Muhafazakârlığın dönüşümü

Image
Belki de muhafazakâr kuruluş ve kalıpların dönüşümünü esas almalıydık. Dünya, teknolojinin yeni imkânlarıyla küçüldükçe, sosyal hadiselerin değişimi de sür’at kazanıyor. Sosyal hadiselerle birlikte siyasî hadiselerin hızlı dönmesi, birçok insanda yön kaymasını netice veriyor. Bugünün serî geçen zamanlarını ve o zamanlarda cereyan eden hadiseleri, on-yirmi yıl öncekilerle karıştıranların içine düştükleri fikrî tuzaklar o kadar çok ki…

Bu zamanın en ilginç yanı da düşünmeye, tahlile ve aklî neticelere gitmeye müsaade etmeyecek derecedeki hızlı seyri… Dünün en solcu geçineni ile muhafazakâr geçineni aynı karede görenlerin şaşkınlığı da neredeyse kaybolmak üzere… hatta dindarların bile dünkü din karşıtlarının bazı hayat tarzlarını ve ifadelerini benimsemeleri normalleştirilmek isteniyor. Fakat dönüşümün menfîce olduğunu, hadiselerin fıtratı tahribe doğru dönmeye başladığını da ifade etmek zorundayız. Fıtrattan koparak dejenerasyonu yaşayanlar bu dönüşümdeki asıl “rolün” semavî dinlerle mücadele eden “din ve mukaddesat karşıtı tahripkâr cereyanlar”da olduğunu bazen silüetlerinden, bazen de renk ve tonlarından anlıyoruz.

Her meselede olduğu gibi, bu kadar karışıklık, mübalâğa, suret-i haktan görünme ve mahiyetlerini gizlemelerin arasında bize yön gösterecek ve yol verecek yegâne kaynağımız Risâle-i Nur’dur. Bediüzzaman Hazretlerinin mahiyetlerini deşifre ettiği, misyon ve fonksiyonlarını anlattığı ve tahribat şekillerini izah ettiği cereyanlar; hangi kılık, kalıp ve role bürünseler de, inşallah onları tanımamız zor olmayacaktır. Zira mü’minler Allah’ın nuruyla bakarlar… Bir de Kur’ân’ın zamanımızı tercüme eden tefsirini okuyorlarsa…

Risâle-i Nur´da ahirzaman fitnesi tavsif edildiğinde; dinsizliği, her türlü otoriteye baş kaldırışı, firavuniyeti, hürmetsizliği, tahripkâr oluşu ve anarşiyi doğurması vasıfları öne çıkar. Günümüzde bu vasıflara sahip ve dünya barışını ayaklar altına alan fikir, cereyan, siyasî hareket ve düşünce ekollerini incelediğinizde, hiçbirisinin dünkü coğrafyasında sabit kadem olmadığını görürsünüz. Çoğunun eski kalıplarından çıkıp yeni kalıplarla toplumu şaşırttığına ve birçoğunun da önceki slogan, forma, sembol ve giysilerini terk edip, tamamen farklı formatlarda sosyal hayatta tezahür ettiğine şahit olursunuz.

Kim bilirdi; komünist Rusya’nın karşısında on yıllarca mücadele eden bugünkü Amerikan yönetiminin “modern bolşeviklerce” ele geçirileceğini… Dünkü sermaye düşmanları veya proleterya yandaşlarının zalim kapitalistlerden daha zalimce sahnede yer alacaklarını kim bilirdi ki… Troçki’cilerin Pentagonu, Freud’çuların sosyal enstitüleri işgal edeceğini çoğumuz bilmezdik. 1980´li yılların Varşova yanlı barış dernekçilerinin zamanımızda yeni liberal olarak ortaya çıkıp, karapara ile kurdukları ve dünyanın her tarafında “açık toplum enstitüleriyle” fitne ateşini tutuşturacağını, zayıf ülkelerde hükümetleri devireceğini kimse bilemezdi… Chirac’ın; Mitterrand’n da solunda, aslen modern bolşevik olan Sarkozy’e destek vererek, kendi eseri olan Fransa-Almanya ittifakını havaya uçuracağını ve Alman Hıristiyanlarının; Hıristiyanlığın değerlerine düşman bir ekibi, Angela Merkel’in başkanlığında iktidara taşıyacaklarını önceden bilmek hakikaten mümkün değildi. Peki ne oldu? Şeklen ve ismen muhafazakâr olan Amerika ve AB yönetimleri, hakikatte tahripkâr solun eline geçmiş görünüyor. Hümanist Sosyalistlerin de şaşkınlıkla bakındıkları bu yeni “kızıl sol”un muhafazakâr yumurtalar içinden çıkmaları, ahirzamanın en dehşetli alâmetlerinden olsa gerek. Amerika ve Avrupa’da, başta partiler olmak üzere tüzel kişiliğe sahip birçok oluşumun “kızıl ejderin” yeni dönüşümüyle içine düştükleri durum, Amerika ve Avrupa’nın Kur’ân Nur’una olan ihtiyaçlarını biraz daha açığa çıkarmış oldu. Yani geleneksel Hıristiyanlık Amerika ve Avrupa’da yeniden modern bolşevizmin baskınına uğramıştı…

