Moliere (1622-1673)

Fransızların ünlü tiyatro yazarı ve oyuncusudur. Asıl adı Jean Baptiste Poquelin’dir. Moliere’i müstear isim olarak kullanmış ve bununla tanınıp meşhur olmuştur. Zengin bir ailenin çocuğu ve soylu sınıfı içinde yetişmesine rağmen bu kültürle uyuşamamış ve tiyatroya ilgi duymuştur. Kaleme aldığı komedilerinde, her an karşılaşılabilen sokaktaki insan figürlerini kullanmış, insanların birbiriyle çelişen hal ve hareketlerini canlı bir şekilde sahneye taşımıştır. Soyluları eleştirmekten çekinmemiş ve bu yüzden de tepkilere maruz kalmıştır. Tartuffe adlı eserinde iki yüzlü bir papazı canlandırdığı için kilisenin çok sert tepkisini çekmiş, eseri ancak beş yıl sonra sahnelenebilmiştir. Zübeyir Gündüzalp tarafından 1947 yılında Ankara Üniversitesi’nde sunulan, Sözler ve Gençlik Rehberi adlı eserlerin sonlarına ilave edilerek yayınlanan “Konferans”ta, Kur’an-ı Kerim’in büyük tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı’nın Moliere gibi yazarların eserlerine gösterilen beğeni ve takdir duygusundan çok daha fazlasını hak ettiği üzerinde durulmuştur.

Moliere, 1622 yılında zengin bir ailenin çocuğu olarak Paris’te doğdu. Babası sarayın mobilya ve döşeme işlerini yapmaktaydı. Küçük yaştan itibaren iyi bir eğitim gördü. İlk öğrenimini tamamladıktan sonra Cizvit papazlarının yönetiminde olan Clermont Koleji’ne girdi. Burada klasik eğitim gördü. Yunanca ve Latince’yi öğrenerek eski Roma kültürü hakkında önemli bir birikime sahip oldu. Descartes’ın muhalifi olan Grassendi’den de felsefe derslerini aldı. Aldığı eğitim ve soylu sınıfının ahlak anlayışına uymayıp, oyunculuğu ve eleştirmenliğiyle kendini kabul ettirmeğe çalışarak, tiyatroyla ilgilenmeye başladı.

Moliere, Hukuk Fakültesine girdiyse de bu alana fazla ilgi duymadığından eğitimini tamamlamadan okuldan ayrıldı. Bir oyuncular topluluğu oluşturarak bu topluluğun yöneticiliğini üstlendi (1643). Sahnede asıl ismi yerine Moliere müstear ismini kullandı. Ancak, başarılı olamadı. Paris’e yerleşen gurup burada tutunamadı. Tiyatrosu kapanıp iflas edince borcu yüzünden hapse girdi.

Paris’te topluluğuyla tutunamayan ve borcu yüzünden bir süre hapis yatan Moliere, iki yıl aradan sonra tiyatro gurubuyla Fransa turuna çıktı. On iki yıl boyunca taşrada dolaştığı bölgelerde hem yazıp, hem oynadı. Bu kez başarılı da oldu. Çünkü, sadece belli bir sosyokültere sahip kesime hitap etmekten öte, daha geniş kitlelere hitap etmeyi, sokaktaki insanı canlandırmayı tercih etti. Her zaman karşılaşılabilir tiplemeler ve kolay anlaşılır mesajlar içeren oyunlara yer verdi. Uzun bir aradan sonra Paris’e geri döndü (1658).

Paris’e topluluğu ile birlikte yerleşen ve “Kralın Kardeşleri Topluluğu” adıyla çalışmalarını devam ettiren Moliere, saraya girme fırsatını elde etti. Dönemin Fransa kralı olan XV. Louis’nin takdirini kazandıktan sonra himayesinde çalışmayı sürdürdü. Çok geçmeden Paris’in ünlü tiyatrocuları arasında yer aldı. Ardı ardına yazıp sahnelediği ve çoğu zaman ilkleri teşkil eden oyunlarıyla alanında rakipsiz olduğunu gösterdi ve şöhretinin zirvesine ulaştı.

Moliere, kısa aralıklarla “Gülünç Kibarlar”, “İnsandan Kaçan”, “Kibarlık Budalası”, “Bilgiç Kadınlar”, “Hastalık Hastası”nın aralarında bulunduğu otuz iki oyun yazdı. Eserlerini yazarken konu seçiminde İtalyan mizah anlayışına ağırlık verdi. Bu çerçevede sahnelediği Gülünç Kibarlar adlı oyunu büyük bir ilgi gördü. Tiyatro yazarlığı, yönetmenlik ve oyunculuğu bir arada götürmek suretiyle önemli başarılara imza attı. Önceleri yazarlığında hayali figürlere yer verirken daha sonra müşahedelerine de dayanarak doğrudan doğruya hayatın içinden seçtiği karakterlerle komedilerini süsledi.

