Modern zamanlarda avlanmamak için

Hemen her alanda kargaşanın olduğu ilginç günlerde yaşıyoruz. OHAL ortamında anarşi, terör, KHK mağdurları, mesleğinden ihraç edilenler, ekonomik sıkıntılar…

Yaşananlara konunun uzmanlarınca getirilen önemli açıklamaların sonu gelmiyor. Bizlerse, Risale-i Nur’dan ders aldığımız üzere “mana-yı harfî” ile baktığımızda, “Rabbimiz bizden ne istiyor? Hangi hallerimizle kadere fetva verdirdik?” sorusunu sorup bir enfüsi tefekkür yaptığımızda ortaya çıkan tablo çok ibretli.

RÜYADA BİR HİTABE

Bediüzzaman Hazretleri “Rüyada Bir Hitabe” isimli eserinde Osmanlının Batılılarca “hasta adam” olarak nitelendirildiği son dönemlerinde benzer bir tefekkürü paylaşır. Savaş, kıtlık, meşakkatli kıtalar arası göçler, verilen şehitler, yitirilen mallar…

Bunca musîbete kader nasıl fetva vermiştir?

Cevabı ilgi çekici ve ibretli. Bahsedilen konuyu Risale-i Nur’un sayfaları arasında uzunca tefekkür edebilirsiniz. Şu kadarını ifade edelim ki, Rabbimizin yapmakla bizi mükellef kıldığı, ama yerine getirmediğimiz ibadetler; kılınmayan namazlar, verilmeyen zekâtlar, tutulmayan oruçlar, hakkı verilerek yapılmayan haclardır kadere fetva verdiren. Rabbul âlemin yerine getirilmeyen ibadetleri bu şekilde kullarını terbiye ederek yaptırır.

Şehitlik ve gazilik rütbeleri de çekilen sıkıntılarda ahiret âlemlerine de intikal eden birer müjdeli hediye olur.

AV VE AVCI OLMAK

Bediüzzaman Hazretleri Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaptığı benzer bir tefekkürü sürgün olarak gönderildiği Kastamonu’da İkinci Dünya Savaşı yıllarında da yapar.

Ülkemiz savaşa girmemiştir. Bununla birlikte halkta geçim sıkıntısının yaşandığı günlerdir. Kastamonu Lâhikası’nda geçen bir çok mektupta yaşanan atmosferi soluklamak mümkündür. Risale-i Nur Talebelerinin yaşanan kıtlık ortamını “bir nevi riyazet” olarak değerlendirip, zenginlerinse sıkıntıda olanlara yardımcı olması gerektiğini ifade eder. Rızkın “taahhüd-ü Rabbanî” altında olduğunu muhtelif Kastamonu mektuplarında sıklıkla tekrar eder.

“Dinsizlerin din ehlini derd-i maişetle dizginlemesi” gibi çok daha hassas bir tefekkürü de benzer cümlelerle Kastamonu Lâhikası’nın çeşitli mektuplarında görmek mümkündür.

Bu mektuplarda aynı zamanda manevî bir hastalığın teşhis ve tedavisi de sunulur:

“Derd-i maişet sersemliğiyle ekser halk ahiret işlerini ikinci derecede bakmalarından ehl-i dalâlet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirtleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu manevî hastalığa da mukabele ederler inşallah.” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 116)

Halk, dünya hayatıyla sersemleşip ahireti ikinci plana alınca dinsizliğin yayıldığını, manevî bir hastalık olan ahireti ötelemenin ancak Risale-i Nur ölçüleriyle iyileşebileceğini söyler. Bu noktada kanaat ve iktisat düsturları vazgeçilmez prensipler olmalıdır.

HÜLÂSA

Dememiz o ki, Rüyada Bir Hitabe, Kastamonu Lâhikası gibi Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde bahsedilen bu tablonun tam da orta yerindeyiz. Kimi zaman din adına da yapılan dinsizlik akımlarına kendimizi ve sevdiklerimizi yem yapmak istemiyorsak, dünya hayatımızın merkezine ölümü ve ölüm sonrası hayata imanı yerleştirmemiz gerekiyor.

Öyle ya, “Madem ki dünya var, o halde ahiret de var!”

Yasemin Güleçyüz

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*