“Müsbet hareket”le tahrikleri boşa çıkarmak mümkün

Bediüzzaman, “menfi hareket”le vatan, millet ve İslâmiyet düşmanlarının eline verilen “bahaneler”i nazara verip, buna karşı “müsbet hareket” düsturuyla fevkalâde dikkatli olunmasını tembihler.

Dahilî ve hârici mihrakların eline verilen bahaneleri “sinek kanadını dağ gibi yaptıklarının bir emâresi” olarak, “Benim gibi gurbette, hasta, ihtiyar, zayıf, tek başına bulunan bir adam için, on gün zarfında beş defa Afyon Valisi ve Emniyet Müdürü ve iki defa Afyon Müddeiumumisi benim için buraya gelmesi ve iki günde, her bir günde beş tayyare benim gezdiğim yerlerde beni nezâret altına alması ve beş polis hafiyesinin burada bana tarassut edenlere ilâve edilip, ahvalimi tecessüs etmek için gönderilmesi ve postahanelere, bana ait mektupların müsâderesi için resmen emir verilmesi gösteriyor ki, Şeyh Said ve Menemen hadisesinin on misli bir hadiseyi evhamla düşünmüşler, habbeyi kubbe söylemişler ki, böyle bir vaziyet alıyorlar” vaziyetini haber verir.

“MENEMEN HÂDİSESİ” AĞIR TAHRİKİNE KARŞI…

23 Aralık 1930’da, İzmir’in Menemen ilçesinde, askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki’nin kurulan tezgâhla sözde “şeriat isteyen bir grup” tarafından öldürülmesiyle başlayan olaylar zincirinin ardından bölgede sıkıyönetimin ilân edilip General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divanı Harp’te “failler” olarak gösterilenler idam dahil çeşitli cezalarla cezalandırılırlar.

Bediüzzaman “Menemen Hadisesi”ndeki bu tahrik ve oyunları nazara verip “müsbet hareket” tavrıyla komplonun boşa çıkarılmasını önemine dikkat çeker.

Akabinde de bu hadiseye benzer tahrikler için, “Benim eski hayatımı zannedip, ihânetle hiddete gelecek tahmin etmişler. Bilâkis aldandılar. Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’ânî tesisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.” ifâdesiyle, aynen Şeyh Said ve Menemen hâdisesinde olduğu gibi perde arkasındaki plânı akim bırakan “müsbet hareket” tarzını gösterir.

Bunun sebebini ise şöyle açıklar: “Evet, eğer eski hayatım gibi, izzet-i ilmiyeyi muhâfaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydı ve vazife-i hakikiyesi, sırf ahiret ve ölümün idam-ı ebedisinden Müslümanları kurtarmak vazifesi olmasaydı ve bana ilişenler gibi sırf dünyaya ve menfi siyasete çalışmak olsaydı, on Menemen, on Şeyh Said hadisesi gibi bir hadiseye, o anarşilik hesabına çalışanlar sebebiyet vereceklerdi…” (Emirdağ Lâhikası, 30)

Üç mahkemenin ve yirmi senede kaç vilayetin kanunca kıyafetine ilişmemelerine mukabil, inzivada olmasına rağmen Emirdağı’nda “tebdil-i kıyafetine hiçbir ihtar olmadığı halde, keyfi, kanunsuz, cebren ahali içinde başıma şapkayı giydirmeye çalışılması”nın mânevî zâyiatını “kırk seneden beri bu vatanda, hususan iman-ı tahkiki dersinde kardeşane alâkadar olan yüz binler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamaya vesile olacaktı” diye “müsbet hareket”in mâhiyetini ve sebebini izâh eder.

SEBAT VE METANETİN SIRRI…

Gerçek şu ki Bediüzzaman, eserlerinde bütün zulüm ve işkencelere, tahriklere karşı “müsbet hareket”le sebat etmesindeki sırrı “müsbet hareket” Kur’ânî düstura bağlar.

Bunun içindir ki Bediüzzaman, çekindiğinden ya da korktuğundan değil, sırf mâsum millete zarar geleceğinden ve dindarların zarar göreceği endişesiyle siyasete karışmaz, maddî mukabelede bulunmaz.

