Metropollerin Dramı

Esasında bu yazımızın başlığı Ye´cüc ve Me´cücün kıskacındaki Metropoller olacaktı. Kur´an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler´deki Ye´cüc ve Me´cüc meselelerini okuyamayan ve Ahirzaman hadiseleriyle alakalı Peygamberimizin açıklamalarını duyamayanlar için anlama güçlüğü çıkaracağından yukardaki ibareyi kullandık.

Metropol belki bir zamanların cazip kelimesiydi. Bu gün bile istekli – isteksiz taşralıların büyük şehirlere akımı, metropollerin bir yönüyle hâlâ cazibesini kaybetmediğini gösteriyor. Toprağa gömülmüş büyük şehir kalıntılarını ve yer yer ayakta kalabilmiş büyük harabeler metropollerin tarihde de önemli bir rol aldığını gösteriyor. Zelzelelerin, Yer yarılmalarının, fırtına ve volkanik patlamaların, bazen de tufanların pençesinde can vermiş yüzlerce metropol, bu şehirlerin hiç de emin yerler olmadığını bize anlatıyor.

Latin Amerika, Çin ve Hint´de nufusları o­n milyonu aşan kentlere metropol denilir mi? Yoksa metropol, Avrupa´lı medeneyitçilerin dizayn ettikleri büyük yerleşim birimleri anlamına mı geliyor? Bunun üzerine durmayacağız. Üçüncü dünyadaki büyük şehirleri dert, yoksulluk, sıkıntı ve ızdıraplarıyla yüzüstü bırakan Batı Avrupa ve Amerika´daki metropollerin de yavaş yavaş “dram merkezlerine” dönüştüğünü vurgulamak istiyoruz. Sükûnet, düzen ve ihtişamıyla övünen bu kentlere bilhassa 11 Eylül´den sonra musallat olan anarşi ve kaos, bu diyarların insanlarını paniğe sevketmiş durumda. Haberleşmenin bu şehirlere kazandırdığı hassasiyet ulaşımın vardığı sürat ve insan bedenine benzetilmek istenen sistemden, metropol sakinelerinin hergün yeni bir felaket haberi almaları insanların rahatını büsbütün kaçırdı.

Tebeddül-ü Esma ile hakikat değişir mi? Yani isimlerin değişmesi manayı değiştiremiyor. Düne kadar anarşi dediğimiz manaya bugün terör diyoruz, belki yarın başka bir şey… İnsanların insanlara kötü davranması, hukuk gaspı, menfî eylemi ve zaman zaman canavarlaşmasının arkasındaki inanç ve ahlak problemini bilenlerle ve bu problemin çözümünü zorlaştırmaya çalışanların fikir çatışması elbette sokaktaki çatışmadan çok önce geliyor. Yaratılışından medenî olan insanı, vahşet ile bedevîliğe sevkeden düşüncelerin izini takip ettiğinizde de yol aynı noktaya çıkıyor. Bu husus elbetteki yalnızca günümüzün meselesi değil. İsterseniz hâyalen Aspendos, Gomore, İrem, Eyke ve Atlantis gibi binlerce tarihî şehirlerin uğradıkları helâketin arafesine gidelim. Bütün semavî kitaplardan buralarda yaşayan insanların, insaniyet sınırlarının dışına taşarak Yaratıcıya ve yaratılışa isyan ettiklerini okuyup duyacağız. Günümüzde arzî ve semavî dalgaların peş peşe vurduğu Amerikan Metropollerindeki korku ve ürperti Aspendos´u arattırmayacak seviyelerde. Akşam karanlığının basmasıyla karanlık ruhlara teslim olmuş metropollere ne kadar medenî diyebileceğimizi size bırakıyoruz. Avrupa, Amerika´dan biraz daha düzenliydi. Fakat İkinci Avrupa´nın temsilcileri buradaki metropollere de Ye´cüc Me´cüc´lerin ruhlarını taşımaya başladılar. Son örneğini metropollerdeki insanların rahatını sağlamakla vazifeli Sarkozy ile yaşadık. Çözümsüzlüğü körükleyen, kaos üçgeninde kin ve nefret ateşini yakan Selanik´li çocuk… Üstün insan düşüncesiyle büyümüş bu çocuk bir kaç asır öncesinde gelmiş olsaydı, bu felaket bu kadar büyük olmayacaktı. Fuhşun yolunu açarak ve tüketimi ateşleyerek metropolleri mecalsiz bırakan bu düşünce Avrupa´nın yardımına Üçüncü Dünya Ülkelerinden gelen insanlara insan nazarıyla bakmak istemeyince Paris haftalarca alevlere teslim oldu. Nazenin Paris şimdilik ırkçı bir politikanın pençesinde. Birinci Avrupa´nın kendisini kurtaracağı günü bekliyor. Paris gibi Avrupa´nın diğer metropolleri de “emniyetsizlik dramı”nı yaşıyorlar. Bu dehşetli koasların bir gün kapılarını çalacağını düşünüyorlar. Fakat bilemedikleri bir şey var: Anarşi, terör veya Ye´cüc Me´cüc´leri yetiştiren bataklıkların hangi düşünce ve politikalarla kurulmakta olduğunu tam bilemiyorlar.

Kur´an´ı ve Resulullah´ı inceleyen Avrupalıların bakışları ikide bir islamın dünyasının büyük kentlerine kayıyor. İstibdadın buralardaki tahribini gördükçe kitap ile şehir arasında koşuşturuyorlar. Yalnızca bir metropol vardı, ufuklarında ümit olacak: İstanbul… Fakat bilhassa son zamanlarda İstanbul´un başına boca edilen sefahet, fuhuş, hırsızlık ve fizikî keşmekeşlik; buradan gelen ümit rüzgârlarını üşütüyor. Hele emniyet müdürü kendisine Londra sokaklarındaki kameraları ve motorize zabıtaları rehber edinince Avrupalıların canı iyiden iyiye sıkılmaya başladı. Kitap, İslâm Dünyasındaki yüzlerce büyük şehirlerin bir kaç zabit ile zabt-u rabt altına alındığı günleri yazıyor. İmanın, ahlâkın, paylaşmanın, emniyet ve asayişin zirveleştiği zamanlardaki metropolleri Avrupalı araştırmacılar hâlâ hayretle takip ediyorlar. Cerrahoğlu bunun sırrını kitaplara bir bir sormalı. İstanbul´un ruhuyla el ele vermeli ve emniyet ve asayişte dünya metropollerine örnek olmalı. Kemalizmin beslediği fuhuş, ahlaksızlık ve hırsızlığa karşı insanî reflekle İstanbul´a sahip çıkmayanlar O´nu müstehcen resimlere bürümüşler. Sahillerine çıplaklar kampı kurmuşlar. Ve şimdi de arap şeyhinin eliyle böğrüne bir hancer saplamak istiyorlar. Dünya metropollerine yakın zamana kadar ümit olan İstanbul ümit olmaktan çıkmamalı…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*