Meşveretin mahiyeti, ona bağlılık, kararlara saygı

Meşveretin kuvvetli bir sünnet, gerekli bir tatbikat ve şer’î hüküm olduğunu Müslüman olan herkesin bildiği inkâr edilmez bir gerçektir. Fakat bu dehşetli asırda ve âhirzamanda başka farklı gerçekler de var: Müslümanların çoğunun meşveret yapmakta, usûlünde, tatbikatında, verilen kararlara uymada noksanları vardır.

Mü’minlerin bu konuyu ciddî manada gündemine alıp, zaman ve zeminin menfiliklerine yenik düşmeden, şartlarını yerine getirerek çözüm üretmesi gerekiyor. Kudsî kaynaklardan alınan hakikatler, “şahs-ı manevînin” kazandığı hayat tecrübeleri, şahsî gayret, yapılan fikir teatileri ve çeşitli kademelerdeki karşılıklı “meşveretler”den çıkarılan neticelerden bazılarını birlikte paylaşmaya çalışalım:

• En başta bize düşen, hizmet anlayışımızın özüne bağlı kalarak, ahkâmın dışında olan konularda meşveret etmek, kararları usûlüne uygun ve meşrû şekilde almak, tatbiki konusunda arkasında durmaktır. Başkalarının icraat ve tarzlarıyla fazla ilgilenmeden, yapılan yanlışlıklara, hatalara takılmadan, kimseyi suçlamadan kendi meslek ve meşrebimizin muhabbetiyle, uhuvveti ve istikametini devam ettirmeye bütün mesaimizi sarf etmektir.

• Farklı fikirlerden korkmamak. Asrın hadiselerinin dehşeti karşısında zaman zaman hepimizin düşüncelerinde yanılmalar ve sapmalar mümkündür. Bütün bunları dış sebeplere vererek, birbirimize, dâvâmıza kilitlenerek ve istişare ederek doğruları bulabileceğimize inanmak.

• Hangi konuda olursa olsun, yapıldığı iddia edilen yanlışların delillerinin Kur’ân’a, Sünnete, Risale-i Nur hakikatlerine dayanarak ve hissiyata kapılmadan ispatlama yolunu tercih edip, yanlışta ısrar etmemek. Yanlış olduğu anlaşılan bir şeyden dönmenin fazilet olduğuna inanmak.

• Hataların beşer için kaçınılmaz olduğunu kabullenerek ihlâsla, samimiyetle, inada ve tarafgirliğe girmeden istikamet üzerine olma irade ve duâsıyla hareket edebilmek.

• En çok kendi kusur ve hatalarımızla uğraşmak. Başkalarını değil kendimizi sorgulamak.

• Hürriyeti son derece önemseyen, ona düşkün bir Üstadın “hür fikirli talebeleri” olmaya çalışmak. Bir konunun müzakeresinde, bize göre yanlışlıklar da olabilir. Böyle durumlarda, hürriyetleri kısıtlama değil, nazik bir şekilde karşı fikir beyan ederek ilmî istibdada, hür düşünceyi kısıtlayan engellere medenî cesaretle karşı çıkmak. “Boyunlarında halkalarla dolaşmamak” için meşru müdafaamızla manevî cihada devam etmeliyiz.

• Kur’ân ve Hakk’a inanan herkese düşen en büyük ve birinci öncelikli konu: Derslerde ve meşveretlerde “Kur’ânîliği ve semavîliği” öne çıkarıp ilk sıraya koymaktır. Fikir beyanı, izah ve yorumlarımızda kudsî kaynaklara bağlı kalarak; inatlaşmadan hakikati bulmak, şahsî olarak anlayamadığımız yerlerin mutlaka olabileceğini kabullenerek ortak akıl paylaşımı ile “arzîliğe” düşmeden Îlâhî muradı yakalamaya çalışmak.

• Her türlü kabiliyete; meslek ve meşrebe vâkıf, ihtisas ve rey sahibi ve lâyık olan “Nur Hadimlerinin” kendi sahasıyla ilgili konuları kaynağından çıkarıp ortaya koymasına imkân vermek.

• İnsanlığın ve Müslüman dünyasının derdi olan münâzaalı konuların Risale-i Nur’daki tesbit, tavsiye, metod ve tarzıyla derinlemesine işlenip vukufiyet kazanılmasına yönelik sabırlı, sağlıklı, karşılıklı saygı ve anlayış ile hakkın tecellisini ön plânda tutan ciddî çalışmalar yapabilmek.

• “Meşrû meşvereti” imanî gereklilik bilmek, meşveret anında her türlü fikri serbestçe ve medenîce savunmak, savunanlara yeterince fırsat vermek. Bazı hassas konuları çok da sıkı tutmamak.

• “Meşveretin” aynı zamanda bir sevap ve ibadet olduğuna yürekten inanarak yapmaktır.

•  İşin başlangıcında meşverette verilen kararı içine sindirmede ve kabullenmede zorlananlar olabilir. Böyle durumlarda zamanla suiistimale gitmeyecek şekilde işi zamana bırakarak, sabırla konunun izah ve ispatı yolunu tercih etmek.

• Meşrû olmayan aykırı şekil, şahsî ve sübjektif değerlendirmelere asla meydan vermemek. Meşrû tarzın, konuları meşveret zemininde lâyık olan heyetle müzakere olduğunu bilmek. Aykırı hareketlere asla cevaz vermemek.