“Fahr (övgü) ve temeddüh (övünme) niyetiyle değil, belki mecburiyet ve mahcubiyetle yapılan yanlışları göstermek” için “hükûmet-i cumhuriyenin nazar-ı dikkatine” sunduğu şu tavzihatı, “müsbet hareket” etmesinin arka plânını ortaya koyar:

“İki Mekteb-i Musîbet Şehadetnamesi nâmındaki matbu, eski müdafaatımı görenlerin tasdikiyle, 31 Mart hadisesinde, bir nutukla isyan etmiş sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdıkları gibi, İstiklâl Harbinde ‘Hutuvât-ı Sitte’ nâmında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemayı İngiliz aleyhine çevirip Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara’daki Meclis-i Mebusânın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan ve 150 bin banknot 163 mebusun imzasıyla medrese ve darülfünununa tahsisatı kabul ettiren ve Reisicumhurun hiddetine karşı divan-ı riyasette kemâl-i metanetle, fütur getirmeyerek mukabele edip namaza dâvet eden ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyede hükûmet-i İttihadiyenin (İttihad ve Terakki Hükûmetinin) ittifakıyla hikmet-i İslâmiyeyi Avrupa hükemâsına tesirli bir surette kabul ettirmek vazifesine lâyık görünen ve cephe-i harpte yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşârâtü’l-İ’câz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşa’ya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yâdigâr-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşârâtü’l-İ’câz’ın tab’ı için kâğıdını vererek, müellifinin harpteki mücahedatı takdirkârâne yad edilen bir adam, böyle âdi bir beygir hırsızı veyahut kız kaçırıcı ve bir yankesici gibi en aşağı bir cinâyetle kendini bulaştırıp izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve kıymettar binler dostlarını rezil edip sukut edemez ki, siz onu bir senelik cezâyla mahkûm edip âdi bir keçi, koyun hırsızı gibi muamele edesiniz…

“Ve sebepsiz on sene sıkıntılı bir tarassutla tâzip ettikten sonra, şimdi de bir sene hapisle beraber bir senede nezaret altında tutmak suretiyle, Padişahın tahakkümünü kaldıramadığı halde garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altında azap vermektense, idam edilmesini daha evlâ görür. Eğer böyle bir adam dünyaya karışsaydı ve karışmaya arzusu olsaydı ve hizmet-i kudsîyesi müsaade etseydi, Menemen hadisesinin ve Şeyh Said vakıasının onar misli olacak bir tarzda karışırdı. Dünyaya işittirecek bir top sadası, bir sinek sadasına inmeyecekti…”  (Şuâlar, 39; Tarihçe-i Hayat, 228)

“HER DESİSEYİ İSTİMALLE HÂDİSE ÇIKARMAK…”

Bediüzzaman, devlet mercilerini zulüm ve baskı belâsına sevk eden gizli komitenin çeşitli tertip ve umumî propagandalarının, dehşetli entrikalarının “gizli menhus maksadı”nın, menfi harekete itmek olduğunu kaydeder. Bundandır ki “menfi hareket”le plânları berhava eder…

Bir lâhika mektubunda, “Evvela: Gizli düşmanlarımız hükümetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki, Eski Said yok; yenisi ise her şeye tahammül ediyor. O planı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler. Hıfz-ı İlâhî onu da akim bıraktı” diye “gizli düşmanlar”ın “bir hadise çıkarmak için” kurdukları tuzakları nazara verir. Münâfıkların resmen hükûmetin nüfuzunu benden halkları ürkütmek ve vazgeçirmek için burada dehşetli bir propaganda ile istimal ettiklerini anlatır. (Emirdağ Lâhikası, 128)

Gerçek şu ki, Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleriyle ve Peygamberimizin hadisleriyle tefsir edip mânâsını belirlediği “müsbet hareket” metodu sâyesindedir ki, Türkiye’de çeyrek asrı aşkın en müstebit, tahripkâr ve tepeden inmeci fevkalâde ağır baskılara, hapislere, zulümlere karşı, bu vatanda insanlar tahrike gelmemiş, Müslüman kitle Nur Risalelerindeki bu Kur’ânî düsturla tahriklere, provokasyonlara ve infiâle kapılmamıştır.

