti de bir çok yönüyle maalesef özünden uzaklaştırıldı. İster “doğru”, ister “haklı”, isterseniz şerî meşveret diyelim. Bu sosyal ibadetin zamanımıza tatbiki itibariyle; usul, esas, süreç, maksat ve beklenilen neticeleri cihetiyle üzerinde ilmi olarak çalışılması gerekiyor.

Hürriyet fıtrî bir değer olduğu gibi, hürriyetlerden doğan demokrasi, cumhuriyet ve  meşrutiyet de toplumun fıtri idare sistemleridir. İslamiyet’in dışında; söz konusu fıtri değerlerin Avrupa’da, ABD’de ve bilhassa İskandinavya’da serpilerek büyüdüğü şu zamanda, birbirilerine “hürriyet” cihetiyle çok benzeyen “doğru demokrasi” ile “meşveret-i şeriyye” nin yek diğerine karıştırılmamasını da okuyucularımızdan çokça istirham edeceğiz. Bu çerçevede İslami ve Kur’anî olan şeri meşveretin  mahiyetini zedelemeyecek tarzda yeniden tanımlanmasının, usul-esaslarının belirlenmesinin, şekil ve süreç farklılıklarının  şahs-ı manevilerce ortaya konulmasının zaruret derecesinde bir ihtiyaç olduğu ortadadır.

Şahs-ı Maneviyi oluşturacak meşveret ibadetinin çerçevesinden kısaca bahsedişimiz, bir başka ihtiyacı daha tedai ettiriyor. Bu ibadetin esaslarını tesbit edecek, usulünü belirleyecek ve işleyişinde ortaya çıkacak yanlışları ilmi kaynaklara dayanarak  düzeltecek (namaz ibadetinde olduğu gibi) bir müftü gerekiyor. Meşveret ibadetini, âlim de olsa nihayet fert olan bir müftüye bırakmanın, hem usul ve hem de esasa mugayir olduğu bir başka gerçek. Yani buradaki meseleyi takip edecek olan kişi değil, şuranın yapısına uygun bir heyet olması lazım. Nasıl ve hangi şartlara haiz bir heyet sorusuna; belli bir olgunluk yaşına ulaşmış, hayatını Kur’an ve İman davasında geçirmiş, Risale-i Nur’daki konulara az-çok vakıf ve takvaya da dikkat eden şahıslardan seçilerek teşekkül etmiş bir heyet. Kim seçecek sorusuna da; bu müftüye ihtiyaç duyan beldeler, içlerindeki mütemayiz ve mezkûr şartlara sahip kişileri „nezzare” konumunda meşveretin meselelerine bakacak heyete gönderecekler. Belki de şura meclislerinin ilk adımları, bu şartlara sahip insanlarca mütehassıs meclislerin teşkil ve  hareketlerine bağlı gibi görünüyor. Hem Münazarat ve hem de Sünuhut eserlerinde; meşrutiyet-i meşrua kadar şerî meşveretlerin de ihtiyaç duydukları bu usul-esası, Bediüzzaman talebelerine genişçe izah edecektir…

Bildiğimiz üzere çoğu kez; hizmetlerde koşuşturanlar, fedakârane destek olanlar veya taksimülamal hizmetleri yüklenenlerle; nurları daha iyi bilen, ömrünü bu yolda sarf ettiğinden tecrübeli, muttaki ve hakem olma istidadında olanlar farklı olabiliyorlar. Bir beldede, bir mahalde veya herhangi bir diyarda Risale-i Nur ile İslâm’a ve insaniyete hizmet etmek isteyenlerin, fıtri şartlar muvacehesinde, oradaki hizmetlerin ihtiyaç ve işleyişine uygunca  oluşturdukları meşveretlerin iç içe birkaç daireden teşekkülü de  mümkündür. Risale-i Nur’u okuyarak bulunduğumuz mahalde-az veya çok- nurlara hizmet etmek isteyene kapımızı açtığımız gibi; cemaatteki şahs-ı maneviye dâhil olmak isteyene kalbimizi de açmalıyız.

Hem medreselerin, hem kalplerin, hem meşveretlerin ve hem de şahs-ı manevinin kapısını açacak; usul, esas, tarz ve süreçleri başta müftü makamındaki heyetler olmak üzere, Risale-i Nur’dan istifade eden oradaki kardeşlerin kabul ve meşveretleriyle oluşturulacaktır. Bu heyetlerin her noktasını; Nurları bilen ve oradaki hakikatleri dava edinmişler teşkil etmezlerse, şahs-ı manevilerin sağlıklı teşekkülünü  bekleyemeyiz.  İsterseniz şahs-ı manevinin müftüsü, isterseniz nezzare meclisi heyetleri, şuraya yardımcı heyetler veya danışma-denetleme meclisi diyelim; mahiyeti değişmeyecektir. Bu meclis veya meclislerin birer ihtiyaç olduğunu; ilimler ve sahalar çoğaldıkça, icralarda sürat artıp  süreler kısaldıkça daha derinden hissedeceğiz, gibi.

