Meşveretsiz Bir Dünya: Kan ve Gözyaşı

Asya’dan gelen kitle katliam haberleri ciğerimizi yaktı.
Kardeş kardeşi kesiyor. Kırgızlar, yakaladığı Özbekleri imha ediyor. Şimdilik sular duruldu. Ama o bölgeden gelen görüntüler insanı dehşete düşürüyor.
Bu nasıl bir husumet ve cinnet?

Tasavvur bile edilemiyor. Katliamdan kurtulan vatandaşlarımız, bu cinneti anlatmakta zorlanıyor…
Asya’nın kalbi ağlıyor.
Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

Orta Asya Bölgesi, Soğuk savaş döneminde SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği)’nin uydusu hatta üssüydü. Bu bölge, hiçbir zaman ABD’nin dış politika öncelikleri arasında, yer almadı. Ancak 1990’ların ikinci yarısından sonra ABD’nin ilgi alanına girdi… Ne hikmetse Orta Asya’daki “yaşamsal” çıkarlarının giderek farkına vardı!
Hatta Amerika“güvenlik gerekçesiyle” bu bölgeye resmen sızdı. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Orta Asya cumhuriyetleriyle yakın temasa geçti. Amerikan birlikleri 2001 sonundan itibaren “terörle mücadele” fasaryası altında Orta Asya’ya girmeye başladı.
Böylelikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren, bölgeye güçlü biçimde girebilmenin yollarını arayan ABD, Orta Asya’ya yönelik askeri açılımını başlatmış oldu.
ABD bölge ülkelerinin desteğini alırken, Rusya “geçici onay”la buna müsaade etti.
Devrim sonrası “güç dengesi”ni elinde tutan zihniyet, birkaç yıl sonra “rant kavgası”na düştü.
ABD, Rusya ve Çin bu bölgeyi satranç tahtasına çevirdi. Nitekim Kırgızistan’da patlak veren olayların temelinde bölgeye hakim güçlerin“üs” kavgası ve “iktidar” savaşı yatıyor.
Ne garip, olan bizim Türklere oluyor.

*

Asya denince Bediüzzaman’ın akıllara kazınan “Asyanın bahtı miftahı meşveret ve şuradır” sözü geliyor. Bu çok önemsenmeli.

Çünkü “meşveret ve şura”nın olmadığı yerlerde istibdat boy vermeye başlar.

Yıllardır Asya ülkeleri, komünizmin idaresinde inim inim inledi. SSCB’nin dağılmasından sonra bile kanlı eller, ne yazık ki “Türki ülkeler”den elini çekmedi.

Sözde komünizm bitti, ancak özünde kendi kuklalarını bırakarak uzaktan kumandayla yönetmeye devam ettiler.

*

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur’da bu bölgenin uzun zamandır süregelen hastalığını şöyle teşhis etmişti:

-Yeis,

-Sıdk’ın hayat-ı içtimaiye-i siyasette ölmesi,

-Adavete muhabbet,

-Ehl-i imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek,

-İstibdat ve menfaati şahsiyesine himmeti hasretmek…

Diyor ki Bediüzzaman: “O vücud-u nuraninin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.”

Bediüzzaman Said Nursi, sadece şark vilayetlerine değil, Asya ülkelerine şamil bir düsturu bize şöyle hatırlatıyor:

“Evet, meşrutiyet hakimiyet-i millettir; siz dahi hakim oldunuz. Umum akvamın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvak ve hissiyat-ı aliyeyi uyandırır; uyku bes, siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslamiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır.” (a.g.e.)

*

Görülüyor ki, genel olarak Asya kıtasının geri kalmasının temel sebebi: hürriyet ve şura kurumlarını geliştirememiş olması…

“….Mânâ-yı meşrutiyete iptilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asya’nın ve alem-i İslam’ın istikbalde terakkisinin birinci kapısı meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir. Ve talih ve taht ve baht-ı İslam’ın anahtarı da meşrutiyetteki şuradır.”

Sözün özü:

Demokrasinin özü, meşverettir. Meşveretin çekirdeği, hak, marifet, muhabbet ve kanundur.
Kırgızistan’da yaşananlar meşveretin olmadığı yerde insanların, insanlıktan çıktığını insanlığa gösteren çok çarpıcı bir örnek!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*