Bu metodun verdiği basiret ve iz’anla, Nur Talebeleri dâvâlarının vakar ve izzetlerini muhâfaza içinde büyük bir temkin ve sabırla menfi harekete kapılmayıp müsbet hareket etmeleriyle, çeyrek asrı aşkın jakoben dikta rejimlerinde hiçbir vatandaşın burnu kanamadan Türkiye’nin çok partili demokrasiye geçiş başarılmış; hak ve hürriyetlerde büyük mesâfeler alınmış, demokratik hayat geliştirilmiştir.

“DEHŞET VERİP EFKÂR-I AMMEYİ ALEYHE ÇEVİRMEK…”

“Tahrik plânları”nın, damarlarına dokunacak kanunsuz muamelelerin “ecnebi parmağıyla, hakkındaki teveccüh-ü ammeyi kırmak ve mukabeleye sevk etmek” adına yapıldığını nazara veren Bediüzzaman, asıl maksadın infiâlle isyan ve kargaşaya sebebiyet verdirip, bu bahaneyle Nur Talebeleri ve dindarları ezmek olduğunu deşifre eder.

Buna karşı “Kabir kapısında, alâkasız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-ü ammeden kaçmış ve şan ve şeref ve hodfuruşluk gibi riyakârlıklara hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken” kendisine karşı menhus maksatlı “kanunsuz ihânetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadığı için şükreder. Sözkonusu “kanunsuz ihânet” teşebbüsünde bulunanları Cenâb-ı Hakk’a havale edip, “Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebediyeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum” der…

Bu irfanla her zaman “Menemen Hadisesinin bir yalancı taklidini yapıp, millete dehşet verip, çeşitli desiselerle devletin ve resmî makamların iğfal edilebileceğini, adliyenin şaşırtılabileceğini belirten Bediüzzaman’ın, kendisinin “Barla’dan Isparta’ya cebren celb edilmesi” benzeri fitnelerle âlet edilmesi komplolarına karşı sakındırır.

“Baktılar, ben öyle fitnelere alet olamıyorum ve öyle her cihetçe vatana, millete, dîne zararlı olan akîm teşebbüslere hiçbir meylim yoktur; o vakit, plânlarını değiştirdiler” deyip, “hiç hatır ve hayale gelmeyen entrikalarla Menemen hadise-i vakıasının bir mevhum taklidinin ortaya çıkarıldığını, bununla millete büyük zarar verildiğini anlatır. Bu bahanelerden hareketle çeşitli yalan ve uydurmalarla, kurdun keçiye bahane bulması nevinden bahaneleri bulup, bazı odaklara dalkavukluk ve sahtekârlıkla, ithamlarla, hatta “bir yalancı cemiyet maskes”i altında şeytan gibi habbeyi kubbe yapıp halkı tehyîc edecek hadiseler çıkarılarak bütün kabahatin mâsumlara yüklenmesi oyunlarına karşı ikaz eder. (Tarihçe-i Hayat, 201)

Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “entrikacıların iğfali ve ihbaratıyla, vilâyât-ı şarkıyeden tâ vilâyât-ı garbiyeye kadar her yerde istintakların, taharriyatların devam etmesinin mühim bir sebebi, “kendisi gibi binler adamı en ağır cezaya çarpacak bir hadiseye göre tertip edilen entrikacıların plânlarıdır. Resmî makamlara evham vermeleridir. Bu entrikalara karşı, kendi tâbiriyle “koca memlekete dehşet verip propaganda ile efkâr-ı âmmeyi aleyhe çevirmek oyununa gelmek divâneliktir. Akıllı bir insanın yapmayacağı, “arslanı kendine saldırtmak ve ejderhayı kendine hücum ettirmek için o keskin kılıcı onların kuyruklarına uzatmaktır.

Bu sâikledir ki Kudsî hizmette “on sene ihtiyarî inzivayı ihtiyar etmesinin ve tâkat-ı beşerin fevkinde sıkıntılara tahammül ederek hükûmetin (devletin) işine hiçbir cihetle karışmaz ve karışmak arzu etmez.” (Şuâlar, 39)

“MALATYA MESELESİ”NDEKİ TAHRİKİN MAKSADI

Yine 22 Kasım 1952’deki “Malatya meselesi”ni tahlilinde, perde arkasındaki tahrik ve plânı görür. Bir öğrencinin meşhur gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın tam da Başvekil Menderes’in Malatya’yı ziyaretinde kaldığı otelin önünde silâhla –daha önce yaptığı açıklamada ‘öldürmek’ kastıyla- vurarak yaralaması, belli ki Demokrat Parti iktidarını ve dindar câmiayı hedef alan bir tertiptir.

