Mücadele Metodu

Burada kast ettiğimiz mücadele, yaşadığımız vatanda ve hatta insanlık âleminde haksızlara, gaddarlara ve sair muzır unsurlara karşı—hasseten bu zamanda—usûl ve metod itibariyle ne yapılması, nasıl davranılmasıyla ilgilidir.

Hemen hatırlatalım: Daima usûl, esastan önce gelir. Kezâ, maksada, yani esasa vâsıl oluş, ancak usûle riâyet edişle mümkündür.

 

Bu sebeple, verilecek bir mücadelede, (hatta yapılacak bir hizmette) şayet metod yanlış ve strateji hatalıysa, zafer ve başarı yerine hüsrân ve mağlûbiyetle karşılaşmak kuvvetle muhtemeldir… Yakın tarihte, bu acı reâlitenin sayısız örnekleri var.

Şeyh Said’in din/imân cihetiyle dâvâsı haklıydı. Bunda şek–şüphe yok. Ancak, yanlış bir içtihat ve sakat bir metodla giriştiği mücadeleyi vahim bir âkıbetle noktaladı. Zamanın gaddar hükümeti, bu yanlışlarını fırsata çevirdi ve yüz binlerce mâsumun canını yakıp kanını döktürdü.

Kezâ, başta Mısır’da ve Suriye’de mücadele meydanına atılan İhvan–ı Müslimîn’in dâvâsı haktı ve mukaddesti. Ancak, onların metodik olarak “siyasal İslâm” şeklinde anlaşılan telâkkileri ve aynı düşünceyle girişmiş oldukları “Önce devletin alt kademelerini, sonradan da ülke yönetiminin tamamını ele geçirme” çabaları boşa çıktığı gibi, âkıbetleri de çok vahim oldu. Sosyalist Nasır Mısır’da ve Nuseyrî Esad da Suriye’de oyuna getirdikleri İhvanlar’a karşı katliâma girişti ve on binlerce Müslümanın kanını döktü.

Örnekler daha da çoğaltılabilir.

Hiç şüphe edilmesin ki, aynı tarz senaryolar özellikle 1950’den sonra Türkiye’de de sahnelenmek istendi. Ancak, bunda muvaffak olunamadı.

Lâkin, tehlike tamamen geçmiş değil. Aynı türden heveslenmeler, değişik zaman ve zeminde hortlatılmaya çalışılıyor.

Dolayısıyla, kudsî dâvâya hizmette ve muzır unsurlarla mücadelede takip edilecek metod, son derece önem arz ediyor. Aksi halde, harcanan onca zaman ve emek, bir anda zâyi olup gidebilir.

“Ben ne yapmalıyım?”ı düşünmek

Dünyada olduğu gibi, hiç şüphesiz ülkemizde de mebzul miktarda hainler var, zalimler var, zındıklar var, riyâkâr münafıklar var… Bunlar mutlaka vardır ki, yaklaşık iki yüz senedir din, vatan ve millet zararına çalışmalar yapılıyor, yer yer neticeler alınıyor.

Esasında, insî ve cinnî şeytanlar elele vermiş, tam bir müştereklik içinde kendi vazifesini yapıyor.

Senin karşılarına çıkıp “Durun. Yapmayın, etmeyin. Bu yaptığınız ayıptır, günahtır, zulümdür…” demenin bir kıymet–i harbiyesi yok.

Zira, onların varlık sebebi, zaten insanlara ayıp ve günah şeyleri işletmek, meydanı her türlü fitneye, fücûra, dalâlet ve zulümkârlığa teslim ettirmektir.

Burada en mühim mesele, hizmet ve mücadele noktasında senin ne yapman, nasıl davranman gerektiğidir.

Gaddar zalimlere ve onların hempaları olan muzır unsurlara karşı senin yapman gereken şey, fiilen karşı koymak mıdır? Silâha sarılıp maddî cihada kalkışmak mıdır? Başlarına indirmek için siyaset topuzunu ele geçirmeye çalışmak mıdır? Devlet birimlerine sızmak, mühim mevkileri tutmak, kritik mevzileri ele geçirmek için örgütlü faaliyetlerin içine girmek midir? “Biz ve onlar” diyerek “onlar” kategorisine karşı topyekûn bir cephe savaşını başlatmak mıdır?

Kesinlikle değil. Senin yapman gereken, bunların hiçbiri değil.

Zamanın Bediî, asrın söz sahibi olan Bediüzzaman Said Nursî’nin ortaya koyduğu reçetede, yukarıdaki maddelerin hiçbiri yer almıyor.

Tereddüdü olan varsa, Üstad’ın meydanda olan eserlerine müracaat edebilir.

Yukarıdaki maddelerle ülfet ve münasebet peyda edecek bir mücadele tarzını Risâle–i Nur’a dayandırmak mümkün değil. Külliyat’ta o metodlara dayanak olacak ölçü ve prensipleri bulmak imkânsız.

Aksiyoner davranmak

Ne yapmamak, nasıl davranmamak (reaksiyoner) hususunu özetledikten sonra, şimdi de aksiyonerlik, yani ne yapmak gerektiği hakkında asrın müceddidinin Risâlelerde serd etmiş olduğu bazı ölçü ve prensiplere bakalım.

* Risâle–i Nur, muarız olan şahıslarla, siyasetçilerle, kliklerle, komitacılarla, zındıklarla değil; onların dayanmış olduğu fikir ve cereyanlarla uğraşıyor.

Öncelikle, ferdin ıslâhına çalışıyor. Bu ıslâhatı da, ferdin küçük dairesinden alıp halka halka genişleterek, ehl–i İslâma ve bütün beşeriyete yaymak sûretiyle, vicdan–ı umumiyi tamir etmek ve nihayet sulh–u umumiyi temine matuf bir şekilde idame ettiriyor: “…Risâle–i Nur, kalb–i umûmi ve efkâr–ı âmmeyi ve umûmun, bâhusus avâm–ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdân–ı umûmiyi Kur’ân’ın ve îmânın ilâçları ile tedâvi etmeye çalışıyor.” (Kastamonu Lâhikası, s. 25)

* Risâle–i Nur’un gerek hizmet ve gerekse mücadele tarzında menfiye, şiddete, kuvvete, silâha sarılmaya, siyaset topuzu ile hareket etmeye, bir yerleri ele geçirmeye yer yok. Tamamıyla ve baştan sonra “müsbet hareket” tarzı üzerine gidiliyor. (Emirdağ Lâhikası, Son Ders)

* Risâle–i Nur, muhatabın üzerinde en ufak bir şüphe ve tereddüt eseri bırakmadan, imân dersi ile mânevî tamiratı yapıyor. Bu iman dersine, düşman olanların bile istifade maksadıyla gelebilmesi için kapıyı açık tutuyor. (Hizmet Rehberi)

* Hükûmetlerin “laik cumhuriyet”e dönüşmesiyle birlikte, maddî cihad ile değil, belki “Mânevî bir cihad–ı dinî, iman–ı tahkikî kılıcıyla olacak.” (Asa–yı Musa, s. 79)

* Bediüzzaman, kendisiyle uğraşan gaddarlarla uğraşmıyor, hatta onlara “Efendiler! Ben ve Risâle–i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir” diyor ve şunu ekliyor: “Çünkü, Risâle–i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl–i atiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar.” (E. Lâhikası, s. 20)

Bunlar gibi, ferdî ve umumî imân inkişâfını netice verecek bir hizmet tarzına dair pekçok ölçü ve prensibi Risâlelerden istihraç etmek mümkün.

Şimdilik, o deryadan birkaç damla göstermekle iktifa etmiş olalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*