Milli devlet ve orduların korona ile dönüşü

Globalleşme veya küreselleşmenin, liberal olduklarını iddia eden bir kısım Marksistlerin elinde, çalıntı bir slogan olduğunu, önceki yazımızda belirtmiştik.
20.yüzyılın başlarındaki ihtilalci sosyalist veya komünistlerle aynı hedefe,  biraz daha sivilce koşanların esir aldıkları devlet ve orduların hürriyetlerine, biricik koronanın sebep olacağını hayal bile edemezdik. Gördüğünüz gibi,  hakikat yine hayalin maverasında kanat çırpıyor.

Makalemizin sınırları, Neoliberalizmin turuncu renklerine bürünmüş Marksistlerin “milli devlet” ve  “milli orduları” tukaka ederek itibarsızlaştırdığı 12 Eylül sonrasındaki hadiselerin hikâyeleri, parlatılmış yazar ve siyasetçilerin büyük çabalarını ve nihayet başta Türkiye’miz olmak üzere birçok demokratik ülkenin, turuncucuların parasıyla satın alınma hikâyelerini arz etmeye, sayfamız el vermiyor. 12 Eylül’den 15 Temmuz’a kadar bu vadide makale yazmış, TV programları hazırlamış, kitap neşretmiş ve binlerce aktiviteye katılmış aydınlarımızı da üzmemek için anlatmaktan vazgeçiyoruz.

Biliyoruz. Komünizm- Faşizm arasında devleti hırpalamış Halk Partisi’nin geçmişteki icraatları, birçok Avrupa devletlerindeki müstebit cumhuriyetler, sosyalist Bolşeviklerin 1980’lere kadar devam eden komünist idareleri; devlet mefhumunu hırpalamış, zayıflatmış ve itibarsızlaştırmıştı. Birçok değerlerimiz gibi: demokrasi, İslamiyet, ahlak, aile, milliyet ve cumhuriyet… Küreselleşme örneğinde olduğu üzere; hürriyetçi görünerek çeşitli entrikalarla sermayeyi ele geçiren bir kısım Marksistlerin kullanmayacağı, itibarsızlaştırmayacağı ve ayaklar altına almayacağı değer yoktu. Kemalizm’in ana rükünlerinden Selanikli Şükrü Kaya’nın beyanını hatırlarsınız: Bu millete ne lazımsa biz vereceğiz. Komünizm, Turancılık ve hatta Şeriatı bile…  Yani internasyonal devrimcilerin hedefi; irade, bilgi ve kontrollerinin dışında hiçbir idare istemiyorlar. Belki de dünya saadetini,  felsefelerinin merkezi kabul eden bu gruba, servet ve iktidara sahip olma yolunda her şey mübahtı. Globalleşmeyi, tüm dünya ülkelerini hegemonyasında tutup halklarını köleleştirmek üzere, rüşvetle tayin ettikleri adamlarıyla devletlerin meclislerinde kanunlar hazırlama, işgal edecekleri coğrafyaların kaynaklarını adamlarıyla dizayn etme olarak anladılar. Enerji kaynakları, kıtalar genişliğindeki ziraat alanları ve dünyanın en ücra köyüne kadar uzanan ticarî zincirler… Denizler ve karalar… Ve sonra; istismar edilmiş demokrasi, hukuk ve globalleşme. Tüm bu başarıların temelinde Marksizmin sınıf çatışması teorisi ile Freud’un insanî tarafımızı yok sayan düşüncesinin varlığını kim inkâr edebilir ki. Allah’a inanmayı hürriyetsizlik (kölelik) ve faşizm olarak propaganda eden bu düşüncenin mahiyetinde hiçbir değişim olmamıştır.

İşte, yardımcıları olan Troçkist“yeni muhafazakar” komünistlerle dünyanın dizginlerini ele geçirdiklerini ve her şeye hâkim olduklarını seslendirdikleri ve hatta yer küremizin istedikleri yanını Cengiz ve Hülagü hunharlığıyla talana koyuldukları zamanın behrinde; bu ideolojinin merkezlerinden olan Wuhan’dan biricik korona çıkageldi. Belki de deccaliyetin Avrupa ve Amerika’daki enstitülerinde hazırlandıktan sonra, seri imalat için buraya getirilmişti, korona…

