Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi

Image
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi, gerçi gayet muhtasar ve acele yazılmış ise de, fakat ilm-i belâgat ve ulûm-u Arabiye noktasında, âlimlere hayret verecek derecede âlimâne ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyân edilmiş.

Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâkî varken, başka bürhan aramak aklıma zâid görünür.

Elde Kur’ân gibi bir bürhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medâr-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine mâruz olmuş âyetlerdir. İşte bu Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlerini ve nüktelerini beyân etmiş ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i’câzın lemeâtı ve belâgat-ı Kur’âniyenin kemâlâtının menşe’leri olduğu, ilmî kaideleriyle ispat edilmiş. Bulantı vermemek için onların şüpheleri zikredilmeden cevab-ı katî verilmiş. “Güneş döner” (Yâsin Sûresi: 38), “Dağları birer kazık yapmadık mı?” (Nebe Sûresi: 7.) gibi, yalnız Yirminci Sözün Birinci Makamında, üç dört âyette şüpheleri söylenmiş.

Hem bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risâlesi gerçi gayet muhtasar ve acele yazılmış ise de, fakat ilm-i belâgat ve ulûm-u Arabiye noktasında, âlimlere hayret verecek derecede âlimâne ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyân edilmiş. Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez. Fakat, o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müşevveş hâletler içinde telif edildiğinden, ifade ve ibâresinde kusur var olmasıyla beraber, ilim noktasında çok ehemmiyetli meselelerin hakikatini beyân etmiş.

Sözler, 25. Söz (Mu’cizat-ı Kur’âniye Risâlesi), s. 328
***

Yirmi Beşinci Söz’de Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğunu icmâlen beyân ve kırk vücûh-u i’câzına işaret etmişim. O kırk vecihde, yalnız nazımda olan belâgatı, İşârâtü’l-İ’câz nâmındaki bir tefsir-i Arabîde kırk sayfa içinde yazmışım.

Sözler, 19. Söz, s. 220

***

Şu risâlenin başında, şimdiye kadar tahkik nânıma bîtarafâne muhâkeme sûretinde, Kur’ân’ın i’câzını muannid bir hasma kabul ettirmek için, Kur’ân’ın çok hukukunu gizli bıraktık. O güneşi, mumlar sırasına getirip muvâzene ediyorduk. Şimdi tahkik, vazifesini ifâ edip, parlak bir sûrette i’câzını ispat etti. Şimdi ise, tahkik nâmına değil, hakikat nâmına, bir iki söz ile, Kur’ân’ın muvâzeneye gelmez hakikî makamına işaret edeceğiz:

Evet, sâir kelâmların Kur’ân’ın âyâtına nisbeti, şişelerdeki görünen yıldızların küçücük akisleriyle yıldızların aynına nisbeti gibidir.

Evet, herbiri birer hakikat-i sâbiteyi tasvir eden, gösteren Kur’ân’ın kelimâtı nerede; beşerin, fikri ve duygularının aynacıklarında, kelimâtıyla tersîm ettikleri mânâlar nerede?

Evet, envar-ı hidâyeti ilham eden ve şems ve kamerin Hâlık-ı Zülcelâl’inin kelâmı olan Kur’ân’ın melâike-misâl zîhayat kelimâtı nerede; beşerin, hevesâtını uyandırmak için, sehhâr nefisleriyle, müzevver incelikleriyle ısırıcı kelimâtı nerede?

Evet, ısırıcı haşerât ve böceklerin mübârek melâike ve nurânî ruhânîlere nisbeti ne ise, beşerin kelimâtı Kur’ân’ın kelimâtına nisbeti odur.

Şu hakikatleri Yirmi Beşinci Söz ile beraber, geçen yirmi dört adet Sözler ispat etmiştir. Şu dâvâmız mücerred değil; bürhanı, geçmiş neticedir

Sözler, 25. Söz (Mu’cizat-ı Kur’âniye Risâlesi), s. 397

LÜGATÇE:

zâid: Fazla.

sıklet: Ağırlık.

ilm-i belâgat: Belâgat ilmi.

nazım: Sıra, tertib, kafiyeli, vezinli söz, şiir; dizili olan şey; Kur’ân’ın âyetleri.

tersîm: Resmini yapmak.

sehhâr: Büyüleyici, büyü gibi bir kuvvetle çeken, büyü yapan; çok aldatıcı.

müzevver: Uydurulmuş, düzme; fitne, dedikodu.

mücerred: Yalnız, tek, soyulmuş, tek başına.

bürhan: Delil.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*