Müfritâne irtibat gerekir

“Fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritâne âlî makâm vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebât ve müfritâne irtibât ve ihlâs lazımdır. Onda terakkî etmeliyiz.” 1

Risâle-i Nur mesleği uhuvvet ve hıllet mesleğidir. “Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdîr edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktizâ’ eder.

Bu hılletin üssü’l-esâsı, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gâyet yüksek kulesinin başından sukût eder. Gâyet derin bir çukura düşmek ihtimâli var; ortada tutunacak yer bulamaz.2” Hem Risâle-i Nur’un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok rûhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren “meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet” 3 ise, hâriç dâirelere ihtiyaç bırakmaz. Çünkü “Risâle-i Nûr Talebeleri, Risâle-i Nûr’un dâiresi hâricinde nûr aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa, Risâle-i Nûr’un penceresinden ışık veren mânevî güneşe bedel bir lâmbayı bulur, belki güneşi kaybeder.” 4 Böylece Risâle-i Nur mesleğinde şahsiyet ve şahısçılık yoktur. Hem mesleğimiz hıllet ve uhuvvet olduğundan, şahsiyet ve enâniyet cihetinden bir rekâbet olamaz.
Risâle-i Nur mesleğinde şahısların meziyetlerinin şahs-ı mânevînin üzerine çıkarılması uygun değildir. Kevser-i Kur’ânî havuzu bütün meziyetlerden hâsıl olan haseneleri toplar ve biriktirir. O kevser-i Kur’ânî havuzundan istifâde şartları ihlâs, tesânüd ve sadâkat nispetindedir. Onun için de Nur mesleğinde şahıslara fevkâlade hüsn-ü zân ve aşırı yüksek makâmlar vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebât ve müfritâne irtibât ve ihlâs lâzımdır. En önemlisi de nazarlar şahs-ı mânevîyeye çevrilmelidir.
Risâle-i Nur mesleğinde kardeşler arasında aşırı görüşmek, irtibât kurmak ve Allah için uhuvvetkârâne muhabbet vardır. Sadece bu noktada “müfritane” denilerek, sınır konmamıştır. Bu irtibât Allah için olduğundan zararsızdır. Bundan başka bütün noktalarda hadd-i vasatta kalınmalıdır. Çünkü bu meslek uhuvvet mesleğidir. Bizim en önemli düstûrlarımızdan birisi de “tefânî ve fenâ fi’l-ihvan” cihetidir. Kardeşlerde fânî olmak, ancak onların meziyetleri ile iftihâr etmek ve onlarla hizmet-i Kur’ânîye ve Nûriye cihetinde aşırı derecede görüşmek ve kucaklaşmak müfritâne irtibâtın gereğidir. Ben âcizâne müfritâne irtibâtın sohbetler ve derslerde yaşandığını düşünüyorum. Kardeşlerimizle o mekânlarda hasbihâl etmek ve bu mânevî atmosferi onlarla yaşamak ve diğer günlük hayatta da bu irtibâtı sürdürmek olarak görüyorum.
Kardeşlerin nazarı ile bakmak, aklı ile düşünmek, kalbi ile sevmek, kulağı ile dinlemek, dili ile konuşmak da müfritâne irtibâttır diye inanıyorum. Onlarla fikren yaşamak, haddinden fazla da makâm ve hüsn-ü zân etmemek de aynı zamanda müfritâne irtibâtın gereğidir biliyorum. Müfritâne irtibât kardeşlerin hâlini yaşamak, onlarla nefes almak ve onların duygularını hissetmek olmalıdır. Nasıl ki bir vücûdun bütün azaları ve hasseleri birbirinin hem muâvini hem de mütemmimidir. Biri birisiz düşünülemez. Her birinin vazîfesi ayrı ayrı olduğu halde o insan-ı kâmile hizmet etmektedirler. Bu sebeple de her bir aza ve hasse diğerlerine muhtaç konumdadır. Onlarla muavenet edip sıkı sıkıya kenetlenmeleri de müfritâne irtibâtın gereğidir.
Zaten Üstad Bedîüzzamân Hazretleri de bu mânâda şu ifâdelerde bulunuyor: “Mâdem bu zamanda, her şeyin fevkinde hizmet-i îmâniye bir kudsî vazîfedir. Hem kemiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır. Hem muvakkat ve mütehavvil siyâset daireleri, ebedî, daimî, sabit hizmet-i îmâniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olmaz. Risâle-i Nûr’un tâlimatı dairesinde bize bahşettiği feyizli makâmlara kanâat etmeliyiz. Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zân ile müfritâne âlî makâm vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebât ve müfritâne irtibât ve ihlâs lâzımdır; onda terakkî etmeliyiz. Elhak, bunda tam terakkî etmişsiniz.” 5
Öyleyse bu kudsî hizmete sadâkatle bağlı kalınmalı ve Üstadımızın şu gelen düstûrlarına kulak vermeliyiz: “Hem bu hâdisede göründü ki, Risâle-i Nûr’a intisâbın çok ehemmiyeti var ve çok pahalı düştü. Ve buna bu fiyatı veren ve o yolda bütün âlem-i İslâm nâmına dinsizliğe karşı mücâhede vaziyetini alan aklı başında bir adam, o elmas gibi mesleği terk edip başka mesleklere giremez.” 6

Dipnotlar:

1- Kastamonu Lâhikası, s: 61.
2- Lem’alar, 2004, s: 395.
3- Lem’alar, 2005, s: 631.
4- Lem’alar, 2005, s: 631.
5- Emirdağ Lâhikası, 2006, s: 140.
6- Lem’alar, 2005, s: 633.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*