İnançta, ahlâkta, dinî değerlerde, temel insanî ölçülerde başlayan dehşetli zelzeleyle sözkonusu Hıristiyan ve insaniyetperver çevreler de panik içinde koşuşturuyorlar. Amerika ve Avrupa’yı idare eden hükümetlerin icraatlarına ve müstakbel projelerine dikkat edenler, muhafazakârlığın buradaki dönüşümünü daha iyi anlayabilirler.

Sihirbazların yardımıyla evvelâ bankalara ve fonlara toplatılan para, daha sonra yine onların yardımıyla hak sahiplerinin elinden alındı. Çok yüksek meblâğlara varan bu paranın, dünyanın dörtbir yanından yükselen feryatlara, yangınlara, iç çatışmalara, açlık ve sefaletlere sebep teşkil ettiğini öğrenmek isteyenler, akıntıyı kaynaktan itibaren takip etseler küresel krizlerin sebebini de öğrenebilirler. Fakat hadiseler o kadar sür’atli cereyan ediyor ki; sebatkâr, takip edebilecek kadar bilgili ve tahlil edebilecek düzeyde techizli insanların sayısı pek fazla görünmüyor. Tam on seneden bu yana, Türkiye’de kâr eden biricik ticarî kuruluşların bankalar olduğunu ve bugün ise söz konusu bankaların yüzde sekseninin insanî değerlere karşı olanların denetiminde bulunduğunu bazı gazeteler yazdıkları halde, ehl-i hamiyetten çıt yok… Ve muhafazakârlarımız başta Türkiye olmak üzere dünyanın bu çete ve sihirbazlarca soyulmasına yardımcı oluyorlar… Vitrinlerdeki muhafazakâr görünümler, insanî ve dinî değerlere bağlı halkların dizlerindeki dermanı bitiriyor ve sorgulama mecali bırakmıyor. İzaha çalıştığımız dönüşümün menfî olduğunu, fıtratın bozularak asliyetine rücu imkânını kaybetmesi mânâsına geldiğini tekrarlamakta fayda görüyoruz.

Genleriyle oynanmış bitkilerin tohumlarından fıtrî hallerine dönemiyorsunuz. Dinsiz felsefenin laboratuvarında hazırlanmış psikolojik ve sosyolojik kalıplara mahkûm edilmiş insanların da bunca kimyasal değişimden sonra fıtratlarına dönüşü zor görünüyor. Düne kadar hem semavî, hem de arzî din ve inançların “ahlâksızlık” addederek cemiyetin dışında tutmaya çalıştıkları insanların hayvanî davranışlarının meşhur çevrelerce nasıl korunma altına alındığını ve dünyada yaygınlaştırılmaya çalıştığını da medyadan takip ediyoruz. Değerlerin tepetaklak olması olarak da değerlendirebileceğimiz bu “muhafazakârlık” dönüşümünün önünde; ancak ve ancak hayatı belli prensiplere bağlamış, insanî yaşayışı hayvanî yaşayıştan tamamen ayırmış ve beşer hayatında küçük bir boşluk kalmayacak şekilde nizam ve intizam altına almış Kur’ân’ın durabileceğini neocon ve neoliberaller de anlamış olacaklar ki; Kur’ân’a, Resulullah’a ve onların zamanımızdaki tefsiri Risâle-i Nur’a hücumu gündemlerinin birinci maddesine aldılar. Ümid ediyoruz ki, Hıristiyanlık âlemi de bunu anladı ve anlamaya başlıyor. Zira global anlamda bu tahripkâr çete ile mücadele edebilecek yalnızca İsevîlerle insaniyetperverler olacak. Bizim vazifemiz ise Risâle-i Nur’dan çıkardığımız düstur ve prensipleri çeşitli vesilelerle Hıristiyanlara aktarmaktır. Başörtüsü, cami, Peygamber sevgisi ve genel olarak Müslümanlığa düşmanlığın en büyük sebebi; Kur’ân’ın insanı ve dünyayı felâkete sürükleyecek bu dönüşüme mani olmasıdır.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*