Korona bir çeşit hastalık suretinde bize göründüğünden, her şeyden önce, özelleşen devletlerin ellerinde, para kazanma ve rant kapısına dönüşmüş hastanelerimizdeki ihaneti gözlere gösterdi.  Asli vazifeleri arasında olan bireyin sağlığını “para!” olarak gördüklerinden, vatandaşının sağlığını para karşılığında satan bir devletle karşılaştı bu süreçte, dünya insanları. Türkiye’miz henüz yolun başında olduğundan; İtalya, İspanya ve İngiltere’nin korona karşısındaki zilletini tam tadamadı. Felsefelerinin merkezine, insanı değil;  servet, güç ve iktidarı almışların, sağlık kuruluşlarına, sağlıkta çalışan personele insanca bakmalarını bekleyemezdiniz. Çünkü insan olarak; hasta gitmiş yerine müşteri gelmişti. Bunun gereği olarak da müşteri üzerinden para kazanmak için her türlü tasarrufu mübah görüyor Neoliberaller. Yıllar boyu avazımızın çıktığı ve hançeremizin el verdiği kadar bağırdık: İnsan sağlığı; rant aracı, para kazanma kapısı ve ticaret metaı değildir, diye yazıyoruz. Fakat kıblesi, imanı ve vicdanı materyal olan bu sınıf, parayla ele geçirdikleri milletler arası müesseseleri, devletleri ve sivil toplum kuruluşlarını kullanarak dünya hastanelerinin birçoğunu özelleştirip sosyal devlete en büyük darbeyi vurdular. Küresel düzeyde akraba şirketleri gibi organize olmuş kuruluşların, mahiyetlerini milletlerden saklamaları da ilginç. Dışardan birbirlerine ecnebi görünenlerin, iç dairelerine girdiğinizde, çoğunun aynı burslarla, aynı mekteplerde ve aynı enstitülerde yetiştiğine şahit oluyorsunuz. Aralarındaki gizli bağlar çözüldüğünde, tam bir aile şirketi mantığıyla çalıştıklarını anlıyoruz. Korona ile ilgili en çok ismi zikredilen örgütün gelirlerinin belli ilaç firmalarının vakıflarından karşılandığını öğrendiğimizde (WHO’nun gelirin %86’sının özel karşılandığı iddia ediliyor) bu örgütün arkasında, milli devlet ve iradelerin bulunmadığını hüzün içerisinde öğreniyoruz.

Koronanın küreselcilere ait çökerttiği diğer bir cephesi ise, eğitimdir. Her milli devletin öncelikli önem verdiği hususların başında, fertlerini cehaletten kurtarmak, aydınlatarak medeni düzeylerini yükseltmek değil mi? Avrupa’nın sosyal devlet tarihçesi; anaokulundan (isteyenler için) üniversiteye kadar ki çocukların ve gençlerin tahsili milletin ortak kasasından temin edilir. Ne acıdır ki, Amerika’da M. Friedmann ve Avrupa’da K. Popper ile A.Hayek’in şahitleri sağlık gibi eğitimi de paraya bağlayarak halkların üzerindeki yükleri ağırlaştırdılar. Tüketim mağazaları zinciri gibi hastaneler, okullar ve üniversiteler zinciri ile de yer küreyi işgale kalkışmışlardı ki; koronanın ani saldırısına uğradılar. Artık her millet özüne dönerek yerle bir ettiği sistemlerini, milli olarak yeniden inşa edecek. Korona, milli devlet ve milli ordu sürecini hızlandıran Donald Trump’ın, “First America” sloganını hatırlıyorsunuzdur. Neoconların NATO ve Pentagon aracılığıyla dünyanın beş kıtasına konuşlandırdığı orduları geri çağırması da bu sürecin ilk ilanıydı. Ve ardından Popper’ın sihirbaz şakirdi ile girdiği polemikler: “Dünyanın en büyük teröristi George Soros’dur” diye.

Milli devletleri ve orduları hegemonyası lehine ortadan kaldırmaya çalışan bu sınıfın, dünyaya dağılmış paralı tetikçileri, şu süreçte önemli bir mesele teşkil ediyor. Korona, lüks içinde yaşayanların saadet zincirlerine mütemadi darbeler indiriyor, gördüğünüz üzere. Neocon- Neoliberal ittifakının demokrasiye karşı,  kontrollü bir şekilde organize ettiği milliyetçi partilerin de çözüme derman olmadığını Avrupa’da ve bilhassa İtalya’da gören dünya kamuoyu; demokrasiye dayanan milli devletlerin inşasına inşallah dönecek ve her millet kendi ordusunu kurarak; neslini, kaynaklarını, toprağını ve değerlerini yeniden koruma altına alacaktır. Multi- kulti perdesi altındaki kültürsüzlüğe, kimliksizliğe, dinsizlik ve ahlâksızlığa, korona, şiddetle “hayır!” diyor.

Bediüzzaman’ın tespitiyle kalem ve kılıca dayanan “milli devleti” ulusalcı komünistlerden çok farklı anladığımızı da bu vesileyle belirtelim. Dikkat ederseniz, şu süreçte birçok millet ordularını teyakkuza çağırdı. Olabilirdi ki; birileri koronanın ardına saklanarak, global bir ihtilale kalkışsın. Veya yine denilebilir ki; küreselciler ve ihtilalciler koronayı bahane ederek milletlerin milli kaynaklarına ve servetlerine el koymuşlar dediklerinde; demokratik milli devletlerin orduları, millet iradesiyle gerekeni yapacaklardır.  İşte bu hakikat için diyoruz ki; korona, demokratik milli devlet ve orduyu asli vazifesine çağırıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*