Meşveretli hayatı düstur edinmek

DİNİN, şahsî ve toplum hayatında yerli yerinde kullanılması ve huzurla yaşanması için çok lüzumlu ve etkili bir sünnet olan “meşveretin” tatbiki ve devam ettirilmesi için öne çıkan iki önemli husus vardır.

Birincisi: Bu günün içtimâî hayatında çok lüzumlu ve vazgeçilmez hâle gelen ‘meşveretin’ her türlü meselede tatbikinin sürdürülmesidir. Bunun için de ‘meşvereti’ dinin emrettiği üzere sağlıklı, meşrû, usûlüne uygun, mâhir ve işin ehli olan kişilerle yapmanın hayatî önem arz ettiğidir. Yani, doğru işi, doğru kişiler ve doğru tarz ve usûlle yapmaktır ki işin sonunda niza ve kırgınlık çıkmasın. Bunun içindir ki; meşveretlerde asla ve asla ‘şahsîlik, dünyevîlik ve hissîlik’ karıştırmamak gerekiyor. Bu nokta dikkat edilmesi gereken ve ayrıca ihtisas gerektiren çok hassas ve hayatî bir konudur.

İkinci önemli husus ise: Kuvvetli bir sünnet olan ‘meşveretten’ çıkan kararlara uyma ve sadakat göstermedeki hassasiyette düğümleniyor. Ümmetin bir konuda fikir birliği etmesinin çok kuvvetli bir delil olduğu ‘hadis-i şerif’ ve tatbikatla sabittir. Çoğunluğun görüş ve reyinin dinde ‘bir esas’ olduğu, cemaat olsun, millet olsun meşveret sonucu çıkan karara uyma ve saygı gösterme faziletini asla çiğnememe noktasında hemfikir olma gerekliliğidir. Cemaat temelinde ‘şahs-ı manevî’, millet temelinde ise ‘kamuoyunu’ temsil eden bu gücün yaşatılıp sürdürülmesi hayatî öneme haizdir. Bunun yerine ‘şahsî’ mütalâa ve değerlendirmelerin öne çıkması toplum hayatı için felâketin ve yıkımın habercisidir.

Hangi konularda meşveret edilebileceğini hükme bağlayan fetva ise çok açık ve nettir.

“Kat’î hükümler ve hukuk ise, zâten değişmez. Tatbikat ve tercihlerdir ki, meşverete ihtiyaç gösterir.” demek ki burada insana düşen sorumluluk sadece; “tatbikat ve tercihlerdedir.” Çünkü kesin hükümler ve ahkâm, hukuk zaten değişmez ve değiştirilemez. Onların üzerinde “meşveret” olamaz.

Asrın ve insaniyetin her derdine Kur’ânî bir yolla tesbit, teşhis ve çare bulan Risale-i Nur’da; “Asya kıt’asının ve geleceğinin keşfedicisi ve anahtarının meşveret olduğu” çok kuvvetli bir şekilde vurgulanmıştır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; gruplar, milletler, cemaatler, devletler, hatta kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, bir buçuk milyar Müslümanın, yedi milyarı aşkın insanlığın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit baskıların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak olan İslâmın insanlığa getirdiği bu muazzam hakikat tesirini göstersin. Çünkü meşverette aynı zamanda kuvvetli bir kahramanlık ve imandan gelen büyük bir şefkat vardır. Bugünün insanının en fazla muhtaç olduğu temiz ve güzel ahlâk ancak son din İslâmın getirdiği bu güzellikle süslenmiştir. Batı medeniyetinin pisliklerinden ve günahlarından temizlemenin tek yolu İslâm’ın getirdiği turfanda hakikatlerdir.

Millet temelinde yapılan meşveret ve şûrâ en geniş şekliyle seçim hadisesidir. Milletin hükmüne rıza göstermek, memleket ve millet için en saadetli yoldur. Aksi ise ülkemizde geçmişte çoklukla yaşadığımız, ama artık görmek istemediğimiz “ihtilâl ve müdahalelerdir.” Cemaat ve grup temelinde ise, “şahs-ı mânevînin” gücünü, birliğini, huzurunu öne alan hâl, mutlak şekilde meşveretten geçer.

Bu meşveretli yol ve usûl dinin de, hem kabul, hem de emredip istediği; “hak ve maslahat” yoludur. Üç yerine, üç yüz farklı ve muhalif görüş ve fikirlerden çıkan ortak görüş “hak ve faydadan” başka bir şey üzerinde barışmaz ve suskun kalamaz. Hak ve fayda ise dinde esastır.

Netice olarak, özellikle cemiyet hayatında bu günkü durumda “meşveret ve şûrâsız” uygulamalar ferdî ve toplum bazında insanlığı yanlışlara ve felâketlere götürdüğü ve götüreceği açıktır. İnsanlığın ortak aklı ve istikametli yürüyüşü ancak “meşveret ve şûrâ” ile devam edecektir ve edebilir. Bunu insanlığa getiren İslâm dinine ve en büyük tatbikatçısı Hz. Muhammed’e (asm) insanlığın minnet ve şükran borcu vardır.

“İhtilâftan bazen istifade olunacağı” hakikatini de göz önüne alarak, “muhalif fikir ve şahıslara” karşı müsbet bir duruş sergilemek aklın ve müsbet muhakemenin gereğidir. Muhalif fikirleri bastırma, susturma, dışlama, ötekileştirme tutum, çaba ve gayretlerinin hiçbir müsbet ve pozitif neticesi olmaz, olamaz! Akılcı ve faydalı yol, o tür fikirlerden istifade etmenin yollarını arayıp bulmaktır. Sağlıklı olanı budur.

“Havas ve avam, âmir-memur, zengin-fakir, Türk-Kürt, yaşlı-genç” veya “kardeş-ağabey” arasındaki her türlü problem ve derdin çözümü “meşrû meşvereti” esas alan çözümdür. Her türlü ilişkide, çözüm için, yerine göre mahareti, meziyeti, alçakgönüllülüğü, vakarı, şefkati, merhameti kullanarak sonuca gitmeye çalışılmalıdır. Yoksa,—Allah korusun—bunun yerine; ümitsizlik, karamsarlık, iftira, itham, tahribat, küsmek, kırılmak, haksız itiraz, insafsız saldırı vb. tutum ve davranışlar boy gösterebilir.

Tahkikî imanla dolu, ihlâslı, uhuvvetli, samimî, hasbî, istikametli, sürurlu ve meşveretli günlerin hayatımıza hâkim olması dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*