Mahiyeti, ihtiyacı ve teşekkül biçimi şahs-ı manevice kabullenmiş, Risale-i Nur temelinde ve orada açıkça belirtilmiş düsturlar doğrultusunda, her türlü icrayı takip, ortaya çıkma ihtimali olan hataları tashih ve noksanlarını tekmil ile vazifeli heyetin meşveretler çerçevesinde koşuşturan heyet veya meclislerin, icrayı durdurma diye bir salahiyetleri olmamalı. Meşveret heyetlerine asla müdahale etmeden  nezzarelik vazifesini yapacaklar. Efkâr-ı ammeyi (cemaatin geniş dairesini) ısrar edilen yanlışı şura heyetlerine arz etmeden  öteye bir yaptırımları olmayacağından, her kes buradan çıkacak fetvayı vicdanlarında değerlendirecektir. Zaten dinin özü ve karar yeri vicdandır, nasihattir ve akla kapıyı açıp iradesine karışmamaktır. Öteye geçildiğinde, imtihan sırrına aykırılık karşımıza çıkar ve bizi durdurur.

Benzer konuda makaleler:

9 Yorum

  1. Tam 100 yıldır kuramadığınız bir sistem var ortada. Eksik kalan ya da yanlış olan şeyleri tanımlamadıkça çok afaki kalmaz mı acaba beklentiniz. Yoksa okul müsamerelerinden öteye gitmeyen, mecburiyettenmiş gibi yaşlı başlı amcaların soba başı toplantılarından öteye geçmez. Selam ve dualarla

    • Dış müdahalelerden, cehaletten ve istibdattan uzaklaştıkça fıtrat tezahür edecek ve cennetimiz olan meşveret-i şeriyyemiz her cihetimizi inşaallah kuşatacaktır.Unutulmasın; hakim değil mahkumuz.

  2. Neden olmasın?
    Demokratik sistemlerde zaten bu var…
    Meclis karar alır..Alınan bu kararı içine sindiremeyen taraf belirtil şartlar dahilinde AYM e götürmüyor mu?
    AYM ise Anayasanın maddelerine uygun olup olmadığına bakarak karar vermiyor mu?
    Aynı şekilde Risale-iNur da ve takvada temayüz etmiş Nur talebelerinden bir heyet oluşturulsa bu heyet ihtiyaç duyulduğunda alınan bu kararların Risale-iNur lara uygunluğunu inceleyip karar verse olmaz mı?

  3. Konu güzel işlenmiş. Lakin bu meşveretlerde uygulanan kaideler ve bazen de kaideleri yok sayarak yapılan çalışmalar, alınan kararlar ve dolayısıyla ortaya çıkan haksızlıklar nasıl giderilecek, hocam. Zurnanın dart ettiği yere gelmelisin.

  4. Öyle anlaşılıyor ki, meşveret kaideleri seçilmiş bilimsel bir kurul tarafından belirlenip uyup uyulmadığına onlar karar verecekler. Anayasayı kollayan seçilmişler. Yapılacak yanlışa anında müdahale etmeyecek, meşveretlere bırakacak.

  5. Evet, nasıl ki nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-i hakikiyeyi yapmamasıdır.
    Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûradır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır. Ki üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak; meşveret-i şer’iye ile, şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir. Ki o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip, Garb medeniyet-i sefihânesindeki seyyiatı atmaktır. İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: […]
    Yani, iman bunu iktiza ediyor ki: Tahakküm ve istibdad ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zalimlere tezellül etmemek. Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz, Birbirinizi –Allah’tan başka– kendinize Rab yapmayınız. Yani, Allah’ı tanımayan, her şeye, herkese, nisbetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, başına musallat eder.
    Evet, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın Rahman, Rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.
    Yaşasın sıdk, ölsün yeis! Muhabbet devam etsin, şûra kuvvet bulsun! Bütün levm ve itab ve nefret heva, hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet hüdaya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin…
    *Tarihçe-i Hayatı, İlk Hayatı, s. 111*

  6. Anladığım kadarıyla meşveret işleyişini yeniden ele alacağız, şeffaf olunması konusunda daha donanımlı olunmasına dikkat edeceğiz. En önemlisi de otokontrol oluşturulması sanıyorum .hakikatin en canlı haliyle tam ifade edileceği şer’i meşveretlerin hakkıyla ifa edileceği günler yakındır inşaallah

  7. konusu ne olursa olsun meselelerin, eşyanın tabiatına, fıtratın doğasına, hakikatin ulvi gayesine uygun çözülebilmesi için kararların istişare ile alınması yani meşveret ve şura esastır.Ehemmiyeti yüksek konularda bir ya da birkaç kişinin alacağı kararlari meşveret kapsamında değerlendirmek ne derecede doğrudur.İstişare yapılacak kişilerin kapasitesi kalitesi kalibresi selahiyeti ehliyeti ilmi derinliği öngörürlüğü samimiyeti muhabbeti özellikli öncelikli olmalıdır.duyguların kamçısıyla hormonların kabarmasıyla oturup kalkanların menfaat canavarına yem olanların meşveretten anladıkları dar bir alanda oturup kalkmadır.
    inancı ne olursa olsun madden ve manen gelişmiş problemlerini çözmüş milletlerin meşveret üzere bir dünya kurduklarını görüyoruz.
    Meşveret üzere iş tutan milletlerde/meclislerde sorunları çözmek esastır.
    Meşveretten uzak milletlerde/meclislerde sorunları sömürmek esastır.
    islam ülkelerinde meşveretin adı var kendisi yok.
    gelişmış ülkelerde meşveretin adı yok kendisi var.

  8. Çok güzel bir konu. Güzel ele alınmış. Vurgulayıcı cümlelerden birisi, dinin özü ve karar yeri vicdandır, nasihattir ve akla kapıyı açıp iradesine karışmamaktır.
    Dua ile inşallah

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*