Müsbet hareket etmeye mecburuz

altÜstad, gelenlerle ne konuşurdu?

Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadı olan imanın kuvvetlenmesinin vatan ve milleti tehdit eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mani olduğunu; şimdi en elzem vazifenin, fertlere ve cemiyete düşen hizmetin, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduğunu; zamanın en büyük dâvâsının Kur’ân’a sarılmak olduğunu; Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu meseleye hasr-ı nazar ettiğinden, vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; “Fakat biz müsbet hareket etmeye mecburuz. Elimizde nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir” diyerek, Nurun, din düşmanlarını mağlûp edeceğinden müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını; mesleğimizin en büyük esasının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiçbir maksat ittihaz edilemeyeceğini, Nurun kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlâsla, müsbet hareket etmekle inayet ve rahmet-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye edeceğini, ilâ âhir, beyan ederdi.

Üstadın dersini ve sohbetini dinleyenleri işhâd ederek diyebiliriz ki: Üstadın bir dersi, bir sohbeti çok gençler için vesile-i necat olduğu gibi, Risale-i Nur’a fedakârâne hizmet için de bir menba-ı istinad olurdu. Nura hizmet eden fedakâr talebelerin ekserisi, böyle bir veya birkaç defa Üstadın dersinde, ikazında hâzır bulunmuştur.

Emirdağı’nda iken, Ankara’ya Nur hizmeti için gönderdiği bir talebesi, hâl-i âleme bakarak, “Bu insanlar ne zaman Nur hakikatlerini dinleyecek? Kalın zulmet perdeleri nasıl yırtılacak? Manevî karanlıklar nasıl izale olacak?” diye ümitsizliğe düşer.

Sonra, birgün Emirdağ’ına Üstadın yanına döndüğü zaman, o büyük Üstad der:

“Vazifemiz hizmettir; muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada, ‘Bu insanlar ne zaman Risale-i Nur’u dinleyecekler?’ diye ümitsizliğe düşme, merak etme! Kat’iyen bil ki: Mele-i Âlânın hadsiz sakinleri, bugün Risale-i Nur’u alkışlıyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kıymet kemiyette değil, keyfiyettedir. Bazen bir hâlis ve fedakâr talebe, bine mukabildir” diyerek, ye’sini giderir.

Üstad, kırlara ilk önce yaya olarak çıkardı; sonra faytonla gezmeye başlamıştır. Ücretsiz bir gün dahi arabaya bindiği görülmemiştir. Biz kendisine ancak masrafını idare edecek derecede fiyatını söyler, “Bunun burada fiyatı budur” derdik. Mutlaka bizim söylediğimizden fazlasını bize verir ve “Fiyatını vermezsem olmaz. Nasıl mukabilini vermediğim bir lokma hediye beni hasta ediyor; bunun da ücretini vermeliyim ve vermeye mecburum” derdi.

Daha ziyade bahar, yaz ve güz mevsiminde gezer, kışın da ara sıra kıra çıkardı. Emirdağ’ının dört tarafı açıklıktır. Buralarda Nurların tashihine çalıştığı müteaddid dershaneleri vardır.

Emirdağ’ına yerleşmesinden itibaren daimî tarassud altında bulunduğundan ve kırlara çıktığı zaman da çok defa jandarma ve bekçilerle takip edilmesinden dolayı yalnız gezer, yalnız oturur, yalnız çalışırdı. Tâ 1947 senesine kadar böyle devam etti. Yalnız faytonunu idare eden bir talebesi, yolda refakat eder, oturduğu zaman yalnız başına kalırdı.

B. Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 475

LÛ­GAT­ÇE:
hasr-ı nazar: Nazarı yalnız bir şeye ayırma, sarf etme, yoğunlaştırma.
inayet ve rahmet-i İlâhiye: Allah’ın rahmet ve yardımı.
işhâd: Şahid gösterme
menba-ı istinad: Dayanak kaynağı.
müsbet: Olumlu, yapıcı, tamir edici; menfî ve olumsuz olmayan.
vesile-i necat: Kurtuluş vesilesi.
izale: Ortadan kaldırma.
kemiyet: Sayı, nicelik.
keyfiyet: Nitelik, nasıllık.
Mele-i Âlâ: Peygamber ve evliya ruhları gibi yüce ruhlar ile meleklerin bulunduğu ulvî topluluk.
muvaffak: Başarılı.
müteaddid: Bir çok.
tarassud: Gözetim.
ye’s: Ümitsizlik.
zulmet: Karanlık.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*