• Kur’ân’a, Sünnete uygun olmayan düşünce, beyan ve yorumların herkesi sorumlu yapacağını akıldan uzak tutmamak.

• Meşveret ruhunu ve “şahs-ı manevinin” insicamını devamlı muhafaza etmek. Alınan kararlara karşı ifade edilen aykırı görüş ve düşüncelerin; hakikati saptırıcı, nezaketin sınır boyutlarını aşıcı ve cemaatin tesanüdünü bozacak şekle dönüşmesine meydan vermemek.

• Şahsen sindirilemeyen bir meşveret kararı olduğu düşüncesi varsa, bunu içine atmalı, şahsî mütalâa ve yorumlarını alenî olarak dillendirmekten ve seslendirmekten kaçınmalıdır.

• Meşrû meşveret imanî bir tavırdır ve ibadettir. Meşveretlerden yanlış kararlar da çıkabilir. Zamanla yanlış verildiğinin farkına varılan meşveret kararlarının yine o meşveretin kararıyla değiştirilmesi lâzım geldiği prensibinden asla şaşmamak gerekir.

• Okumalar, istişareler, yorumlar ve konuşmaları kardeşlerimizle bir meşveret, bir fikir alış verişi olarak yapabilme olgunluğunu yakalamak önemlidir.

• Risale-i Nur’un ruhuna vakıf olan herkesin şahsî olarak çıkardığı yorum ve fikirleri söyleme hakkı vardır. Karşılıklı konuşarak, istişareler yaparak birbirimizi ve kendimizi düzeltebiliriz. Asıl söylenemeyenlerden ve söylemeyenlerden korkmalıyız.

• Risale-i Nur hakikatlerinin okyanus gibi olduğunu, bizlerin sadece bu okyanusun kıyılarında dolaşan kâşifler mesabesinde olduğunu kabullenerek önce kendimizden tatbikatına başlamanın gerekliliğini kabullenmeliyiz.  

• Risale-i Nur’da–özellikle şahsî tenkitler—kesinlikle yasaklanmıştır. Hizmetin selâmeti ve istikameti için yapılacak tenkitlerin “prensip, metot ve tarz” makamında yapılması, şahsî hukuka temas etmemesi önemlidir. İllâki tenkit yapacaksak, o zaman kendimizi tenkit etmeliyiz. Muhataplarımızın kendimizi tenkit etmelerine izin vererek demokratik bir yol açabiliriz. Hataların düzeltilebilmesi için tenkit edilmeyi sadece kendimiz için isteyebiliriz. Kendimizin rızasıyla yapılan bu tenkit için herkesten Allah razı olsun. Fakat başkalarını asla tenkit etmememiz gerekiyor.

• Toplulukların, cemaatlerin, milletlerin canlı ve akıcı hayat sürecinde devamlı bir değişim, aksiyonerlik ve dinamizm var. Farklı görüş, düşünceler ve bakış açıları var. Canlı toplum, “yeni şeyler söylemek lâzım” anlayışında hareket eder. Bu durumda bizim; “arzîlik ve dünyevîleşmekten” kurtularak, menfî olan değişimlere müdahil olacak hakikatleri kaynağından çıkartarak insanlığın önüne koymamız lâzım. İnsanlığın önünü açacak, çağı kucaklayacak, istikbali aydınlatacak isabetli hüküm ve fikirleri çıkartmak, istikbali görecek projektörlerle ufukları aydınlatacak fikirler meşveretlerden geçer.

• Unutmamak gerekir ki, dünyada bizim için en büyük saadet kaynaklarımızdan birisi, içinde bulunduğumuz bu “şahs-ı maneviyi” temsil eden güzide cemaatimizdir. Onun için her iş, düşünce, hizmet ve faaliyetimizin birinci gayesi Hakkın Rızasını kazanmak olmalıdır. Kardeşlerimizle sadece, ama sadece güzelliklere güzellik katmak için istişare etmemiz gerekir.  Her zaman her yerde (aksi sabit oluncaya kadar) her ferdin beyanına saygı gösterilmelidir. Fikirleri kabullenmek durumunda değiliz. Fikre saygı göstermek “kabullenmek” anlamında değildir. Bir nezaket göstergesi ve medeniliktir. Niyet okumalar dinimizde, inancımızda ve gerçek hayatta yoktur. Müzakerelerde “şahıs bazlı” değil, “fikir ve sistem, hüküm, prensip” bazında konuşmak gerektir. Hepimiz kendi hayatımızda Risaleleri daha iyi anlamayı, daha iyi yaşamayı, Kur’ân ve Sünnet yolunda eğilip bükülmeden yürümeye çalışmalıyız. Hiçbirimizin esasların, ahkâmın, teamüllerin inadına, tarafgirlikle, muhalefet gibi bir derdi olmamalı. Sadece ve sadece hak, maneviyat, doğruluk, istikamet, hukuk, adalet tarafında olma ve kardeşlerimizle istişare etmeye muhtaç olduğumuzun idraki içinde olmalıyız.

• Her zaman her yerde güzellikleri paylaşmak, haklı, usûlüne uygun ve münakaşasız meşveretlerde birlikte olmak, “şahs-ı manevinin” bütün birimlerinin verdiği kararlara uyup tatbik etmeyi birlikte yaşayıp yaşatmak ümit ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*