Mucizelerin hikmeti

Bir peygamberin peygamber olduğunu ispat edebilmesi için mucize göstermesi gerekmektedir. Peygamber, peygamber olduğunu mucizelerle ispat eder. Her peygamber, kendi zamanının şartlarına, revaçta olan meselelerine veya insanlık tarihinde son sınırları çizilecek olan ilmi gelişmelere öncülük etmek üzere mucizeler göstermişlerdir. Mesela, ilk gemiyi Nuh a.s. yaparak ilerleme yolunda insanlığa rehberlik etmiş ve bir sınır çizmiştir. Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşte yakmayarak yanmayan elbiselerin icadını bulmalarını insanlardan istemiştir. Hz. Davut’a (a.s.) demiri yumuşatıp işleme sanatını vererek terakkinin zembereğinin demiri iyi işlemek olduğunu göstermiştir. Hz. Süleyman’ı (a.s.) rüzgâra bindirip iki aylık yolu bir günde gezdirerek uçmanın sınırlarını çizmiştir.

Peygamberler, mucize olarak bunları yaparlar. Bunları yaparken sebeplere pek ihtiyaçları olmaz. İnsanlık ise bu sınırlara varabilmek için vasıtalar kullanmak zorundadır ve vasıtalarla varabilirler.

Peygamber mucizeleri insanlık için bir teşvik kamçısıdır. İnsanlık adına birer ufuktur. Ulaşmaları için çizilmiş birer sınırdır.

Peygamberlerin her ânı mucizelerle dolu değildir. Mucizeler, ihtiyaç ânında gösterilen harika hallerdir. Bu ihtiyaç, bazen münkirlerin inatlarını kırmak için, bazen de mü’minlerin imanlarını takviye için olurdu.Peygamber Efendimiz (a.s.m.) “yalnız dâvâsını tasdik ettirmek için, ara sıra, indelhâce, münkirlerin inkârını kırmak için mucizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir; öyle de, hikmet-i Rabbâniye ile ve meşiet-i Sübhâniye ile tesis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, (Ebu Davud, Cihâd: 75) ( “Sipere giriniz” emrederdi. (Buhârî, Meğâzî: 29) Yara alırdı, zahmet çekerdi. (Buhârî, Cihâd: 80, 85, 163) Tâ, tamamıyla hikmet-i İlâhiye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübrâya mürâat ve itaati göstersin.” (Lem’alar, s. 150)

Normal zamanlarda bütün peygamberler hem hukukullaha, hem de kullarının hukukuna tamamıyla riayet etmişlerdir. İhtiyacın dışında herkes gibi bir hayat sürmüşler ve kâinattaki cari kanunlara uygun davranmışlardır.

“Mu’cize ise, Hâlık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir, sadakte hükmüne geçer. Nasıl ki, sen bir padişahın meclisinde ve daire-i nazarında desen ki, “Padişah beni filân işe memur etmiş.” Senden o dâvâya bir delil istenilse, padişah “Evet” dese, nasıl seni tasdik eder. Öyle de, âdetini ve vaziyetini senin iltimasınla değiştirirse, “Evet” sözünden daha kat’î, daha sağlam, senin dâvânı tasdik eder.

“Öyle de, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm dâvâ etmiş ki:

“Ben, şu kâinat Hâlıkının meb’usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte, parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız, beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız, iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte, iki yüz, üç yüz adamı tok ediyor.” (Mektubat, s. 133)

Her ne kadar, peygamberler nübüvvetlerini mucizelerle ispat etseler de, onların peygamberlik delilleri çok daha geniş ve şümullüdür. Her halleri onların sıdkına birer delildir.

“Belki, ehl-i dikkat için, hemen umum harekâtı ve ef’âli, ahval ve akvâli, ahlâk ve etvârı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hattâ, meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zâtlar, yalnız o Zât-ı Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın simasını görmekle, “Şu simada yalan yok; şu yüzde hile olamaz” (Tirmizî, Kıyâme: 42; İbni Mâce, İkame: 174)diyerek imana gelmişler.” (Mektubat, s. 133)

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) dini ve daveti umumi ve cihanşümuldür. Onun için mucizeleri de kâinatın her nevi ile alakalıdır. O kâinat sultanının en büyük yaveridir. Dünya memleketine gelince bütün nevilerin temsilcileri, kendi lisanları ile ona hoş geldin deyip onun gelişini alkışlamışlardır. Çünkü O, bütün kâinatı alakadar eden emirlerle gelmiştir.  “Taştan, sudan, ağaçtan, hayvandan, insandan tut, tâ aydan, güneşten yıldızlara kadar her taife kendi lisan-ı mahsusuyla ve ellerinde birer mu’cizesini taşımasıyla, onun nübüvvetini alkışlamış ve hoşâmedî demiş.” (Mektubat, s. 135). Bundan dolayı, ekser nevilere ait birer mucizesi vardır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*