Bu tertiple ezânın serbestiyle, mekteplere din derslerini koymasıyla, Kur’ân kurslarını, dinî tedrisat veren mektepleri, imam hatip okullarını yeniden açmasıyla dinî hak ve hürriyetleri getiren, din eğitimi ve öğretiminin önünü açan Demokrat Parti iktidarına ve dindarlara karşı kamplaşma ve kutuplaşma kampanyası başlatmaktır.

Nitekim “Malatya hâdisesi” komplosu üzerine devlet kurumları tahrik edilir. Peşpeşe tevkifler başlatılır. Birçok önde gelen milliyetçi-dindar isim yargılanıp ağır cezalar verilir. Hadise üzerine milliyetçilerle dindar kesim birbirinden ayrıştırılıp Demokratlara muhalif hale getirilir. 27 Mayıs’ı desteklemelerine ve alkışlamalarına uzanan tahriklerde malzeme edilir.

Bu sebepledir ki “Malatya hâdisesi”ndeki tahrikin farkında olan Bediüzzaman, “küçük bir hadise” büyütülerek habbe kubbe edildiğini yazar. Dindarlarla Demokratların arasının açılması ve peşinden daha evvel Demokratları destekleyen milliyetçilere ve özellikle dindarlara yeni yeni “din nâmına kendi partileri”nin kurdurulmasıyla Demokratların bölünüp parçalanarak zaafa uğratılması plânına dikkat çeker.

Bundandır ki Bediüzzaman bir yandan o gün “İttihâd-ı İslâm Partisi, (milletin) yüzde 60-70’i tam mütedeyyin (tam dindar) olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki (bilâkis) siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinâyetine karşı dîni siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır” diye ihtar eder. İster istemez dini siyâsetine âlet edecek din adına partinin kurulmasının yanlışlığını bildirir. Vatan, millet ve İslâmiyetin selâmeti için dindarların Demokratları desteklemesi dersini verir.

Diğer yandan “Millet Partisi ise; eğer ittihâd-ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyeti ki Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o, Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur” yolunu gösterir. “Milletçilere gelince, ‘Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Parti’ye yardım ettiği gibi, muhâlif ve muârız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz” uyarısını yapar.  (Emirdağ Lâhikası, 386-387, 422)

“DESİSECİLERİN SUSTURULMASI” İÇİN…

Bu bakımdan “menfi hareket”in bir basit örneği olarak gösterdiği “Malatya meselesi” arkasındaki tahriki nazara verir. Hâdisenin tertipçilerinin amaçlarına karşı, dindar câmianın ve özellikle Nur Talebelerinin töhmet altında kalmaması için lâhikalara dercedilen mektubunda, “Kur’ân-ı Hakîmin bir kanun-u esasîsi” olan (En’âm Sûresi, 164; İsrâ Sûresi, 15; Fâtır Sûresi, 18; Zümer Sûresi, 7. âyelerinde vahyolunan) “Birisinin hatasıyla başkası, hattâ kardeşi de olsa mes’ul olamaz” hükmünü hatırlatır.

“Malatya meselesi” münasebetiyle yirmi mahkemenin araştırıp alâkadar olduklarını ve “bir suç bulamıyoruz” dediklerini, bu tahrikle ilgili Nur Risâlelerinin ve Nur Talebelerinin bir ilgisinin bulunamamasını önemle ifâde eder. (Emirdağ Lâhikası, 401)

Risale-i Nur mesleğinde “müsbet hareket”in esas olduğunu, vatan, millet ve İslâmiyet düşmanı gizli mihrakların “menfi hareketleri” Müslümanları ezmek, İslâmî hizmetlere sed çekmek maksadıyla düzenlettirdiklerini ifâde eder. Bu tür “menfi hareketler”in, desisecilerin Kur’ân’ın bu çağa tefsiri olan Nur Risalelerinin intişarına mâni olma plânı olduğunu ve bu “desisecilerin susturulmasının gereğini” beyân eder…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*