Moliere, soylulara sataşmaktan korkmadı. Oyunlarında belirli kesim ve karakterleri sahneleyerek bunların gülünç ve düşündürücü yönlerini ortaya koymaya çalıştı. Hal ve hareketlerinde, sözlerinde, düşüncelerinde yapmacılığa ve kibarlığa yönelen çevre kadınlarını, kralın huzurunda sahnelediği Kocalar Okulu ve Kadınlar Okulu adlı oyunlarıyla hicvetti. Dolayısıyla belli çevrelerin sert eleştirilerine hedef oldu. Oyunlarında sınıf atlama çabasında olan, kendi sosyal gurubundan çok yabancı ve üst bir sınıfı taklit etmeye çalışan, bu arada komik duruma düşen kişilikleri işledi.

Moliere, yazdığı ve sahnelediği oyunlarıyla muhtelif kesimlerin eleştirilerine uğradı. Buna rağmen eleştirilerinden vazgeçmediği gibi tarzını devam ettirdi. 1664 yılında yazdığı ve iki yüzlü bir papazı ele aldığı “Tartuffe” adlı eseriyle kilisenin çok sert tepkisiyle karşılaştı. Eseri üzerinde beş yıl boyunca tartışmalar cereyan etti. Eser ancak, beş yıl sonra sahnelenebildi. Yıllarca süren tartışmalardan sonra 1669 yılında sahnelenen oyun büyük bir ilgi gördüğü gibi üst üste kırk dört kez sahnelendi. Kilisenin çok sert muhalefetine rağmen oyunun icra edilmesinde kralın himayesinin çok büyük etkisi oldu.

Kralın ilgi ve himayesini gören Moliere de buna karşılık olarak onun hoşuna gidecek eserler sergiledi. Oyunlarında raks, eğlence ve esprilere yer verdi. Şahane Aşıklar ve Kibarlık Budalası adlı eserlerini bu amaçla kaleme aldı.

Moliere, son komedi eseri olan Hastalık Hastası’nı 1673 yılında kaleme aldı. Oyunun dördünce kez gerçekleşen temsilinde oynarken kalp krizi geçirdi. Birkaç saat sonra da öldü (1673). Hayatta iken tartışmalara sebep olduğu gibi ölümü de tartışmalara sebep oldu. Oyunlarında işlediği karakterden dolayı Kilise ile arası açıldığından cenazesi ortada kaldı. Kralın müdahalesiyle ancak dört gün sonra kaldırılabildi. Tören yapılmadan gömüldü.

Moliere’in eserlerinde göze çarpan ve öne çıkan özellik; insanların değişmeyen yönlerini, anormal hareketlerini, davranışlarını, zihniyetlerini, kimi zaman komik ve kimi zaman hüzünlü durumlara dönüşen yönlerini canlı ve bariz bir şekilde tasvir etmesidir. Komedileriyle günlük hayatın işleyişine dikkat çekerek, sorunlara daha duyarlı ve etkin bir şekilde eğilmeye katkıda bulundu.

Risale-i Nur’da Moliere’in ismi, Zübeyir Gündüzalp tarafından 1947 yılında Ankara Üniversitesi’nde sunulan bir konferans vesilesiyle zikredilmiştir. Bu konferans metni bilahare Risale-i Nur Külliyatı’ndan Gençlik Rehberi ve Sözler’in sonuna eklenmiştir. Gündüzalp, üniversitelilere Risale-i Nur hakkında bilgi verirken, bu arada geçliğin İslam alimleri hakkındaki bilgi eksikliğinin sebeplerini de irdelemeye çalışmıştır. Batılı bilim adamlarının İslam alimleri ve eserleri hakkında çok önemli bilgi birikimine sahip olmalarına mukabil, İslam dünyasının kendi mirasından yoksun hale gelişine ve alimlerini, Avrupalı bilim adamları aracılığıyla öğrenme zaafiyetine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda Gündüzalp, Moliere, Hugo, Goethe gibi ünlülerin eserlerini okuduğumuzu ve eser sahiplerine karşı bir hayranlık duyduğumuzu belirtmiş, buna karşılık İslam rehberi olan Kur’an-ı Hakim’i tefsir eden bir İslam dahisine karşı bağlılığın nasıl olması gerektiği üzerinde durmuştur. (Gençlik Rehberi, Sözler Y., İstanbul 1985, s. 229).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*