Meşverete dayalı iman hizmeti

Asr-ı Saadet’te, Sevgili Peygamberimiz (asm), hakkında vahiy olmayan her meselede sahabeleriyle istişare eder ve çıkan karar ne olursa olsun ittiba ederek, kararlılıkla onu icra ederdi. Çünkü Cenâb-ı Hak ona “Ve işlerde onlarla istişare et.” (Âl-i İmrân Sûresi 159) diye emretmişti. Ebû Hureyre Hazretleri “Bu âyetin gelişinden sonra, ben sahabelerle bu kadar çok istişare eden başka birisine rastlamadım” demektedir.

Allah (cc) Sahabe-i Kiramı övmekte ve “Onların aralarındaki işleri istişare iledir” (Şûrâ Sûresi: 38) diye ferman etmektedir. İstişare ile devlet ve millet işlerini halletmek dört halife dönemi boyunca sürdü. Hatta Hazret-i Ömer (ra), bu meşveret meselesini sistemleştirdi ve Aşere-i Mübeşşere başta olarak, ileri gelen sahabeler ve kabile reislerinden meydana gelen iki yüz kişilik bir meşveret heyeti kurdu.

Dört halife döneminden sonra, devlet ve millet yönetimi tek adamın reyine dayalı bir saltanata dönüştü. İslâm’ın ruhunda var olan meşveret ihmal edildi. Emeviler, Abbasiler, Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri hep böyle devam etti. Atamayla gelenlerle yapılan danışmalarda son söz sultan veya padişaha ait oldu. Millet, kul ve teb’a olarak görüldü. “Padişahım çok yaşa!” söylemi hayatın her alanında hâkim oldu. Milletin istidat ve kabiliyet tohumları sümbül vermek yerine, genel olarak toprak altında kaldı.

23 Temmuz 1908 yılında 2. Meşrûtiyet ve Hürriyet ilân edilince, buna İslâm adına ilk sahip çıkan Bediüzzaman Hazretleri oldu. Parlamenter demokratik sistem manasında algılanabilecek bu yeni yönetim biçimine, din namına sahip çıkıp alkışladı. Meşrûtiyet ve dört halife dönemi arasında bağlantı kurdu. “Meşrûtiyet ‘Ve işlerde onlarla istişare et’, ‘Onların aralarında işleri istişare iledir’ âyet-i kerimelerinin tecellisidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nuranînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir. Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir, siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvamın (kavimlerin) sebeb-i saadetidir, siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvak (şevkler) ve hissiyat-ı âliyeyi (yüksek hisleri) uyandırır. İslâm’ın bahtını, Asya’nın taliini açacaktır” müjdesini verdi. Her tarafa savrulma istidadında olan tek adamın reyine bedel, bir demir direk gibi sağlam olan kamuoyunun reyine istinat edeceğini söyledi.

“Meşrûtiyet hükümete düştüğü vakit, fikr-i hürriyet Meşrûtiyeti her vecihle uyandırır. Her nevîde, her taifede onun san’atına ait bir nevî Meşrûtiyeti tevlit eder. Hatta ulemada, medariste (medreselerde), talebede bir nevî Meşrûtiyeti intaç eder (netice verir). İşte, şu arkasında şems-i saadeti (saadet güneşini) telvih eden ve temayül ve incizap ve imtizaca yüz tutan lemaat-ı meşverettir [meşveret parıltılarıdır] ki, bana Meşrûtiyet hükümetini bu kadar sevdirmiştir.”

Asr-ı Saadet modelini ve Sahabe mesleğinin bir cilvesini bu asra taşıyan ve her meselede meşvereti esas alan Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Talebeleri ünvanıyla bir cemaat tesis ettikten sonra, Nur hizmetine ait her meseleyi meşverete taşıyor. Meselâ, Risalelerin fihristini vesile yaparak “Fihristeyi taksimü’l-a’mâl [işbölümü] tarzında mütesanit heyetinizin şahs-ı manevisine tevdiiniz çok güzeldir. Tam ve daimî bir Üstad buldunuz. O manevî Üstad, bu âciz kardeşinizden çok yüksektir, daha bana ihtiyaç bırakmıyor.” (Kastamonu Lâhikası: 35) “Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.” (Emirdağ Lâhikası: 383) ifadeleri ve daha bunlar gibi nice beyanlarıyla meşvereti ve istişareyle iş yapmayı sürekli öne çıkaran Bediüzzaman Hazretleri, bize iki şey bırakmış. Onlara sımsıkı sarıldığımız zaman hata yapmaktan kurtulacağımız ve istikamet üzere hizmetimizi sürdüreceğimiz anlaşılıyor. Birisi Risale-i Nur Külliyatı, diğeri de tesanüdü netice veren haklı meşveret.

Bediüzzaman’ın bâkî âlemlere göç etmesinden sonra, Nur Talebeleri bir şekilde hizmetlerini hep meşveret ederek yapageldiler. 1960 ihtilâlinden sonra İstanbul’a gelip, Süleymaniye Dershanesine yerleşen merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabey, Üstadın yakın hizmetkârlarını toplayarak, ilk meşveret sistemini işletmeye öncülük etti. Onun vefatından sonra da hizmetler hep istişare edilerek yürütüldü. Bu arada vukua gelen muhtıra ve ihtilâller dönemlerinde birçok olaylar yaşandı.

Nihayet 1990 yılından itibaren Yeni Asya grubu meşvereti sistemleştirerek, belde, ilçe, il, bölge ve umumî meşveret heyetlerine varıncaya kadar, istişareyi her alanda hâkim hale getirdi. “İstişare eden pişman olmaz” hadisini rehber yaparak ve istişareyi emreden âyetleri pusula gibi takip ederek, hizmetlerini geleceğe taşımaya devam ediyorlar. Ümmet-i Muhammed’i (asm) sahil-i selâmete götüren bu Rabbanî geminin kaptanlığını da umumî meşveret heyeti yapıyor. Kutlular Ağabeyin ifadesiyle “Bundan sonra bizim üstadımız da, liderimiz de, ağabeyimiz de, hocamız da bu umumî meşverettir. Hepimizin orada bir tek reyi vardır. Ne karar alırsak hepimizi bağlar.”

Evet, Yeni Asya ekolü; meşveret prensibine dayalı bir sistemi esas almış bir cemaat vasfıyla, istişare ederek hizmet etmeyi aynıyla ibadet kabul eden bir grubun adıdır. Umumî meşveret başta olarak, her kademedeki meşveretlerin itibarını korumak da her birimiz için bir vicdan borcudur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*