Miladî her yeni yıla giriş, EuroNur sitemizin de doğum yıldönümüdür

Miladî 2013 yılına girerken, EuroNur www.saidnursi.de sitemizin de 13. yılını idrak ediyoruz. Tam 13 yıl önce, 2 Ocak 2000 yılında yayın hayatına başladı.

Hayırlı ve güzel hizmetler veren İslamî ve nur saçan siteler içinde, bu sitenin kendine has bir üslûbu, ilkeli bir yayın misyonu, siteler içinde ayrı bir yeri ve ağırlığı olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bugüne kadar yapılanlar da, yapılacakların teminatıdır.

Büyük bir arşiv, zengin bir kütüphane gibi maşaallah.. Dosyalar, röportajlar, sinevizyonlar, fotoğraflar, videolar ve gelecek nesilllere ışık tutacak vesikalar, belgeler, yazılar ve yorumlar…

Miladî 2013 yılımızın ve Hicrî 1434 yılımızın insanlık ve İslâm âlemine hayırlı olmasını dilerken, sadece dilemekle kalmayıp, sadece sözde bırakmayıp; fiilen, halen, madden ve manen neler yapıyoruz, ve daha neler yapmamız lazım?

Bu yolda ve bu uğurda sitemiz aracılığıyla neler yapabiliriz ve neler yapmalıyız? Bütün bunların her fırsatta konuşulup, tartışılıp uygun zaman ve zeminlerde icra edilmesi gerekir.

Şimdi bir yılı daha geride bırakmanın telâşı içinde muhasebeler yapılıyor. İnsanlar, devletler, hükümetler, cemaat ve cemiyetler, şahsî ve tüzel kişilikler ve hakeza..

Bizim de derin bir muhasebeye ihtiyacımız var.

Kur’ân-ı Azimüşşan’ın en son mucize-i maneviyesi, dertlerimizin devası, hastalıklarımızın tabibi ve belaların dafii olduğuna inandığımız “Risâle-i Nur” yoluyla imana ve Kur’an’a, Müslümanların birlik ve beraberliğine, insanlığın kurtuluşuna, en başta da kendi nefislerimizin ıslahına çalışmak maksadıyla Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ikramıyla en büyük bir dâvanın, en mukaddes bir mesleğin takipçileri, “kâmil bir şahs-ı manevinin azaları“ ve “Ümmet-i Muhammed’i (asm) sahil-i selamete çıkaracak olan bir gemide çalışan hademeler” olarak toplum içine, vatan sathına, hatta insanlık âlemine yayılmış olmanın ne anlama geldiğini şöyle bir düşünelim..

Çoğumuzun evvelce birbirlerini tanımadıkları, önceden tanışanların da bu mânâda, yani Risâle-i Nur’un aşıladığı muhabbet ve uhuvvet tarzında tanışıp kaynaşamadıkları halde; şimdi tam bir tesanüd, hakiki bir uhuvvet, halis bir muhabbet bağlarıyla kaynaştığımız, öncesinden tasavvur bile edemeyeceğimiz güzellik ve ahenk içerisinde süren beraberliğimizin hiç sarsıntıya uğramadan, gittikçe kuvvetlenerek devamının temini için ve önümüzde bizi bekleyen daha geniş çaplı faaliyetleri omuzlayabilecek kapasite ve kaliteye ulaşabilmemiz için, bazı hususların istişarelerle irdelenmesine ve neşter vurulmasına olan ihtiyaç azalmıyor, artıyor…

Muazzez Üstadımız bile “lâyuhtî” olmadığını söylediğine göre; hiç birimiz, hatta “erkânlar” ünvanındaki saff-ı evvel talebeler bile, kendi şahsî marifet ve kemalatlarına güvenerek kendilerini güvende göremezler. Ve yine içimizden hiç biri, mazisindeki nur hizmetine, Risâle-i Nur’daki kıdemine veya kendisi için haddizatında bir imtihan unsuru olan ve hasbelkader taşıdığı ünvanına güvenerek, kendisini „müstağni“ addedemez.

Ve yine içimizden hiç biri, tamamen bir lütûf ve ihsan-ı İlahi olan, Risale-i Nur‘la en evvel tanışıp buluşma keyfiyetini, diğerlerine nisbeten daha önceden kavuştuğu hakikatleri başkalarına da tebliğ etmesinden hasıl olan güzel neticeleri ve güzel tesiri kendisinden vehmederek, kendisini, sonradan gelenlerin öncüsü, pîri ve önderi olarak göremez. Üstadımızın “iktiran” tabir ettiği “iki nimetin bir arada gelmesi” hakikatını aklından çıkarmaz. Üstadımızın 18. Sözde kendi nefsine hitaben söyledigi hakikatı hep hatırında tutar.

Hakikat derslerinden istifademize sınır yoktur.. Bilhassa şahsî okumalarımızı da ihmal etmeden, hafta boyunca yapılan toplu derslerin hiç birisini kaçırmamanın istifade boyutu tartışılmaz. İster okuyan olarak, ister dinleyen olarak, farketmez. Hatta, dinleyenin okuyandan daha çok istifade ettiği de vakidir..  Aklımızı, kalbimizi ve bütün letaif ve duygularımızı Risâle-i Nurlara açık tutarak, o Kur’an sofrasından âzamî derecede istifadeye azamî önem vermeliyez.

Dersimizi ne kadar kuvvetli alırsak alalım, nihayetinde hepimiz beşeriz ve nefis taşıyoruz. Biribirimizi nefis ve şeytanın hilelerinden kurtarmak istiyorsak, içimizden birilerinin kendilerinde farklı pozisyonlar vehmetmelerine meydan vermeyelim.

Tesanüdümüzü, görüşüp buluşmalarımızı, bir araya gelmelerimizi, kardeşâne sohbetlerimizi, ailevî ziyaretlerimizi arttıralım.

Evet, geliniz, sadeliği, tevazuu; acz, fakr, şefkat ve tefekkür düsturlarını rehber edinerek, muhabbet fedaileri olarak bu ümmetin içine dalalım, o¬nlarla oturup, onlarla kalkalım.

Risâle-i Nurların bize bahşettiği îman ve fazilet nimetlerini kendimizde bir “ayrıcalık“ gibi algılamak yerine, kendimizi başkalarına göstermek, beğendirmek yerine; ihsan-ı İlahi olarak, elimizde bulunan hakikatları gösterip neşredelim, söz ve hallerimizle o hakikatlere ayna olalım.

Hazret-i Üstâd’ın, talebesi Mustafa Osman hakkındaki bu iltifat ve duasına biz de fert fert mâsadak olmaya çalışalım inşaallah:

“…Mustafa Osman, hakikaten az bir zamanda çok ehemmiyetli bir iş görmesinden, birinci saftaki haslar içine girmeye hak kazanmış. Demek ihlâsı tamdır ki, az bir zamanda çok zaman işini gördü. Cenab-ı Hak o¬nun emsalini o havalide çoğaltsın ve selamet versin.”

Vesselam…

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*