Meşvereti tenkit ve itiraz tehlikesi

Seçimin, yahut referandumun bilhassa yakınlaşıp durumun kızıştığı günlerde, Yeni Asya’ya yönelik tenkitler, itirazlar, hatta saldırılar da had safhaya çıkmaya başlar.

Ayrıca, haricî tesirlere kapılmaya müsait saf ve mübarek kardeşlerin eliyle yaptırılan “hayal ile hakikati karıştırma” atraksiyonları da cabası.

Evet, karar günü yaklaştıkça tansiyonun tırmanmasına sebebiyet veren bu tarz gelişmelerin menşei ve kaynağı, hiç şüphe yok ki “haricî cereyanlar”dır.

Menşei dahilde olsaydı şayet, hissiyatın tahrik edilmesine gayet müsait olduğu seçim zamanlarında değil, bu tür konular sükûnet-i hâlin mevcut olduğu geniş zamanlarda ve müzakere zeminlerinde ele alınır, konuşulurdu.

Ki, zaten normalde de öyle yapılıyor. Birilerinin bunu görüp görmemesi, vakıanın rengini, şeklini, sûretini değiştirmez.

Meşveretin konuları

Bugünlerde Yeni Asya meşveretine bilhassa itirazlar var. İtirazın ötesinde saldırılar yapılıyor. Kimisi de, aklınca dalgasını geçiyor.

Meselâ, etrafa yaydığı yirmi kusurlu bir yazıda hiç kusurunu görmeyerek, Yeni Asya’nın neşriyat tarzını ve dahi karar mekànizmasını yerden yere vuran bir kardeşimiz, şöyle bir ifade kullanıyor: “Asıl cihad iman hizmeti olduğu halde, acaba meşveretimiz kaç kere bu mesele için OLAĞANÜSTÜ olarak toplanmıştır?”

Bu cümlede özellikle vurgu yapılan OLAĞANÜSTÜ ifadesiyle, doğrudan 12 Temmuz’da olağanüstü toplanan Yeni Asya Şûrâsı kast ediliyor.

Normal zekâ sahipleri de gayet iyi anlar ki, bu ifadede Şûrâ toplantısı ve aldığı kararları ile alay ediliyor, istihzâ ediliyor.

Ayrıca “iman hizmetiyle” karşılaştırmalı olarak, meşveret mekanizması küçümsenmeye çalışılıyor.

Kaldı ki, uzun yazı metninde “Ben bu meşverete dahil olmadığım gibi, tabi de değilim” tarzında açıkça ilânât yapılıyor.

Burada şahsiyete girmediğimiz için, inşaallah hissiyata da girmeyiz. Zaten şahıs noktası önemli de değil. Önemli olan fikirdir, bakıştır, yaklaşım tarzıdır.

Aziz kardeşler!

Hemen ifade edelim ki, söz konusu yaklaşım tarzı son derece yanlış ve yayılması, başkasıyla paylaşılması da sakıncalıdır.

Ancak, bu maalesef kontrolsüz şekilde yayıldı ve zihinleri bulandırmakla kalmadı, birçok kardeşi de ruhen, vicdânen muazzeb etti.

Biz ise, tâ başında beri istişare ile kurulan ve daima meşveretle hareket eden Yeni Asya camiasının hukuku nâmına, bu tarz dahilî itiraz ve hücumları göğüslemek ve gereken cevapları vermek, izahları yapmak durumundayız.

İşte, bu nokta-i nazardan bakarak, bu tarz itirazlarda bulunan kardeşlerimize cevaben diyoruz ki:

Evvelâ, iman esasları üzerinde istişare edilmez, meşveret yapılmaz. Nerede yazar, nerede görülmüş?

Belki, imanî meseleler üzerinde müzakere edilir, ders alınır, ders verilir. Yahut, iman hizmetinin ilân ve inkişafı noktasında hangi usûllere, ne tür vasıtalara ihtiyaç olduğu ve bunların ne şekilde kullanılabileceği hususunda isitişare yapılabilir.

Ki, bu da Yeni Asya camiasının hemen meşveretinde gündeme alınıyor, konuşulup müzakere edilir.

Kezâ, bunun yapılmasına da hiçbir mani yoktur.

Hakikat bu merkezde olduğu halde, tutup sanki bunlar hiç yapılmıyor, edilmiyor; sadece siyasî konular görüşülüp konuşuluyormuş gibi fikir beyanında bulunmak, son derece yanlış ve haksızlık olur.

Bunun da vebâli, mesuliyeti pek ağırdır. Zira, umumun hakkı-hukuku söz konusu.

Ayrıca, umumu temsil eden bir şahs-ı manevinin mâsum olduğunu da hatırdan çıkarmamalı.

Külliyat’ın yüzde 20-30’u

Kaldı ki, esasen muğlak veya tartışmaya açık ihtilâflı meselelerde meşveret yapılır.

İman meselesi ve hizmeti noktasında ise, Nur Talebelerinin mabeyninde herhangi bir ihtilâf durumu söz konusu olmadığı gibi, bunu daha ziyade bir hizmet yarışı olarak görmek icap ediyor.

Yarım asrı aşkın süredir yaşanan ihtilâfların ise, hemen tamamı içtimaî ve siyasî mahiyette olup, doğrudan Nur’un meslek ve meşrebiyle de irtibatlıdır.

Ve bu dahi, Nur Külliyatının yüzde 1’ine değil, yüzde 20-30’una tekabül ediyor: Mektuplar, müdafaalar, lâhikalar, Eski Said ile Üçüncü Said’in telifatı olan eserleri dahil ettiğimizde, karşımıza yaklaşık iki bin sayfalık bir metinler manzumesi çıkıyor.

Evet, Üstad Bediüzzaman’ın siyasette de bir vazifesi var. Parti kurmaz, siyasetin başına geçmez; fakat, doğru/yanlış siyaset hakkında görüş beyan eder; ilâveten tercihini izhar eder.

Demokrasilerde bunun da yadırganacak hiçbir noktası olmaz. Sadece, farklı yaklaşımlar ve farklı yorumlar söz konusu olabilir ki, zaten meşveret de bunun için lâzım.

Son bir nokta: Meşverete şiddetli itirazların özellikle seçim zamanında ortaya çıkması, o itirazların arkasında bir başka aşk-ı siyasetin bulunduğu fikir ve kanaatine kuvvet veriyor.

@salihoglulatif’ten
Üstad Bediüzzaman, Kadir Mısıroğlu’nun “İman ve İslâm Erdoğan’a oy vermeyi emreder” lâfını duysa, şüphesiz yine “Euzubillahimineşşeytanivessiyâse” derdi.
* * *
Bizler de İmanı-İslâmı siyasete alet eden tarafgirlerden ve onlarla aynı safta bulunmaktan şiddetle kaçınarak Rabbimizin hifz û inayetine sığınıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*