Mülkün gerçek sahibi

İnsanda enteresan bir sahibiyet duygusu vardır. Çevresinde kendisi ile alâkalı bir çok şeye sahip çıkar. Şu koskoca dünyaya bakar, “İşte bu benim dünyam” der, yani dünyaya sahip çıkar. Güzel İstanbul’a yüksekçe bir tepeden bakar, der ki “İşte bu benim şehrim”. Belki kendisi Sivaslı’dır ama İstanbul’a kendi mülkü gibi sahip çıkar.

Cennet gibi bir bahçesi, içinde Yıldız Sarayı gibi bir eve sahiptir. “Benim bahçem, benim evim” sözleri şuur altına yerleşmiştir, gayr-i ihtiyârî söyler.

Çevresine, dış dünyasına böyle sahip çıktığı gibi kendi vücuduna ve iç dünyasına da öyle sahip çıkar. Belki de daha şiddetli sahip çıkar. “Benim elim, benim kolum, ayaklarım, gözüm, kulağım. Bu benim vücudum” der durur her zaman. Yorgundur, başı ağrır “Başım çok ağrıyor” cümlesini söylemekten daha kolay bir şey yoktur onun için. Heyecanlanır, sevdiğini görür, küt küt atan kalbinin sesini dinleyerek, “Kalbim sanki yerinden fırlayacaktı” diye kalbin en ince noktalarına sahip çıkar. Maddiyat bir tarafa ‘Hislerim, heyecanım, ruhum, hayalim, düşüncem’ diyerek vücudunun görünmez taraflarına da sahip olduğunu çekinmeden beyan eder.

Peki, gerçekten benim diye sahip çıktığımız eşyaya ne kadar sahibiz?

Bunların ne kadarı bizim?

Bir sel gelip evimizi yıktığında, bir yel gelip bahçemizi yerle bir ettiğinde, “Dur yapma bu benim mülküm” diye engelleyebiliyor muyuz? Hayır. Peki deprem gelip şehrimizin altını üstüne getirdiğinde ne yapıyoruz? “Benim diye sahip çıktığımız şehirden kaçmanın planlarını yapıyoruz” değil mi? Hani bu benim şehrimdi? Hani bu benim evimdi? Hani bu benim bahçemdi?

Haydi çevremizi bırakıp şu kendi vücudumuza bakalım. Gerçekten benim diye sahiplendiğimiz vücudumuz ve azalarımız ne kadar bizim? Şu ellerimize, ayaklarımıza, kollarımıza bir bakın. Bunlar benim ise ben bunları ne kadar biliyorum, bunlara ne kadar hâkimim? El, ayak ve kollarımda ne kadar hücre var, ne kadar kas var, ne kadarı gevşedi, ne kadarı gerildi, kemikler ve içindekiler neler? Soruyu yüzlerce kelime ile uzatmak mümkün. Cevaplar nerede? Netice, derin bir sessizlik… Çünkü benim dediğimiz el ve kollarımıza şöyle bir bakmaktan öte bir bilgimiz yok. Hani bunlar bizimdi? Bu kadar bilgisizlikle nasıl bizim olur?

Peki iç dünyamıza ne demeli?

Midenin, kalbin, ciğerlerin, böbreklerin sahibi biz isek onların nasıl ve ne şekilde işlev gördüğünü bilip mahiyeti hakkında bilgi sahibi olmalıydık, değil mi? Ama öyle mi? Şu satırları okuyoruz, bir süre geçti. Acaba bu süre içinde kalbimiz ne kadar kan pompaladı, akciğerimiz kaç litre kan temizledi, böbreklerimiz ne kadar kan süzdü? Sorular… Sorular… Sorular… Cevap? Koskoca bir sükût.

Bırakın sahip olmayı bütün bu azalarımızı biz kendimiz idare etmiyoruz. Hiç birinin idaresinde hiçbir katkımız yok. İyi ki de yok. Çünkü biz aza ve organlarımızı asla idare edemezdik ve edemeyiz de.

Farz-ı muhal Allah deseydi ki “Alın şu midenizi idare edin.” Biz daha mideye giren ilk lokmada ne kadar asit salgılayacağımızı bilemez, ya da ölçüsüz asit göndererek mideyi parçalardık.

Peki, “Ya alın kalbinizi idare edin” deseydi? Kalbimizi elimizin arasına alıp dakikada 70 kez kan pompalamaya kalkışsak ne olurdu halimiz? Daha ilk idaremizde hayattan istifa etmek zorunda kalırdık.

Ya da “Cenâb-ı Hak alın şu akciğerinizi ve böbreklerinizi siz idare edin, temizleyin ve süzün şu kanınızı” deseydi? Evinde küçük bir odasını temizlemekten aciz insanoğlu kendi vücudundaki bu temizlik ve tasfiye işini asla yapamayacak, hayat çekilmez bir hal alacaktı?

Sahi siz hangi aza ve organınızı yönetmeye talipsiniz? Gelin hiç talip olmayın. En küçük bir hücreyi bile idare etmeye kalkışacak olsanız o küçücük hücrenin büyük dünyasında boğulur gidersiniz. Bir tek hücrenin harika işleyiş ve düzeninde aklınızı kaybedersiniz. İşte Allah’ın rahmetine bakın ki bütün vücudum ve vücudumun içindeki azaların yönetimini bana vermemiş ki böylece hayatı kolaylaştırmış.

Bakın Söz’ün Üstadı Sözler’inde ne kadar güzel bir söz söylemiş:

“Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

“Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levâzımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.

“Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslâh edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.” (Mektûbât, s. 220)

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. ismim mülkü atalarımdan gelen çok eski türk ismi çünkü Türkler malına mülküne sayip çıkan birmillettir ancak son üçyüzyıldır yönetimlere idareye zayıf kanı karışık yozlaşmış türkler geldiğnden corafyamız delikdeşik edilmiştir dirayetli Türk oğlu Türkler parlemontoya girip türk müslüman corafyasını yeniden bizim corafyamız yapmalıdır çünkü balkanlar ege adaları kıbrıs girit kudüs lüblan yemen kuvet sudi arabistan ırak eli kulanda iran karabağ kafkasya afkanistan pakistan doğu Türkistan moğolistan çindeki dahil yakut sah tataristan kırım gagavuzyaukrayna ve romanya dahil bulgariya batı tırakya arnavutluk kosava makedonya karadağ bosnahersek bucorafya Türk ve Müslümanların corafyasıdır bu topraklarda haçlının siyonistin enparyenin işi yoktur bugün bu toprakları kangölüne çevirenlerin tek amacı vardır işkal ve kaynaklarımızı insanımızı sömürmektir bu sebeple ben MÜLKÜ AŞIRT derimki mülk allahındır Allahın bize verdigi nimetleri başkalarına kaptırmak mülkü başkalarına sömürtmek ALLAH KATINDA DAHİ CAHİZ DEĞİLDİR BUSEBEPLE DERİMKİ ÖNCE TÜRK BİRLİNİ KURALIM SONRADA BÜYÜK ÇATIYI OLUŞTURUP MÜSLÜMAN BİRLİNİ OLUŞTURALIM DÜYA DURDUKÇA MALIMIZA MÜKÜMÜZE SAYİP ÇIKALIM KİMSE BUKADAR GÜÇLÜ BİRLİĞE GÖZ DİKEMEZ

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*